Nomadland: Büyülü manzaralar, göçebelik ve orta yaş üstü prekaryalar

15.03.2021 - 10:57
Sibel Erduman
Haberi paylaş

Filme, tek başına karavanıyla Amerika’nın batısındaki görkemli manzaradan geçen kadın kahramanınızın bakışıyla başlıyoruz. Ne yalan söyleyeyim daha önce film hakkında hiçbir şey okumadan izlemeye başladığım için ve ben de orta yaşı biraz geçmeye başlamış birisi olarak hayal edebileceğim bir yol filmi diye pek hoşuma gitti. Film hem kurgu hem belgesel tadında. Yönetmen Chloe Zhao çoğunlukla profesyonel olmayan oyunculardan oluşan oyuncu kadrosunun gerçek hayat hikâyeleri etrafında geliştirilen filmler yapıyor. Bu arada film modern Amerika’nın bir portresi olarak çok övüldü.

Film karavanla gezen bir kadın romantikliğini seyirciye geçiriyor sahiden.  Ama daha sonra Amazon’da çalışma ve diğer detayları girince o kadar da romantik bir film olmayacağını düşünüyorsunuz ama değil.  Başkahraman Fern’i canlandıran Frances McDormand’ın son Vogue kapak öyküsünde yayınlanan röportajına göre filmin 40'lı yaşlarında sahip olduğu bir fanteziden yola çıkılarak yapıldığını öğreniyoruz. Film yapımcısı Joel Coen'e şunları söylüyor: "65 yaşıma geldiğimde, adımı Fern olarak değiştiriyorum, sigara içiyorum Lucky Strikes, Wild Turkey viski içiyorum, bir karavan alıyorum ve yola çıkıyorum." Film aslında gazeteci Jessica Bruder’ın 2017 tarihli Nomadland: Surviving America in the Twenty-First Century adlı kitabından uyarlama. McDormand’da bu kitabı okuyunca bu vizyonu hayata geçirmek için Chole Zhao ile görüşmüş. Dolayısıyla kitaptan bahsetmek lazım ve filmi kitap ile birlikte değerlendirmek daha iyi olacaktır diye düşünüyorum. (Kitabı okumadım, kitap hakkında iki değerlendirme yazısı okudum.)

Kitabın yazıldığı tarihte ABD’de Büyük Durgunluk döneminde hacizlerle evleri elinden alınmış ve buharlaşmış yatırımlarından dolayı birçok yaşlı yola çıkmaya mecbur kalmış. Yazar, ülkenin dört bir yanında, yetersiz sosyal güvenlik yardımlarıyla da geçinemeyince araçlarında yaşayan ve hayatta kalmak için zorlu fiziksel emek harcayan yaşlı Amerikalılarla tanışmış. 

Amazon'un karavanda yaşayan emekliler için iş programı olan CamperForce'da mevsimlik bir işçi, Amazon deposundaki vardiyaları sırasında tarayıcıda sürekli aynı şeyi yapmaktan baş dönmesi yaşayıp acil servise taşınmış. Başka bir CamperForce çalışanı olan 71 yaşındaki Chuck Stout, Amazon'daki konveyör bandından fırlayan bir kutuyla yere düşmüş, kafası zemine çarpmış ve birkaç dakika sonra, kurum içi sağlık görevlileri onu ayağa kaldırıp beyin sarsıntısı olmadığını söyledikten sonra işine geri göndermiş.

Bu arada geçinemeyen ve her şeylerini kaybeden göçebeler sadece Amazon'da çalışmaktan dolayı iş kazası geçirmiyorlar. Linda May, California'da bir kamp sahibi olarak çalışırken, bir çöplüğü ayıya karşı korurken bir kaburga kemiğini kırmış, 72 yaşındaki Charlene Swankie, Rockies'te kamp yeri düzenlerken üç kaburga kemiğini kırmış. 68 yaşındaki Steve Booher, bir eğlence parkında görev yaparken, bir yükleme platformundan bir taşıma bandının üzerine düşerek kafatasını kırıp ölmüş.

Bruder, göçebeleri “tak ve çalıştır işgücü, mevsimlik personel arayışında işverenler için kolaylığın özü olarak tanımlıyor. Nerede ve ne zaman ihtiyaç duyulursa oradadırlar. Evlerini beraberlerinde getiriyorlar. Sendikalaşacak kadar uzun süre ortalıkta değiller. Fiziksel olarak zor olan işlerde, çoğu vardiyadan sonra sosyalleşemeyecek kadar yorgun." 77 yaşındaki bir işçinin söylediği gibi: "Güvenilir olduğumuz için emeklileri seviyorlar. Ortaya çıkacağız, çok çalışacağız ve temelde köle işçiyiz. "

Bruder, bu "kazaların" ülkenin en savunmasız durumundan yararlanan bir ekonomik sistemin mantıksal sonuçları olduğunu anlatıyor. Filme dönersek oyuncalar bu manzaranın önüne konulmuş kurgusal karakterler. En önemlisi kitaptaki konuların aksine Fern’in Amazon’daki zamanı da dâhil olmak üzere işleriyle ilgili hiçbir şikâyeti yok. Film aslında onun etrafında döndüğü için yazarın kitaptaki kapitalist sömürüye yönelik keskin öfkesini ve geçici işlerin zorbalığına yaptığı vurguyu, yönetmen kafası karışık bir bireysel özgürlükle değiştiriyor.

