Kasım ayını henüz yarılamışken 15 kadın, erkek şiddeti sebebiyle hayatını kaybetti.
Bu cinayetlerin yarısından fazlası beraber olduğu, görüştüğü veya evli/nişanlı olduğu erkek tarafından işlendi. 3 tanesi eski partner/eş tarafından, 1 tanesi ise baba tarafından işlendi. Bu veriler de ortaya koyuyor ki evler kadınlar için oldukça güvensiz.
Her ne kadar bu cinayetlerin ortak sebebi erkek şiddeti olsa da gerekçeleri çeşitli: kıskançlık, kadının boşanmak ya da ayrılmak istemesi, hatta kahvaltı hazırlamaması! Bunlar, yalnızca bireysel şiddeti göstermekle kalmıyor; devletin faillere verdiği cesareti de gözler önüne seriyor. Kadınlar ne yaparsa yapsın erkek şiddetine gerekçe bitmiyor, devlet onları korudukça failler öldürüyor.
Koruma talebi reddedilmişti
Çilem Kılıç boşandığı erkek hakkında koruma talep etmişti. Talebi reddedilmişti. Daha sonra aynı erkek tarafından öldürüldü.
Emine P.’nin evli olduğu erkek hakkında koruma kararı çıkarılmıştı, fakat bu kararın uygulanmaması Emine P.’nin canına mal oldu.
Şiddet cinayetle başlamadı. Öldürülen kadınlar önceden şiddet görmüş, tehdit ve takip edilmiş olmasına ve kimi zaman şikâyet edip yardım istemesine rağmen korunamadı, daha doğrusu korunmadı. Bu cinayetlerden yalnız failler değil; kadınları korumayan, İstanbul Sözleşmesi'ni uygulamayan yöneticiler de aynı şekilde sorumlu.
Asıl sorun boşanmalar değil erkek şiddeti
Kadınlar genellikle daha önceden de şiddet görmüş olmasına rağmen boşanmaya cesaret edemiyor. Şiddetten kurtulmak için boşanmak isterken, boşanmanın da şiddete sebep olabileceğinden endişeleniyor.
Türkiye'de kadınlar 94 yıl önce yasal olarak boşanma hakkı elde ettiler. Gelgelelim istediklerinde boşanmalarının önündeki engeller hâlâ kaldırılmadı: ekonomik bağımlılık, boşanmış kadınlara yönelik toplumsal baskı, kadın istihdamındaki yetersizlik, boşanılan erkeğin kendisine musallat olacağı, kendisini öldüreceği korkusu...
Bu engeller, İstanbul Sözleşmesi uygulanmadığı sürece de ortadan kalkmayacak. İstanbul Sözleşmesi üzerinden boşanmaları toplumsal bir çöküş olarak gösteren siyasiler, yazarlar ve medya, hem şiddet gören kadının boşanmasını zorlaştırıyor hem de boşanmak istenen faile cesaret veriyor.
İşlenen her bir cinayet İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasının ne kadar acil olduğunu gözler önüne seriyor. Hiçbir önleyici politika geliştirmeksizin bireylerden medet ummak, potansiyel failleri ikna edeceği düşünülen duygu odaklı kamu spotları yayınlamak çok etkili bir yöntem olmasa gerek ki hükümetin yayınladığı onca kamu spotuna rağmen erkek şiddeti artarak çoğalıyor. Çünkü potansiyel failleri ikna edebilecek asıl şey, mağdur kadınları koruyan hukuki bir altyapı ve adil bir yargı. İşte bu yüzden kadın mücadelesinin temel talepleri de bunlar.
Kadın cinayetlerini önlemek için devletin en acil sorumluluğu İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamak. Bu sorumluluğunu yerine getirmediği sürece devlet, failler kadar suçlu, failler kadar tehlikeli.
Melike Işık