Sakarya’daki saldırıyı yeterince ırkçı bulmayanlar ve medya

08.09.2020 - 13:18
Melike Işık
Haberi paylaş

Sakarya’da 4 Eylül günü mevsimlik Kürt tarım işçilerine yönelik ırkçı bir saldırı gerçekleşti. Kürt işçiler önce işverenin torunu tarafından hakaretlere maruz kaldılar. Ardından işverenin diğer akrabaları da olaya karıştı. İşçiler eşyalarıyla birlikte yakılmakla tehdit edildiler, ardından darp edildiler. İşçiler, aramalarına rağmen jandarmanın gelmediğini aktardı. Bunun ardından Sakarya Valiliği bahsedilen olayın 22 Ağustos’taki -yine Kürt işçilere yönelik- bir başka saldırı olduğunu söyleyerek 4 Eylül’deki saldırıyı yalanladı. Fakat sonradan saldırganlar gözaltına alındı, Vali saldırıya uğrayan köylüleri aradı ve böylelikle ırkçı saldırı kabullenmiş oldu.

Valiliğin “yalanlaması” Kürtlere karşı ırkçı saldırıların sürekliliğini daha da açık bir şekilde gözler önüne serdi. 2 yıl önce yine Sakarya’da bir baba-oğul Kürtçe konuştukları için silahla vurularak öldürülmüştü. Tüm bu olaylar ırkçılığa karşı mücadelenin aciliyetini gösteriyor. 

Sakarya’da gerçekleştirilen saldırılar, hiç de iddia edildiği gibi münferit vakalar değil. Bunlar, sistematik bir şekilde gerçekleştirilen ırkçı saldırıların yalnızca medyaya yansıyan ufak bir parçası. Bu olayın ardında buna benzer nice ırkçı saldırı, üstü örtülen nice vaka var. Sakarya olayında olduğu gibi, bu vakalardan biri medyaya yansıyarak ses getirdiğinde ise bunun “etle tırnak gibi olan Kürt ve Türkler arasındaki münferit bir vaka” olduğuna inanmamız bekleniyor. Fakat biz bunun adını koymakta ısrarcı olmalıyız; bunun adı ırkçılık. Bu, ne otoritelerin Kürtleri sürekli potansiyel suçlu olarak yansıtmasından, ne zararsız gösterilmeye çalışılan milliyetçi söylemlerden, ne de medyanın kullandığı ırkçı dilden bağımsız. 

Olayın ardından AKP milletvekilleri ve medya, ırkçılığı yok saymada birbiriyle yarışmaya başladı. Konunun ırkçılıkla ilgili olmadığı iddia edildi. Birçok ırkçı saldırının gerçekleştiği Sakarya’nın “tam bir huzur kenti” olduğu iddia edildi. Yetkililer tarafından ırkçılığın görmezden gelindiği bu “huzur kentinde” Kürtlere yer olmadığı ise açık. 

Irkçı saldırı

Saldırının sosyal medyada hızla yayılmasının ardından, bu saldırının ırkçı bir saldırı mı yoksa sınıfsal mı olduğu yönünde tartışmalar başladı. 

Bir kesim, sanki Kürtlere yönelik hakaretler, saldırılar yıllardır olağan değilmiş gibi olayın ırkçılıkla ilişkilendirilmesini hayretle karşıladı. Fakat zannediyorum ki hayatının her aşamasında, okulda, iş yerinde, sokakta, medyada ırkçılığa maruz kalmış Kürtler için bu ilişkilendirme hiç de şaşırtıcı değildir. Bizim için asıl şaşırtıcı olan ırkçılığın böylesine görmezden gelinmesi, yok sayılırsa gerçekten yok olacağı inancıdır. Irkçılık yalnız Amerika’da değil, Türkiye’de de bir o kadar ciddi bir problemdir. Kendisine karşı mücadele edilmedikçe de ortadan kalkması mümkün değildir. Bu yüzden bu saldırının esas olarak ırkçı bir saldırı olduğunu kabul etmek gerekiyor. 

Birçok haber sitesi söz konusu saldırının haberini yaparken işçilerin Kürt olduğunu yazmayı “unutmuş”. Buna muhalif gazeteler de dahil. Özellikle Sakarya Valiliği ve AKP milletvekillerinin, ırkçı saldırının “manipülatif basının uydurması” olduğunu söylediğini düşünecek olursak, bunun ırkçı bir saldırı olduğunu dile getirmek daha da önemli hale geliyor. 

Bu saldırılar, ne buna maruz kalanların işçi olmasından, ne de Kürt olmalarından bağımsız düşünülebilir. Patronun saldırı sırasında işçilere, “Siz burayı memleketiniz mi sandınız? Burası bizim” ve “İsterseniz jandarmanın sülalesini çağırın. Jandarma benim arkamda” dediği aktarılıyor. Saldırgan bunları söylerken elbette hem patron olmasının verdiği güçle hem de karşısındakilerin sıkça kriminalize edilen Kürtler olmasından cesaret alarak konuşuyor. Yoksa bir suçlu nasıl olur da jandarmanın kendi arkasında olduğunu düşünebilir? Bunda, ne Kürtlerin sürekli olarak potansiyel suçlu olarak görülmesinin, ne de olayın sınıfsal boyutunun etkisi yadsınabilir.

Olay elbette birkaç saldırgandan ibaret görülmemeli. Bunda hem ırkçı medyanın, hem siyasetçilerin, hem de patronlara güç veren kapitalizmin payı var. Özetle ırkçı patronun arkasını yaslayabildiği güçlerin payı var. Bunlar patrona cesaret veriyor, yaptıklarının yanına kalacağını düşündürüyor. Buna karşılık bizim elimizde de ırkçılık karşıtı mücadele ve işçilerin birliği var.

Melike Işık

[email protected]

Bültene kayıt ol