Evde konuş, okulda sus

23.04.2021 - 17:08
Şafak Ayhan
Haberi paylaş

Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarını belirler.

Ludwig Wittgenstein

Türkiye’de herhangi bir ortamda ister "eğitimcilerin" olduğu bir okul olsun, isterse herhangi bir fabrikanın, atölyenin koridorları. Anadilinde eğitim hakkından bahsedilince “ama fakat lakin bölünürüz, parçalanırız, nasıl anlaşacağız” gibi konuyla hiç alakası olmayan, mevcut egemen fikirlerin sürekli yaygınlaştırmaya çalıştığı korku temelli argümanlar sıralanmaya başlanır. Oysaki, anadilinde eğitim hakkı, tıpkı barınma, güvenlik, sağlık gibi en temel haklardan birisidir. Ve bu hak Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nde ve diğer uluslararası metinlerde yer almaktadır. Türkiye sözleşmenin imzacı taraflarından birisi ancak herhalde dünyada eşine az rastlanır şekilde bu sözleşme maddelerine "çekince" koyan bir devlet aynı zamanda. Türkiye bu sözleşmenin 17., 29. ve 30. maddelerine "çekince" koymuştur. Bu maddelerin neyle ilgili olduğunu tahmin etmek de zor değil, Türkiye devletinin en büyük açmazlarından birisiyle ilgili: Anadilinde eğitim. 

Bu maddeler, azınlık çocuklarının eğitim, ifade özgürlüğü, kendi kültürünü yaşatma ve kendi dilini özgürce kullanma haklarını içeriyor. Türkiye, Lozan Antlaşması’nı gerekçe göstererek- ki antlaşmaya göre zaten Anadolu’da yaşayan bütün etnik kimlikler bir günde Türk’ oluyorlar- ülkesinde yaşayan herkesi Türk olarak kabul ettiği için ülkesinde azınlıkların olmadığını iddia ediyor.

Çekince konulan maddelerin içeriği şunlar:

Madde 17: Kitle iletişim araçlarının azınlık grubuna veya bir yerli ahaliye mensup çocukların dil gereksinimlerine özel önem göstermeleri konusunda teşvik edilmesi. 

Madde 29: Çocuğun anne-babasına, kültürel kimliğine, dil ve değerlerine, çocuğun yaşadığı veya geldiği menşe ülkenin ulusal değerlerine ve kendisininkinden farklı uygarlıklara saygısının geliştirilmesi. 

Madde 30:  Dini ya da dilsel bir azınlığa ya da yerli halka mensup bir çocuğun, kendi kültüründen yararlanma, kendi dininin gereklerini yerine getirme ya da kendi dilini kullanma hakkından yoksun bırakılmaması.

Resmen bir utanç tablosu.

Kardeşiz masalı

Resmi tarih, A ‘dan Z’ye birçok çelişkiyi barındırır kendi içerisinde. Yani devletin ders kitaplarında öğretilmesini istedikleriyle, bilimin, aklın, mantığın ve güncel gerçekliğin hiç mi hiç alakası yoktur.

Örneğin, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda müttefiki Almanya’nın da büyük desteğiyle başarı gösterdiği tek cephe olan Çanakkale cephesi anlatılırken şöyle denilir: "Türk yurdunu işgal etmek isteyen sömürgeci  Avrupalı devletlere, Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Arap’ıyla, Çerkes’iyle hep birlikte omuz omuza savunduk bu vatanı." Bunun anadilde eğitimle ne ilgisi var şimdi dediğinizi duyar gibiyim. Şöyle ki resmi tarihe göre 1915 ‘te din kardeşliği bağlamında bir araya getirilen Anadolu halkları, 1923 itibariyle tek bir kimliğe eviriliyor: Türk kimliğine. Ayrıca tek kimlik yanında tek dili de getiriyor. Çanakkale anlatılırken kardeşlik hikâyelerine konu olan halkların dilleri ne hikmetse birden yasaklanıyor ve "düşman" diye öğretilen, hep Türk devletini yıkmak için bir hinlik peşinde olduğuna inandırılmaya çalıştırılan "İngiliz’in, Fransız’ın” dilleri okullarda okutulmaya başlatılıyor. Tabi ki buradan yabancı dil eğitimine karşı olduğumuz çıkartılmasın. Burada karşı olduğumuz çifte standart. 

'Kardeşim' dediğin Kürt’ün, Laz’ın, Çerkes’in anadillerini ve daha nice Anadolu dilini 100 yıldır yasaklayacaksın, kültürel asimilasyona tabi tutacaksın, dilini, kimliğini, kültürünü yaşatmak isteyene cezalar verip ikinci sınıf vatandaş olarak göreceksin; Ders kitaplarında tertemiz zihinlere militarist ve milliyetçi eğitim vereceksin. Ve bunun da adına da kardeşlik, eşitlik diyeceksin. 

