Son zamanlarda kimi köpek saldırılarının gündeme gelmesiyle hayvan düşmanlığı tehlikeli boyutlara ulaşıyor. Öyle ki kimi hayvan düşmanları koro halinde köpek katliamı talep etmeye, köpeklere “zehirli et verilmesi gerektiğini” söylemeye başladılar.
Bu katliam tehditlerinin gündelik hayattaki yansıması ise oldukça korkunç. Köpeklere yönelik bu nefret, medyanın özensiz hatta kışkırtıcı dili, yetkililerin faturayı hayvanlara kesen söylemleri köpeklere yönelik saldırıları meşrulaştırıyor. Daha birkaç gün önce İstanbul’un Beykoz ilçesindeki bir çöp konteynerinde 19 köpek ölü halde bulundu. Birkaç hafta önce ise Başakşehir’de bir saldırgan kulübesine bağlı sahipli bir köpeği silahla ateş ederek öldürdü. Bunun gibi sayılamayacak kadar çok saldırı vakası mevcut.
Çözümü katliamda bulanlar
Köpek nüfusunu kontrol altına almanın yolunu kısırlaştırmada değil de katliamda bulan anlayış bu topraklara çok da yabancı değil. 3 Haziran 1910’da bildiğimiz en büyük köpek katliamı, Hayırsız Ada Katliamı gerçekleşti. İstanbul’daki köpek nüfusunun artışı üzerine o dönemin Belediye Başkanı Suphi Bey’in kararıyla 80 bin köpek Sivri Ada’ya (yani Hayırsız Ada’ya) gönderildi ve orada açlık ve susuzluk içinde ölüme terk edildi. Günlerce İstanbul’dan bu köpeklerin çığlıklarının duyulduğu anlatılır.
Gelgelelim bugün de hala köpek saldırılarının çözümünü köpek katliamında arayan, yalnızca cani değil aynı zamanda akıldan yoksun bir anlayış varlığını sürdürüyor. Hayvan hakları savunucularının yıllardır ısrar ettiği güvenli kısırlaştırma seferberliği zamanında yapılmış olsaydı bugün bu hayvan düşmanlarının varlıklarına bile tahammül edemediği sokak hayvanları bu nüfusta olmayacaktı.
Elbette sokaklardaki köpek nüfusu yalnızca insanların zararı ve faydası üzerinden değerlendirilebilecek teknik bir mesele değil. Meselenin temelinde etik boyutu var ve bu da yaşama hakkı başta olmak üzere hayvanların temel haklarına dayanıyor. Yine de zehirleyerek ya da toplatarak hayvanlardan bir an önce kurtulmayı öngören yaklaşımın sadece adaletsiz ve canice değil; aynı zamanda irrasyonel olduğunu ve temelinde saldırıları önleme isteğinin değil hayvan düşmanlığının olduğunu söylemekte fayda var.
Sorumlular kim?
Hayvan düşmanları bu saldırıların sorumluluğunu önce hayvanlara sonra ise hayvan hakları savunucularına atabiliyor. İktidar yanlısı haber kanalları, köpekleri toplayan belediyelere karşı çıkan ve sahipsiz köpekleri besleyen vatandaşları “köpekperest” olarak adlandırarak hak temelli bir kavrayıştan ne kadar uzak olduklarını bir daha gösteriyor.
Kimi köpeklerdeki saldırganlık, bu iddialardaki gibi köpeklerin haklarının savunulmasından, ihtiyaçlarının tanınmasından ve yerine getirilmesinden, yani hayvan düşmanlarının gözünde “şımartılmalarından” kaynaklanmıyor. Tam aksine köpeklerini bir silah aracı olarak gören sahiplerden, köpeklere şiddet uygulayan, aç bırakan, işkence eden insanlardan kaynaklanıyor. Belediyeler, valilikler ve Tarım Bakanlığı ise sokaklardaki hayvan nüfusu ve bu hayvanların bakımının yapılması için üstüne düşenleri yapmayarak bu sorunların önünü açıyor.
Hayvan hakları savunucuları sokakların bakımsız ve sahipsiz köpeklerle dolu olmasını ya da köpeklerin saldırganlaştırılarak birer silah gibi kullanılmasını talep etmiyor. Aksine sahipsiz köpeklerin yuvalandırılmasını, sokaktaki hayvan nüfusunun kısırlaştırma yoluyla kontrol altına alınmasını ve saldırganlaştırılan köpeklerin rehabilite edilmesini savunuyor.
Toplatmak ve barınaklara göndermek çözüm değil
Konu ne zaman gündeme gelse tüm sahipsiz köpekleri bakımevlerine göndermek makul bir fikir gibi sunuluyor. Geçtiğimiz aylarda yaşanan bir pitbull saldırısından sonra Erdoğan da “Sahipsiz hayvanların yeri sokaklar değil barınaklar olduğunu unutmamalıyız” demişti. Gelgelelim barınaklarlardaki koşullar, hayvanların temel haklarını hiçe sayıyor. Hayvanlar, çoğu zaman aç ve susuz kalıyor, soğuktan korunamıyor ve ölüme terk ediliyor. Hatta Elazığ Geçici Bakımevi’nde olduğu gibi hayvan katliamları gerçekleşiyor. Dört ayda 1062 hayvanın öldüğü, hayvanların diğer ölen hayvanları yemeye mecbur kaldığı Elazığ Geçici Bakımevi, barınakların ne kadar korkunç şartları olduğunu gösteren olaylardan yalnızca bir tanesi.
Bütün belediyelerin bakımevlerine bütçe ayırması, denetimlerini yapması, bakımevlerinde yeterli veteriner hekim bulundurması gerekiyor. Bunlar yapılmadığı takdirde, hayvanları bakımevlerine göndererek onlardan “kurtulma” düşüncesi, hayvanlar açısından oldukça tehlikeli.
Saldırgan köpek haberlerini gerekçe göstererek adeta tüm köpekleri cezalandırmak isteyen bir yaklaşım söz konusu. Her gün insanlardan kaynaklı şiddet haberlerini okurken bunun faturasının tüm insanlara kesilmemesi gerektiğini gayet iyi anlayabiliyoruz da nedense söz konusu azınlıklar, hayvanlar olunca tekil olaylar üzerinden tüm nefretimizi en savunmasız olanlara kusuyoruz. Herhangi bir saldırı gerekçe gösterilerek hiçbir hayvanın hakları askıya alınamaz.
Hayvanlara yönelik şiddet son bulmalıdır.
Hayvanlara yönelik işkence, tecavüz, katliam gibi olayların failleri en ağır cezaları almalıdır.
Sokaklardaki hayvanları kontrol altına almanın yolu, onları şartlarının ne derece kötü olduğu aşikâr olan barınaklara kapamak değil; belediyelerin, hayvanlardan kurtulma perspektifiyle değil, hayvan hakları temelinde hareket ederek sokaktaki hayvanları kısırlaştırması, bakımlarının ve aşılarını yapması, sahipsiz hayvanların yuvalandırılması ve köpek ticaretinin tamamen durdurulmasıdır.
Melike Işık
(Sosyalist İşçi)