Geçtiğimiz ay göçmen düşmanlığına karşı birleşik bir cephenin olmayışının, belki de şimdiye kadarki en kan dondurucu sonuçlarından ikisine sahne oldu. Adeta ırkçılıkta bir marka olmaya çalışan Bolu belediye başkanı Tanju Özcan, göçmenlerin suyu dolar üzerinden almalarına ve evlenmek için 100.000 TL ödemek zorunda olmalarına dair önerisini, İYİP’nin desteğiyle meclisten geçirtti ve yürürlüğe soktu. Özcan yoksul göçmenlerin yemek yardımından faydalanmaları da dâhil, bu gibi tüm uygulamaların göçmenleri kovmayı hedeflediğini söylemekten hiç çekinmiyor. Ancak buna rağmen CHP merkezi “kendisiyle aynı fikirde olmadıkları” gibi sözler söylemekle ve kendisine ihtar vermekle yetiniyor. Bu adam CHP’den ihraç edilene kadar “helalleşme” çağrıları yapan CHP’nin böyle yüzsüz bir ırkçıyı bünyesinde barındırmaya devam ettiğini teşhir etmeliyiz. Devletin türlü eziyetlerinin hedefi olanlarla helalleşme vaadi tüm vahim yetersizliklerine rağmen olumlu elbette. Ancak göçmen düşmanlığına dair bir programı olmak bir yana dursun, ırkçılıkta bayrak yarışına giren üyelerini kollayan bir siyasi partinin ezilenlere zeytin dalı uzatmasındaki ikiyüzlülüğün üstü, seçim hesapları bozulmasın diye örtülemez.
Irkçı bir imza kampanyası
Bir diğer hadise de ırkçı Ümit Özdağ’ın, “Suriyelilerin Suriye’ye dönmesi” için başlattığı, “siz alın besleyin” gibi en berbat ırkçı sloganlarla bezeli imza kampanyası. Ne kadar etkili olacağı belli olmasa da, 10 milyon imza toplamak gibi bir hedef beyan eden bu gibi bir kampanya, ırkçı propagandaya alan açıyor, ırkçıların yüzsüzlüğünü ve gamsızlığını arttırıyor. Bu tür eylemlere karşı her zaman atağa hazır olmalı ve karşısına dayanışma isteyenlerin sesini koymak için elimizden geleni yapmalıyız.
Bu iki örnek şüphesiz hem güncel hem de uç örnekler olmaları sebebiyle göze çarpıyor. Ancak 2011’den bu yana değişen ölçülerde göçmen düşmanlığı hem sağda hem solda hiçbir zaman eksik olmadı malum. “Teröristleri, cihatçıları ülkeye sokuyorlar” cinsinden söylemlerden artık en Kemalist sol bile büyük ölçüde sakınıyor olsa da “vah yazık, onlar da insan” seviyesinin ötesine geçebilen, somut haklardan ve mücadeleden bahseden bizlerin dışında bir örnek bulmak ne yazık ki mümkün değil. Şimdiye kadar istisna olagelmiş olan bir iki sol parti de bile son dönemde sağ basınca ciddi ölçüde taviz vermeye başladı. Hâl böyle olunca da göçmen meselesinde 10 senede bir arpa boyu gidilemiyor; bilakis AB göçmen anlaşmasının da etkisiyle devamlı kontroller artıyor, sınır dışı tehditleri savruluyor ve yaşam koşulları kötüleştikçe, başka illere seyahat imkânsızlaştıkça göçmenler daha da güvencesiz ve ucuz işlere mahkûm oluyor.
Saldırı bütün işçilere yönelik
Bir konuda çok net olmalıyız: göçmenlerin insanlık dışı ücretlerle can güvenliği bile olmayan koşullarda çalıştırılabilmelerinin önünü açan her şey, yalnız göçmen işçilere değil bir bütün olarak işçi sınıfına saldırıdır. Irkçıların utanmadan işlerinizi elinizden alıyorlar, ücretleri düşürüyorlar diye anlattığı mesele özünde tam olarak bu. Göçmenlerin kimsenin işinde gözü filan yok, herkes gibi geçinmeye hayatta kalmaya çalışıyorlar. Fakat hiçbir statünün olmayışı, pek çoğu günübirlik yaşayan göçmenleri bulabildikleri her işi kabul etmek zorunda bırakıyor, bu da patronların elini güçlendiriyor, yerli işçilere ve ücretlere baskı yapmalarını kolaylaştırıyor.
Yani ırkçıların patronları koruduğunu söylemek belki kulağa biraz basmakalıp geliyor olabilir fakat tam olarak gerçeği ifade ediyor. Göçmen düşmanları, göçmenlerin statüsüzlüğünün devamını savundukları gibi üzerlerindeki sosyal baskıyı da devamlı körükleyerek patronların ucuz işgücüne erişimini kolaylaştırıyorlar. Üstüne üstlük ücretler düştükçe, işsizlik arttıkça, hayat pahalılaştıkça öfkelenen emekçilere göçmenleri hedef göstererek patronların saklanmasına yardımcı oluyorlar; yaşanan tam olarak budur.
