Eğitim öğretim döneminin online olarak başlamasıyla birlikte eğitimdeki eşitsizlikler yine gün yüzüne çıktı. Sosyal medyada çok sayıda öğretmen, maddi imkansızlıklar sebebiyle eğitim hakkından mahrum bırakılan öğrencilerini gündeme getirdi. Bu paylaşımlardan anlaşıldığı üzere, öğrenciler kimi zaman internet yetmediği için kimi zaman ise gerekli aygıtlara sahip olmadığı ya da mevcut aygıtlar evdeki çocuk sayısından az olduğu için eğitim hakkından mahrum kalıyor.
Tek bir öğrencinin dahi maddi yetersizlikler sebebiyle eğitim hakkından mahrum kalması kabul edilemez. Nitelikli ve eşit eğitim her çocuğun hakkıdır.
Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Türkiye’nin dünyadaki en iyi dijital eğitim altyapısını kurulduğunu iddia etmişti. Görünen o ki Ziya Selçuk’un öve öve bitiremediği “en iyi altyapılı eğitim” yoksullara ulaşamıyor. Eğitim, farklı ekonomik koşullara, farklı yeteneklere ve zekâ çeşitlerine sahip her öğrenciye erişilebilir olmadığı sürece övgüyü hak etmez. Oysa görünen o ki mevcut eğitim, çok küçük bir kesime hitap eden; yoksul ailelerin çocuklarını görmezden gelen, yalnız belirli alanlara odaklı, teknik olarak yetersiz bir eğitim.
Pandemi sürecinde eğitimden memnun olmayan milyonlarca öğrencinin aksine Ziya Selçuk salgın döneminde “eğitimin gelişiminden ödün verilmediğini” ve yeni başarı hikayelerinin yazıldığını iddia etti. Selçuk’un burada ne çeşit bir başarıdan bahsettiği merak konusu. Zira geçtiğimiz Liseye Geçiş Sınavı’nda (LGS) öğrenciler 20 soruluk matematik testinde ortalama 4.89 doğru cevap verebildi. Bu başarısızlık öğrencilerin değil, eğitim sisteminin ve eğitimde eşitliği sağlayamayan yöneticilerin başarısızlığı.
Talep var arz yok
Eğitimin niteliksizliği ve eşitsizliği bir yana, teknik sorunlar da oldukça ciddi. Kimi öğrenciler, sistemden atıldıklarını, derse bağlanamadıklarını dile getiriyor. Dönemin başında ise Eğitim Bilişim Ağı (EBA) çöktü. Sisteme giriş yapamayan öğretmen ve öğrenciler “çok kalabalık” uyarısıyla karşılaştı. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un bu probleme yaklaşımı oldukça şaşırtıcıydı. Kendisi bu sorunu, “inanılmaz bir talep olmasıyla” açıkladı ve olumlu bir haber olarak değerlendirdi. Oysa Selçuk’un kaçırdığı çok önemli bir nokta vardı: Eğitim piyasaya sunulan ve talebi sevindirici olmaya yeten bir meta değil; her bir öğrenci hesaba katılarak karşılanması şart olan bir ihtiyaç.
Görünen o ki Selçuk, Türkiye’nin dünyadaki en iyi dijital eğitim altyapılarından birine sahip olduğunu söylerken talepten, yani başka bir deyişle ülkedeki öğrenci sayısından bihaber. Ya da belki eğitimin bir hak ve ihtiyaç olduğundan bihaber. Aksi takdirde piyasaya sunduğu ürün, tahmininden çok talep görmüşçesine duyduğu bu heyecan ve sevincini anlamlandırmak mümkün değil.
Öğrencilere 8 GB internet verildiği söylenerek sanki tüm eşitsizlik bertaraf edilmiş gibi gösterilse de bu 8 GB, canlı dersleri kapsamıyor. Öğrenciler çoğunlukla ebeveynlerinin internetini kullanıyor, bu internet bittiğinde ise derse katılamıyor. Canlı dersleri kapsamaması bir yana 8 GB “online eğitimde dünyaya örnek olmak” için yeterli bir miktar olmadığını söylemeye herhalde gerek yok. “8 GB internet hakkı”, “herkese tablet” gibi söylemlerle eşitsizliğin üstü örtülmeye çalışılsa da maalesef yoksulluk gibi çok ciddi engeller var. Otoriteler, adeta yoksulluk sorununa hiçbir çözüm getirmeksizin eğitime erişim sorununu çözmenin bir yolunu arıyor ve elbette bulamıyorlar. Yoksulluk öylesine normalleştiriliyor ki yadırganmak şöyle dursun varlığı ve kökenleri üstüne düşünülmüyor, takdir-i ilahi kabul ediliyor.
Ne zaman herkesin erişebildiği, ücretsiz, nitelikli ve eşit eğitim hakkı sağlanır o zaman dünyaya örnek olmaktan bahsedilebilir. Fakat bu şartlarda dilerim dünya, Ziya Selçuk’un sözünü dinleyip de Türkiye’deki sistemi örnek almaya kalkmaz.
Melike Işık