Filmin hikâyesinde Fern, ABD’de alçı taşı yapan bir şirketteki işini ve evini kaybeder. Fern duldur. Kocası da ölmeden önce aynı şirkette çalışıyordur. Fern kocasının hatırasıyla yaşar, daha güvenli daha basit yaşamlarının hatırasını taşır beraberinde. Fern’in yolu tercih etmesinin nedeninin başka alternatifi olmamasından kaynaklanmadığını ama yasını tutup başka olasılıklara açık olmak istediği için yola çıktığını anlıyorsunuz. Fern kendisini önemsiyor, ekonomik olarak güvenli banliyölerdeki oda tekliflerini reddediyor. Kamyonetini onarmak için kız kardeşinden borç almak zorunda kalıyor ama borcunu ödeyeceği konusunda ısrar ediyor. O bir kurban değil, özgür bir kadın ve Lucky Strike içiyor. Haklarından mahrum edilmiş insanların cesur, dirençli insanlar olması ve böyle tasvir edilmesinde yanlış bir şey yok tabii. 

Ama film Fern’i hem bu kadar özgür hem göçebe işçiliğin bu kadar çıplak gerçeğini yaşayan birisi olarak tasvir edemeyeceğine karar vermiş gözüküyor. Tüm göçebe işçiliğin berbatlığından arıtıldığını görüyoruz. Bir sahnede işten sonra Fern’e eski bir arkadaşı “Amazon’da çalışmak nasıl?” diye sorar. Fern ‘iyi para veriyorlar’ der. Filmin, patronu dünyanın en zengini olan dev gibi bir şirketle ilgili söylediği şey bu kadardır. Fern’in yaptığı diğer geçici işlerde de aynı şey söz konusu. İşçiler değişebilen bir arka planı oluşturuyor, başa çıkmaları gereken sorunlar uçup gidiyor bir yerlere. 

Yönetmenle yapılan bir röportajda Zhao, ‘insan tecrübelerine odaklandım, politik beyanların ötesine geçen daha evrensel şeylere odaklandım; sevdiği birisini kaybetmek, ev aramak gibi.’ diyor. Politikayı filmin her karesini yerleştirdiğini söylemiş. 

Gerçek göçebe çalışanlar ise kamp yeri ücretlerini karşılamaya yardımcı olacak bir maaşın yanı sıra ölmeden geçinecek bir para için dev gibi Amazon iş hanlarında günde 10 km yürüyorlarmış. Bruder'ın kitabının sonlarına doğru Linda May, Amazon ile ilgili: "Bu lanet işten nefret ediyorum," diyor ve şirketi "muhtemelen dünyada en büyük köle sahibi” olarak değerlendiriyor. Bir başka yaşlı CamperForce çalışanı Patty DiPino, Bruder'a arkadaşlarına Amazon'dan alışveriş yapmamalarını söylediğini itiraf eder. Patty DiPino kanserden ölünce bir arkadaşı; ‘sonunda borçtan kurtuldun, evindesin sonunda. Artık çölde soğuktan donmak, kamp yeri aramak gibi derdin olmayacak” diye yazmış.

Filmin açtığı alan aslında kapitalistlerin en sevdiği konuşma konusu; tüm haklardan ve faydalardan mahrum kalan geçici işler, işçilerin istediği şeydir, çünkü özgürlük! Çünkü esneklik! Gerçek şu ki, film, pandemi gibi krizler sırasında geçici işlerin bulunmasının genellikle daha zor olduğu ve yalnızca işçiler açısından belirsizliğin arttığı zor zamanlarda, geçici işleri bir sığınak olarak tasvir ediyor. 

Filmde Amerika’nın o özgür ülke portresine halel getirmemek gibi bir çaba var.  Film, hikâyenin yarısını anlatarak, Bruder’in kitabını yürek burkan hale getiren temel kavrayışı kaçırıyor: Amerikan ekonomik sisteminden kaçış yok ve sürekli göçebeler üzerinden yürüyor. Sadece onları evsiz bırakarak değil, aynı zamanda güvencesizliklerini doğrudan sömürerek yapıyor.

Bu arada Amazon patronları, çalışanlarını neredeyse yarım milyon Amerikalının ölümüne neden olan bir virüs salgınında şaşırtıcı bir servet kazandılar. 

Filmde bazı fırsatlar kaçırılmış, belgesel formatına da sahip olduğu için daha da bir yanılsama yaratıyor. Filmde gerçeğin aciliyeti tamamen dışarıda bırakılmış. 

Sibel Erduman

Bültene kayıt ol