Bu bağlamda ilginç bir veriyi paylaşmak istiyorum: En son yapılan 20 bin öğretmen atamasının branşlara göre dağılımında;  Rusça için 25, Almanca için 210, Arapça için 503, İngilizce için 1938, Kürtçe için ise sadece 3 kontenjan ayrılmış durumda. Diğer dillerin adı bile geçmiyor.

Geçtiğimiz günlerde, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Siirt Milletvekili Sıddık Taş, Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi. Taş önergesinde, "Anadilde eğitim hakkının sağlanması hususunda bakanlığınız bünyesinde hangi çalışmalar yapılmakta?", "Anadilde eğitim hakkı anayasal güvence altına alınacak mıdır?" sorularını yöneltti.

Önergeye yanıt veren Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Anayasa’nın 42’nci maddesine atıfta bulunarak, "Türkçe ‘den başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez" yanıtını verdi.

Diller ölüyor

Türkiye’de yaşayan dil sayısı 39. Bu dillerin büyük bir kısmı yaklaşık 18’i bir sonraki nesle aktarılmadığı için ‘’ölü dil’’ kategorisine girmek üzere.

UNESCO Dünya Tehlike Altındaki Diller Atlas’ına göre Türkiye'de 18 dil yok olmuş veya yok olma tehlikesi altında. Bunların üçü tamamen yok olmuş durumda: Ubik, Mlahso ve Kapadokya Yunancası. Hertevin ise yok olmak üzere. Hertevin ve Mlahso dilleri Süryani dilleri ailesinden, bir diğer Süryani dili olan Turoyo da UNESCO listesinde ciddi tehlike altında olarak görülüyor.

Bu dilleri Ladino ve Gagavuzca dilleri takip ediyor. Bunlar da UNESCO listesinde ciddi olarak tehlikede olan diller arasında. Romanca, Batı Ermenicesi, Hemşince, Lazca, Pontus Yunancası, Abazaca, Suret de yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan dillerden.

Anadilde eğitim böler mi?

Anadilinde eğitim hakkı Türkiye’de şöyle biliniyor: ( Örneğin) Ben Çerkesce anadilinde eğitim alıyorsam sanılıyor ki ben hiç kimseyle Türkçe konuşmayacağım! Anadilinde eğitim veren onlarca ülke var, bu ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de eğer süreç başlarsa anadilde eğitim en basit haliyle şöyle işleyecektir: Devletin kabul edilen bir resmi dilinin yanında, diğer dillerin kanunlarla tanınması ve isteyen insanlara bu dillerde eğitim alma hakkının sunulmasıyla. Anadilinde eğitim alan bir insan zaten o ülkenin resmi dilini zaten öğreniyor. Anadilde eğitim en basit haliyle bu. Türkiye’de - özellikle ırkçı cenah - anadil gibi en temel hakkı öyle bir anlatıyor ki bu süreç başlasa yarın ülke makasla ikiye bölünecekmiş sanılabiliyor. Oysa biliyoruz ki "yaratılan korkularla, algılarla, yalan yanlış argümanlarla" ırkçı, ötekileştirici, ayrıştırıcı dil asıl kamplaştırıcı olan. Suriyeli mülteciler için akşama kadar yalan haber üretme peşine düşen ırkçı, ulusalcı ekip aynı argümanlarla her dönem anadilde eğitim talebine de nefret kusuyor. 

Ne diyorlar? "Konuşan evinde konuşsun, kimse bir şey demiyor." Bunu söyleyenlere şunu hatırlatmak gerekiyor: Siz sadece evde mi nefes alıyorsunuz? 

Hititler de Hititçe’yi evlerinde konuşuyordu tıpkı Urartuların yaptığı gibi. Ancak günümüzde bu dilleri bilen insan sayısı bir elin parmağını geçmez. Çünkü sorun dilin evde konuşulup okulda konuşulmamasından ziyade asimilasyon sorunudur.  Diller ve diğer tüm kültürel öğeler eğer günümüz dünyasında kanunlarla korunmazsa, siyaseten güçlü olan kültür, diğer kültürleri egemenlik altına almaya başlıyor.

Bir ülke, herhangi bir vatandaşının anadilinde korkar olmuşsa, onu kendine tehdit olarak görüyorsa o ülke için ne denilebilir ki? Kürtçe düşünen bir çocuğa 'Türkçe' yaşa demek kültürel asimilasyondur. Bu en temel insan haklarına aykırı bir durumdur. Ulus-devlet anlayışının getirdiği tekçi yapıyla bu topraklarda Türkçe bilmeyen nice anneler, Kürtçe, Ermenice, Lazca, Rumca bilmeyen çocuklar büyüttü.

Şafak Ayhan

Bültene kayıt ol