Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yakın zamana kadar ibadete açılması taleplerine karşı çıktığı, Danıştay’ın yıllardır yapılan başvuruları reddettiği Ayasofya'nın, hızla cami olarak ibadete açılmasındaki amaç ne?
Kimine göre bu oy için yapılmış bir hamle. Elbette oy için. AKP-MHP ittifakının toplam oyları yüzde 40'ı bulmuyor. Bu ittifakın, yıllardır Ayasofya ibadete açılsın kampanyası yapan Saadet Partisi seçmenlerinin oyuna, Davutoğlu ve Babacan partilerinin AKP'den koparacağı oylara ihtiyacı var. İktidar için tek bir oy bile önemli. Çünkü iktidar ne yaparsa yapsın, Millet İttifakı partilerinin seçmenlerinden veya HDP’nin seçmenlerinden oy alamıyor.
Kimilerine göre de kitlesel işsizlik dalgası (DİSK'in son araştırmasına göre işsizlerin sayısı toplam iş gücünün yüzde 40'ını oluşturuyor), salgının yayılışı, baroların bölünmesi ve savunma üzerinde iktidar kontrolünün artırılması gibi kronik sorunların üstü örtülüp, gündem değiştirmek için böyle yapıldı. Son haftalarda ayyuka çıkan başarısızlıklarının ve tabandaki erimenin üstünü örtmek isteyen AKP propaganda aygıtı için Ayasofya bulunmaz bir malzeme. Ama kriz dönemlerinde gündemler öyle kolayca değiştirilemiyor.
Kısaca, bu hamle sadece oy ve başarısızlıkların üzerine örtmek için yapılmadı.
Uluslararası koşullar
Ayasofya'nın bir gecede camiden müzeye dönüştürülmesi gibi, bir gecede yeniden cami yapılması, Türkiye'yi yönetenlerin dönemsel olarak uluslararası ilişkilerde yeni bir tutum alma, eski sözleşmeleri bir kenara atıp yeni kontratlar yapma hamlesidir.
Ayasofya'nın müze yapılma kararı 1931-1935 yılları arasında, Mustafa Kemal ve devlet elitlerinin, ABD ve müttefiklerinin şekillendirdiği Birleşmiş Milletler'in bir parçası olma amacıyla verilmiş, siyasi bir karardır. Bu karar, Almanya'da Hitler'in iktidara geldiği dönemde, hem Batı emperyalizmi ile ittifakı koruma, hem de Türk burjuvazisinin iş yapma isteği gibi gözüküyor.
Büyük bir salgının ortasında, ekonomik krizin büyük buhrana doğru gittiği, devletlerin ulusal korumacılık yoluyla içe kapandığı, ticaret savaşlarıyla birlikte şiddetli bölgesel savaşların yaşandığı günümüz dünyasında, emperyalist devletlerin hegemonyası zayıflıyor. Trump uluslararası sözleşmeleri yırtıp attıktan sonra, emperyalist devletlerin altında konumlanan bölgesel güçler, Türkiye gibi alt-emperyalist devletler, eski sözleşmeleri bir kenara atıp, uluslararası ve bölgesel rakiplerine meydan okuma alanı buluyor. Lozan anlaşmasının imzalandığı gün olan 24 Temmuz'da Ayasofya'da namaza başlanması buna bir örnek.
Milliyetçi-muhafazakâr yönelim
Ayasofya'nın ibadete açılması, Mavi Vatan adı verilen yeni bir doktrinle Türkiye'nin Doğu Akdeniz ve Ege'de ofansif bir duruma geçmesinden, Irak'ta ve Suriye'de askeri üslerle geniş bir alanın kontrol edilmesinden, tarihsel rakip Yunanistan'la askeri gerilimin artırılmasından ayrı düşünülemez. Misak-ı milli sınırlarına dönmek Türkiye devletinin tarihsel hedefidir ve bugünkü uluslararası koşullar buna müsait. Bu dış politikanın içerideki sonucu ise, aşırı sağcılığın dozunun artışı oluyor.
Türkiye'yi yönetenler alt-emperyalist milliyetçi bir yönelime girerken resmi ideolojide de değişikliklere gidiliyor. Erdoğan'ın Mustafa Kemal'i karşısına almadan 1930'ların tek parti iktidarını ihanetle suçlaması, uzun süredir zikredilen dindarlarla barışık milliyetçi muhafazakâr devlet yöneliminin ideolojik ifadesi. Bu sadece Türkçü-İslamcı akımların Batıcılıkla hesaplaşması için değil, resmi ideolojinin tamir edilip milliyetçi-muhafazakâr yönetime toplumsal taban sağlamak için de yapılıyor. AKP'yle rakip ya da düşman olan muhalefet partilerinin neredeyse tamamı Ayasofya kararını destekledi.
Ayasofya'nın cami olarak ibadete açılması siyasi bir karardır ve milliyetçi-muhafazakâr ittifakın diğer politikalarıyla birlikte ele alınmalıdır. İşçiler için asıl soru, tüm bunların kendileri için ekonomik ve sosyal sonuçlarının ne olacağıdır.
İşçilerin açısından sonuçlar
Türkiye kapitalizmi derin bir borç krizi yaşıyor ve borçlarını ödeyebilmek için gerekli borcu bulamıyor. Karmakarışık uluslararası koşullarda ABD, Rusya ve Avrupa Birliği, Ayasofya hakkında bazı itirazlarda bulunabilir, ancak bir yaptırım getirmeyebilir. Fakat son kararla birlikte Türkiye kapitalizmi için borç kapılarının daha da azaldığı bir gerçek. Katar ve Libya üzerinden 500 milyar dolara varan borç meblağının kapatılamayacağı açık. Patronların borç krizinin faturası, dönüp dolaşıp yine emekçilerin önüne getirilecektir.
Birçok ülkeye asker gönderilmesinin, Suriye ve Libya savaşlarına ortak olunmasının büyük bir ekonomik maliyeti var. Salgın ve borç krizine eklenen bu maliyet hangi kaynaklarla karşılanacak? Savunma harcamaları artarsa, eğitim ve sağlığa yapılan harcamalar azalır.
Milliyetçi muhafazakâr yönetim (bazıları buna milli diktatörlük de diyor), demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlayarak, işçilerin ve emekçilerin talepleri için mücadele etmelerini olabildiğince bastırmaya çalışacaktır.
Uluslararası koşullarda belirsizlik hâkim iken, Türkiye'yi milliyetçi-muhafazakâr yöne doğru itenlerin tarihsel hedeflerini gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceği belirsiz. Fakat bu yöne doğru atılan her adımda emekçilerin geliri azalıyor, borcu artıyor, hak ve özgürlükleri kısıtlanıyor.
Yunan emekçileri, Türk emekçilerinin düşmanı değildir. Suriyeli, Avrupalı, Amerikalı işçilerin düşmanımız olmadığı gibi. Dünyanın her yerinde ve Türkiye'de işçiler birleşmeli ve acil talepleri için mücadele etmelidir. Sandığın kurulmasını beklemek değerli bir zamanın boşa harcanmasıdır.
Volkan Akyıldırım