"Artık yasak olmayan her şey mecburi" Amin Maalouf / Uygarlıkların Batışı.
Amin Maalouf Uygarlıkların Batışı kitabında bu cümleyi kitabın anlatıldığı coğrafyada otoriterleşmeyi tanımlamak adına kullanıyor. Kitabın kendisinde tartışmaya açık tanım ve çıkarımlar elbette var ancak bu cümle bugün bütün dünyada yaşanan Koronavirüs felaketinde alınan önlemlerin ikiyüzlülüğünü tanımlamak için çok uygun.
20 yaş altı ve 65 yaş üstünün evden çıkması yasak. Ama 20 yaş altı tarlalarda çalışan mevsimlik işçilerin işe gitmesi serbest. Burada kullandığımız serbestlik kelimesini elbette bir mecburiyet olarak kabul etmekteyiz. Hafta sonları uygulanan sokağa çıkma yasağı var. Ancak yine bazı sektörler çalışanları hariç. Parklar ve sahiller yasak ancak evsizlerin özellikle büyük şehirlerde oraları barınak olarak kullandıklarını biliyoruz. Yasak dışı kalanların da sokaklara maskesiz çıkması yasak ancak bu arada maske almak da yasak! Devlet dağıtacak. Başvuru yapmak zorundayız. Evlerde birincil ihtiyaçlarımızı almaya dışarı çıkmak için devletin maskelerimizi göndermesini bekliyoruz. Bu felaketi birlikte atlatacağız söylemleri her gün tekrarlanıyor ama dayanışmak yasak. Dayanışmak sadece devletle dayanışılacaksa ile serbest. Sürekli ekonomik paketler açıklanıyor ve bilmem kaç milyon TL’nin biz vatandaşlara aktarıldığı açıklanıyor. İş gücü olarak kullanılan ancak vatandaş olmayanlara bu kaynakların aktarılması yasak. Hastalık belirtisi gösterenlerin sağlık kuruluşlarına başvurması zorunlu ancak yine göçmen ve mültecilerin durumu belirsiz. Evde kalmak mecburi ama evi olmayan binlerce mülteci ve göçmene yol kenarlarında nereye gideceğini bilmeden çoluk çocuk beklemek mecburi.
Uygarlıkların batışını ve çırpınışlarını bu çelişkilerden okumak mümkün. Hepimizin birlikte olduklarını söyledikleri gemilerinin tepe kameralarının su almaya başladığı gerçeği artık apaçık ortada. Ve hepimizin birlikte olduğunu söyledikleri gemide filikaların kimler için hazırlandığını açıklanan paketler ile görüyoruz. Patronların, işverenlerin yükünü azaltmaya yönelik açıklanan milyonluk paketler karşısında kendi hayatlarımızı kurtarmak için harcanan ödenekler ise yine bizden kesilen işsizlik ve emeklilik fonlarından harcanıyor. Üstelik bunlar da yetmeyeceği için bizlerden IBAN numaraları ile dayanışma bekliyorlar. Çalışanlara yönelik açıklanan önlem ve kararlar ise gelecek kaygısını ortadan kaldırmaktan uzak geçici, ağıza bal çalmak düzeyinde. Birkaç ayı kapsayan işten çıkarma yasakları, bir kişinin dahi bir ay boyunca insanca yaşamasına yetmeyecek ve asıl olarak patronların yükünü sırtlayan aylık verilecek geçici geçim ödenekleri belirtilen süreler sonrasında ne olacağına dair bir güvence vermiyor.
Kapitalizm bir süredir hem siyasi hem ekonomik bir krizde ve dünyada bu eğilim otoriterleşme olarak karşımıza çıktı. Ancak beklenmeyen sağlık krizi bir süredir çırpınan iktidarları tüm hesaplarını değiştirmek zorunda bıraktı. Elbette kapitalizm önceliğini sermayeye verdi ve yine başta üretimi ve bankaları korumak üzere önlemler ve kaynaklar yarattı. Bunun yanında toplum sağlığı için öngörülmeyen harcamalar yapmak durumunda kaldı. Şimdi ise yaşanan felaketlerin büyüklüğüne bakmaksızın bir an önce üretime ara vermemeye/devam etmeye çalışıyor. Devletler insan hayatına değil kârâ öncelik verdi.
Yıllardır bilim insanlarının, aktivistlerin ve işçi sınıfının uyarı ve taleplerini görmezden gelenler bugün işçi sınıfının yanında dünyanın kaynaklarını da açgözlülükle sömürmenin bedelini ağır ödüyor. Sağlığa harcanacak bütçeyi bankalara ve savaşa aktaranlar bugün milyonları ölüm ile karşı karşıya bıraktı. Üstelik bu kriz karşısında dayanışmaların, grevlerin ve tüm örgütlenmelerin önünü kesmek adına önlemler alıyor.
İşçi sınıfı iktidarların bütün çırpınışlarının boşuna olduğunu her koşulda olduğu gibi bugünün koşullarında da gösteriyor. İtalya’da, İspanya’da çalışmak zorunda kalan işçiler iş bırakma eylemlerine ve grevlere gittiler. Sağlık çalışanları ile dayanışma eylemleri iktidarları teşhir etme ve talepleri dillendirme eylemlerine dönüştü. Dünyanın her yerinde evlerden şarkılar ile yükselen enternasyonal marşıyla dayanışma örnekleri yaşandı.
Bugün yaşanan krizi nasıl atlatacağımızı düşünürken ve beklerken bakmamız gereken iktidar kürsüleri değil. Fabrika önlerinde ikişer metre mesafe ile yapılan iş bırakma eylemleri, mahalle dayanışmalarından birbirinden öğrenerek evrensel bir dayanışmaya dönüşen balkonlar, tüm karanlık senaryolara rağmen başka bir dünya için örgütlenmeye devam eden işçi sınıfının ve ezilenlerin kararlı mücadelesi olmalı.
Başka bir dünya mümkün değil sadece bugünün koşullarının gösterdiği gibi mecburi. Onların uygarlığı batarken yeni bir uygarlık için; yaşasın halkların kardeşliği, yaşasın ezilenlerin birliği, yaşasın enternasyonal dayanışma.
Ayşe Demirbilek