Çarşafa, başörtüsüne değil liyakata bak

17.03.2021 - 10:31
Şafak Ayhan
Haberi paylaş

Prof.Dr. Sinan Özbek Notos Kitap tarafından 2012 yılında yayınlanan “Irkçılık” adlı kitabının “Irkçılık ve Heterofobi” bölümünde şöyle bir tanımlama yapar: Irkçı, tutuk bir insandır, kendi bilinçaltını bilmek istemez, egemen sınıfın idelerini kendinin kabul eder ve gücü elinde toplamak ister...

Birkaç gündür başta sosyal medyada ve muhalif yayın organlarında haberleştirilmesi yapılan konu Antalya’nın Finike ilçesindeki bir köy okulunda geçiyor. Köydeki İmam’ın eşi olan İlahiyat Fakültesi mezunu kadın ilçe milli eğitim tarafından görevlendiriliyor ve kadın da okulda ve ders sırasında çarşaf giyiyor. 

Sokaktaki insanlara Türkiye’de yaklaşık yüz yıllık bir geçmişi olan “laiklik” kavramının ne olduğunu sorsanız akıllara gelen ilk kelimeler şunlar olur: Yasaklar ve baskılar. Peki, laiklik kavramının yasaklar ve baskı olarak hatırlanmasının sebebi nedir? Tabi ki resmi ideoloji.

Başörtüsü yasakları ne oldu?

Çarşaf, türban, başörtüsü veya herhangi bir kıyafet bu ülkede insanların mesleklerinin önüne hala çok rahat bir şekilde geçebiliyor. Kendisini muhafazakâr olarak tanımlayan parti on sekiz yılı aşkın süredir iktidarda ve diğer yasaklar gibi başörtüsü yasaklarıyla da anılan kendi kavramsallaştırmalarıyla “Eski Türkiye’yle”  bir mücadele içerisinde. Bu mücadeleyi kazandığını iddia ediyor. Ancak, her gelen iktidar her ne kadar özgürlükleri genişlettiğini iddia etse de gerçekte sürecin tam da tersine işlediğini görebiliyoruz. Şu an Türkiye’de tam da olması gerektiği gibi, isteyen kamu çalışanları işyerlerinde başörtüleriyle çalışabiliyor. Fakat özellikle özel sektörde ve bankacılık sektöründe hala “başörtüsü yasakları devam ediyor.” Çoğu özel şirket işe alacağı kişinin mesleki özgeçmişine, niteliklerine bakacağına fotoğrafına bakıyor. Demek ki siyasi iktidar her ne kadar yasakları kaldırdık dese de o özgürlükleri kısıtlayan, insanlar arasında ötekileştirmeyi artıran ötekileştirici ideoloji tüm gücüyle varlığını sürdürüyor. Çünkü iktidar gerçek özgürlüklerle değil sermayenin gücü ve parasıyla ilgileniyor.

Çarşaflı öğretmen konusu da tam olarak böyledir. Eski Türkiye hayranlarıyla, yeni Türkiye yarattığını düşünenler arasında kalan, sadece kendisi gibi olmak isteyen ama olamayan, kendini ifade edemeyen, ne giyeceğine kendi dışında herkesin karar verdiği milyonlarca insan var.

“Çarşaflı öğretmen” tartışmasında sadece kendisi için değil, herkes için özgürlük isteyenlerin tartışacağı nokta kıyafetler veya nesneler olamaz. Burada tartışılması gereken “liyakatsiz” görevlendirmeler olmalıdır. Kadının çarşaflı veya başka bir kıyafetli olması tartışmaların çıkış noktası haline gelirse bu özgürlüklerin kısıtlanmasına onay vermek anlamına gelir. Türkiye’de milyonlarca atama bekleyen öğretmen var. Bu öğretmenlerin yerine okullarda öğretmenlik yapabilmesi için pedagojik formasyona sahip olmayan kişilerin öğretmen olarak görevlendirilmeleri eleştirilmeli, insanların kıyafetleri değil. İmam eşi veya farklı bir meslekten olan kişinin eşi hiç fark etmez, öğretmen mi değil mi? Bu eleştirilmeli. Eşinin mesleği, kendisinin kıyafeti değil. 

Şöyle şeyleri ancak özgürlükleri lafta savunanlar söyleyebilir: “Evet, bizde öğretmen olmamasını eleştiriyoruz bu kişinin, bu kişi öğretmen değil, ama çarşafla da giremez derse...”

Asıl sorun öğretmen olup olmamasında

Bu fikri savunanlara şunu sormak gerekir: Bu kadının öğretmen olup olmamasını mı eleştiriyorsunuz, yoksa çarşaf giyen imam eşi olmasını mı? Eğer öğretmen olmamasını eleştiriyorsanız daha önce neden bu konular bu kadar gündeme gelmedi. Çünkü şu an MEB kadrolarında ucuz iş gücü olarak sömürülen, pedagojik formasyona sahip olmayan -eğitim fakültesi mezunu olmayan- asıl mesleği veterinerlik, iktisat, işletme, muhasebe, mühendislik olan yüzbinlerce insan ücretli öğretmenlik yapıyor. 

Bunlar neden bu kadar haber olamıyor?

Türkiye’de gücünü hâlâ kaybetmemiş bir İslamofobi var. Bununla mücadele etmek gerekir.

Özgürlükçü bir sol için bunlar olmazsa olmaz mücadele alanlarıdır. Çünkü burada sistematik bir ötekileştirme var ve bu da ırkçılığa yol açıyor. Kendisi gibi olmayan kendisi gibi giyinmeyen kendisi gibi düşünmeyenlere karşı bir ötekileştirme bu. Ve bu ötekileştirmede “Laiklik” kavramının arkasına sığınılıyor. Oysa bu kişiler aslında başörtülü, çarşaflı, sarıklı, sakallı veya inancı gereği herhangi bir kıyafet giyinen kadın ya da erkeği istemiyor, onunla aynı ülkeyi aynı şehri aynı mahalleyi paylaşmak istemiyor. 

Şöyle düşünelim: Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birinin eğitim fakültesinden mezun oluyorsunuz. Merkezi sınavlardan (KPSS, ALES, YDS vb.) yüksek puanlar alıyorsunuz. Birden fazla dil biliyorsunuz, alanınızda çok yetkinsiniz ve öğretmenlik yapmak istiyorsunuz ancak kıyafet tercihinizden dolayı öğretmenlik yapamazsınız deniliyor. Bu anlayış hangi adalet kavramına girer, hangi özgür düşünce ve özgür vicdan kavramı bu haksızlığı sahiplenebilir?

Kapitalizme karşı verilmesi gereken mücadele bir özgürlük mücadelesi olarak ele alınmalıdır aynı zamanda.

Şafak Ayhan

Bültene kayıt ol