Bu noktada “göçmenler de insan tabii ama bu kadar çok göçmeni bu ülke kaldırmıyor” veya “gelmesinler demiyoruz, kontrollü gelsinler” gibi laflarla hiç alttan almadan tartışmak gerekir.
Öncelikle, solda olma iddiasındaki birisinin “ekonomi göçmenlere yetmiyor” diye bir görüşe sahip olması kabul edilemez. Sosyalistler sermayenin pastasını verili kabul edip milletine göre kimin pay almayı daha çok hak ettiğine dair spekülasyon yapmazlar; herkese iş ve tüm çalışanlara insanca yaşanacak ücret verilmesini savunurlar. İşçi sınıfı, patronlara “Araplara iş verme, bize iş ver” diyerek güçlenemez, kimliğine bakmaksızın emeğiyle geçinen herkesi yanına alarak güçlenebilir ancak.
“Gelmesinler demiyoruz, kontrollü olsun” diyenlere de şunu sormalıyız: sınırda asker mi azdır yoksa dikenli tel mi? Türkiye zaten AB anlaşmasına ek olarak bölgedeki bölgesel güç olma heveslerinin de etkisiyle muazzam ölçüde askerileştirilmiş sınırlara sahip. Senelerdir duvar örmekle övünen bir hükümetle yönetiliyor zaten. Bunu yetersiz bulanların istediği tek bir şey olabilir o da emekçiye değil savunmaya bütçe. Ekonominin yetersiz olduğunu iddia eden herkese de sınır güvenliği de dâhil savunmaya harcanan akıl dışı paraları sormak gerekir.
Irkçılıkla mücadele seçimlere ertelenemez
Tüm bu koşullardan işçi sınıfının çıkışının önündeki engellerden belki de en önemlisi örgütlülük seviyesi. Sendikalara göçmen işçileri örgütlemeleri için çağrı ve baskı yapmak gerekir. Ne yazık ki Türkiye’nin köklü ve mücadeleci sendikalarının bazılarının bile bütçe yetersizliği bahane edilerek bir projedeki işinden edilen ve açıkça sendikalaşmamızın önü açılsın diyen bir göçmen emekçiye bireysel itiraz öneren bir liderliği var. Şüphesiz sendikaların kapasitesi zaten bellidir ve ancak tabandan gelecek basınç sendikaları az da olsa işe yarar bir hale getirebilir. Fakat her şeye rağmen sendikaların belli ayrıcalıkları ve kısıtlı da olsa belli bir güçleri var; bunları sonuna kadar kullanarak göçmenlerin örgütlenmesi için çalışma yapmaları yönünde baskı yapmalıyız.
Tüm siyaseti seçimlere indirgeyen ve her şeyi seçim sonrasına erteleyen eğilim de yine önemli bir sorun. En başta sahada verilmesi gereken tüm mücadeleleri olduğu gibi ırkçılık karşıtı mücadeleyi de farazi bir AKP sonrası döneme havale ettiği için. Ama belki daha da vahimi, biri iyi diğeri kötü polis, iki göçmen düşmanı partinin ittifakının tek umut olduğunu ilan eden ve eleştirilmemesini salık veren basınç, göçmen meselesinde tartışmanın devamlı sağa kaymasına sebep oluyor. Burada AKP’den kurtulmak için CHP’ye yönelen herkesi ırkçı ilan ederek tartışmak şüphesiz verimsiz, ama çevremizdeki pek çok insan başka bir şey göremez oldu diye Millet ittifakının göçmen düşmanlığını eleştirmekte de çekimser olmamalıyız.
Kriz tırmandıkça göçmenleri hedefe koyan, nefreti kışkırtmaya çalışan sesler de çoğalıyor ve saldırganlaşıyor. Buna karşı, göçmen meselesini yalnız insani bir sorun olarak değil, hepimizin asli meselesi olarak gören, krizin faturasının emekçilere ödetilmesinin bir numaralı gereci olduğunu bu yüzden de yarına ertelemenin bedelinin ağır olacağını anlatan bir ırkçılık karşıtı harekete ihtiyacımız var. Bu yöndeki elimizdeki en önemli araç, senelerdir bu alanda çok özel bir yer edinmiş olan Hepimiz Göçmeniz kampanyası. Yukarıda değinilen tüm koşullara rağmen, ırkçı nefrete karşı harekete geçmek isteyen geniş kesimler olduğunu da kampanyamızın aldığı olumlu tepkilerden biliyoruz; ırkçıların sesinin bu denli çok çıkmasından moral kaybetmeden, daha çok insana ulaşarak dayanışmayı büyütmeye devam etmeliyiz.
Deniz Güngören