İsveç ve Finlandiya gibi ülkelerin de NATO’ya katılması, savaşın büyüyüp etki alanını genişletmesiyle sonuçlanabilir.
Ukrayna savaşı, ABD’nin NATO askeri ittifakını doğuya genişletmeye çalışmasının ne kadar aptalca bir tutum olduğunu gösterdi. Bu budalalığı, Rusya’yı çevreleyen eski Sovyet rejimlerini de kendine katma arayışında – ne Ukrayna ne de Gürcistan henüz fiilen bir yanıt vermemiş olsalar da– doruk noktasına ulaştı.
Ancak onların dışındaki eski Sovyet rejimleri, yani Litvanya, Letonya ve Estonya’dan oluşan Baltık ülkeleri olumlu yanıt vererek NATO tarafına çekildi. Finlandiya ile birlikte Çarlık’a dahil edilmiş olan bu üç Baltık ülkesi bağımsızlıklarını 1917’de gerçekleşen Rus Devrimi’nde ilan ettiler.
İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında, Moskova’daki Stalin rejimi, kendisi ile Nazi Almanya’sı arasında bir savunma hattı oluşturmak amacıyla, hepsini tekrar kendi tarafına çekmeye çalıştı. Finlandiya söz konusu olduğunda bu girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmış, Kızıl Ordu 1939 - 1940 arasında gerçekleşen kanlı Kış Savaşı’nda yenilgiye uğratılmıştı – ki şimdi Putin’in Ukrayna’yı işgale kalkışmış olması da o zamanın Kış Savaşı’nı andıran bir girişim olarak yorumlanıyor.
Ne var ki Sovyetler Birliği bu Baltık ülkelerini de yutmayı başardı. Rusya’dan bir kez daha bağımsızlaştıkları 1991 yılında ise ABD’yi kucaklama konusunda aceleci bir tavır sergilediler.
Şimdi hepsinin gözleri, Kuzey Atlantik Antlaşması’nın, üye devletlerin birbirlerini savunmak için savaşabileceklerini söyleyen o ünlü beşinci maddesine dikildi. Çünkü Litvanya ve Polonya arasında, Baltık Denizi kıyısında bulunan Rus yerleşim bölgesi Kaliningrad ve ona bağlı olan Belarus tarafından, Avrupa Birliği’nin geri kalanından ve de NATO’dan neredeyse tamamen yalıtılmış durumdalar. ABD’nin bir nükleer savaş başlatabileceği yönündeki ihtimale sığınıyor, son derece tehlikeli bir taahhütte bulunuyorlar. Nitekim ABD de NATO’yu doğuya doğru genişletme planları yaparken Rusya’nın kendilerine direnemeyecek kadar zayıf olduğu varsayımıyla harekete geçmişti ama bu atak, Putin’in Ukrayna’yı dehşet verici bir şekilde işgal etmeye kalkışmasıyla sonuçlandı. Artık açıkça görülüyor ki NATO’nun genişleme planları da aslında emperyalistler arası yıkıcı bir rekabetin ilk hamlelerinden biriymiş.
İşgalin bu boyutlara ulaşmasının bir sonucu olarak Finlandiya ve İsveç başta olmak üzere bazı ülkeler NATO tarafında yer almaya karar verdi. İsveç’in jeopolitik durumu, batıdaki diğer İskandinav ülkelerinden farklıdır. Örneğin, ticaret ortaklığı da kurduğu güçlü komşusu Almanya ile sıkı fıkı olmasına rağmen her iki dünya savaşının da dışında kalmayı başarmıştı. İsveç, Soğuk Savaş yıllarında da bu tarafsızlığını korudu ama o yıllarda küresel pazardaki aktörlerden biri haline geldiği için Almanya’yı bırakıp daha da batıya yöneldi. Danimarka ve Norveç ise kendi topraklarında askeri üsler kurulması, nükleer silahlar konuşlandırılması gibi girişimlerden kaçınmaya çalışıyor olmalarına rağmen gidip NATO’ya dahil oldular.
1939 – 1940’ta Rusya’ya karşı savaşında çok büyük bir bedel ödeyen Finlandiya da Almanların SSCB’yi işgali sırasında onlarla birlikte hareket etmeyi seçmişti. 1945’ten sonra doğuya doğru eğilim göstermiş olsa da sonuç olarak ABD ve Rusya tarafından Soğuk Savaş’ın tarafsız bölgesi olarak görülmeye devam ediyordu, hatta bu iki ülke arasında gerçekleşen anlaşmada tarafsızlığı resmen tanınmıştı.
Hem Finlandiya hem de İsveç 1995 yılında AB’ye katıldılar, ancak ittifakın doğuya doğru genişlemesi planlarına hizmet eden Barış İçin Ortaklık programına dahil olmalarına rağmen NATO’dan uzak durdular. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile birlikte, her iki ülkede de NATO’ya katılma konusunda ciddi tartışmalar yürütülmeye başlandı. Bir dünya haritası açıp şöyle bir göz atan herkes, NATO askeri planlamacılarının bu gelişmeyi neden bu kadar cazip bulduğunu görebilir: Baltık ülkeleri, İsveç ve Finlandiya’nın sunacağı fırsat sayesinde, Batı’nın her türden tehdide açık uzantıları olmaktan çıkıp yepyeni bir görünüme bürünüyor.
Her iki ülkenin siyasi iktidarları bu günlerde, NATO’ya katılma ve Baltık’ta çok daha büyük bir Batı askeri gücü bulundurma konusunda kampanyalar yürütüyor. Rusya’nın buna tepkisi ise Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitriy Medvedev’in geçtiğimiz Perşembe yaptığı açıklamayla geldi. “İsveç ve Finlandiya NATO’ya katılırsa, bu ittifakın Rusya ile olan kara sınırlarının iki kattan fazla genişletmiş olacaklar,” diyordu Medvedev; “O zaman bizim de bu sınırları güçlendirmemiz kaçınılmaz olur. Bunu yaparlarsa, Baltık’ın nükleerden uzak duran tutumu geçerliliğini yitirecek. Öyleyse dengenin yeniden sağlanması gerekiyor.”
İskender balistik füzeleri 2016’dan bu yana Kaliningrad’da konuşlandırılıyor. Ancak bunların nükleer savaş başlıklarına sahip olup olmadıklarını bilmiyoruz. Öyle görünüyor ki İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılması, Avrupa’nın askeri kamplara bölünme sürecine hız kazandıracak. Ve bu da sonuçta Batı ile Rusya arasında gerçekleşebilecek çok daha geniş kapsamlı bir savaş ihtimalini gündeme getiriyor.
Tehlikenin büyüdüğü de ortada. İsveç’te koalisyon hükümetinin bir parçası olan Sosyal Demokrat Partisi bu konuda ikiye bölünmüş durumda.
İskandinavya’da solun hemen harekete geçip, Finlandiya ve İsveç’in tarafsızlığını sürdürmesi konusunda baskı oluşturabilecek güçlü bir kampanya yürütmesine ihtiyacımız var.
Alex Callinicos
(Socialist Worker'dan Tuna Emren çevirdi)