Milyonlarca insanın hayatı risk altındayken iktidar bir tartışma başlattı: "Devlet içinde devlet olmaz."
İktidar seçimle işbaşına gelmiş CHP'li belediyelere "devlet içinde devlet" yakıştırmasını yapıyor.
"Devlet içinde devlet" yakın geçmişte kontrgerillaya, hükümetler değişse de hiç değişmeyen asıl bürokratlara ve oligarklara atfen kullanıldı. Genel oya dayalı burjuva demokrasisinin görünür işleyişine rağmen, güç ve iktidar odaklarının geri plandaki değişmez düzenini tarif ediyor. Hoşuna gitmeyen hükümetleri devirmek isteyen ve hatta geçmişte çoğu kez deviren darbecilere atıfta bulunuyor.
Ekrem İmamoğlu, Beylikdüzü Belediye Başkanlığı'na seçimle geldi.
31 Mart 2019 yerel seçimlerinde rakibi bürokrat kökenli olan ve AKP döneminde oligarklaşan holdinglerin desteklediği Binali Yıldırım'ı, İstanbullu seçmenin çoğunluğunun oylarını alarak yendi. İktidar ise sonucu beğenmeyerek, hukuk dışı ve antidemokratik yöntemlerle bu seçimi iptal etti.
23 Haziran 2019 günü tekrarlanan seçimde yine Ekrem İmamoğlu (bu kez büyük farkla) kazandı. Resmî Gazete’de yayınlanan kesinleşmiş sonuçlara göre oy kullanan 8 milyon 925 bin 166 seçmenin, 4 milyon 742 bin 82'sinin oyunu alan İmamoğlu ve diğer CHP'li belediyeler "devlet içinde devlet" değildir. Yerel yönetimler, demokratik seçimlere dayalı olan anayasal kurumlardır.
Öte yandan Ekrem İmamoğlu başından itibaren Erdoğan ile müzakere yolları arayan, kurulu düzen ve güç odaklarıyla problemi olmayan bir politikacı. Bu yüzden "Ben devletin ta kedisiyim" demektedir.
Bu gerçeklere rağmen, iktidar neden Ekrem İmamoğlu ve CHP'li belediyeleri suçluyor? Koronavirüs salgının yaşandığı iki büyükşehrin CHP'li başkanları, evlere kapanmak zorunda olan ve acil yardıma muhtaç insanlar için yardım kampanyaları başlattıkları için.
CHP'li yönetimlere oy versin ya da vermesin büyük çoğunluk tarafından seçilmiş bir belediyenin yapması gerekeni yapmaya kalktıkları için, düzenledikleri bağış kampanyaları sanki kriminal bir olaymış gibi gösteriliyor.
Maaşlı troller ordusu ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve CHP'ye darbecilik yaftasını vuruyor.
Cumhurbaşkanlığı'nın başlattığı Biz Bize Yeteriz bağış kampanyası ise tek kampanya olarak dayatılıyor.
Fakat tek bağış kampanyası yapan Cumhurbaşkanlığı değil. İktidar elitlerine yakın İsmailağa Cemaati de para topluyor. Bağış toplayıp 10 bin aileye yardımda bulunduklarını duyurdular. Muhalefet yönetimindeki belediyelerin insani yardım çalışmaları ise zorla engelleniyor.
İktidar, salgının ve ekonomik çöküşün ortasında, insani yardım üzerinden bir iktidar kavgasını neden başlattı?
Salgın öncesi iktidar partisinden kitlesel kopuşlar yaşanırken, AKP-MHP ittifakı da gerilmeye devam ediyordu.
2018'deki krizle bozulan ekonomik toparlanamazken, Türkiye kapitalizminin dış kaynak krizi kronikleşiyordu.
Büyükşehirlerde yaşayan genç nüfus, giderek daha artan bir şekilde, 19 yıldır iktidarda bulunan AKP tarafından yönetilmek istemiyordu.
23 Haziran seçim sonuçları başkanlık sisteminin getirdiği %50+1 dengesinin bozulduğunu ortaya koymuştu.
Türkiye kapitalizminin en önemli endüstriyel bölgelerinde nüfusun çoğunluğu artık CHP'li belediyeler tarafından yönetiliyordu.
Refah Partisi'nden AKP'ye yerel seçimler üzerinden iktidarı elde eden Erdoğan ve arkadaşları, yönetime gelmesini bin bir yolla engellemeye çalıştıkları (fakat başaramadıkları) CHP'li belediyeleri iş yapamaz hâle getirme taktiğini uyguladı.
Yetkileri ellerinden alınan, dışlanmaya çalışan İBB'nin son olarak banka hesaplarına İçişleri Bakanlığı talimatnamesiyle konuldu.
Anlaşıldı ki halka yarayan en ufak bir icraatı bile kendisine karşı bir hamle olarak gören iktidar, bir belediyenin doğal ve meşru görevi olan insani yardımı engelliyor. Tam da gerekli olduğu bir zamanda. Üstelik kendileri de aynı şekilde yaptığı hâlde.
İktidar, büyük bir toplumsal krizin ortasında suni bir iktidar savaşı başlattı. Çünkü işler kendisi için hiç de iyi gitmiyor. Başta işsizler ve çalışmak zorunda olanlar olmak üzere toplumun birçok kesiminden feryatlar yükselirken, iktidar toplamı dolayısıyla kutuplaştırmak istiyor. Her otoriter yönetim gibi AKP iktidarı da varlığının devamını insanları suni sorunlar etrafında kutuplaştırmaya borçlu.
Aşırı sağın siyaset yöntemi, salgın öncesi vahim sorunlar yaratmışken, salgın sırasında (tam da toplumsal dayanışmanın gerektiği zamanda halkı bölerek) trajik sonuçlara sebep olabilir.
CHP'li ve HDP'li belediyelerin insani yardım faaliyetleri engellenmemelidir. Yaşanmakta olan devasa bir kriz. Her gün ayakta kalma mücadelesi milyonlarca kişiye yardım faaliyetleri politize edilmemeli, zorluk çıkarılmadan önleri açılmalı.
Ne vergiden masraf olarak düşürme niyetiyle AKP'li patronların Biz Bize Yeteriz'e bağışladığı paralar, ne halktan ve çalışanlardan toplananlar, ne de engellenmediği takdirde CHP'li belediyelerin toplayacağı bağışlar, toplumu ayakta tutma ve milyonlarca insanın yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamaya yeterli değildir.
İktidar, muhalefetle kavgaya tutuşmayı bırakmalı. En zengin yüzde 1'in serveti oranında salgın vergisi ödemesini sağlamalı. Gerek salgın krizini, gerekse borç krizini çözebilecek kaynaklar zengin kapitalistlerin kasalarında duruyor.
Volkan Akyıldırım