Muallimin borcu

18.03.2020 - 13:57
Şafak Ayhan
Haberi paylaş

İnsanların varlıklarını belirleyen bilinçleri değil, tam tersine onların bilincini belirleyen toplumsal varlıklarıdır. 

Karl Marx 

Geçmiş zaman içerisinde entelektüellik üzerine birkaç şey yazıp çizmeye çalışmıştım. Entelektüelliğin cumhuriyet elitlerinin toplumsal yaşamdaki telkinleri ve insanları bir biçime sokmaya çalışan tavırlarıyla birleşince, ortaya çıkan olgunun aslında bir üstencilik ve hoşgörüsüzlük olduğundan bahsetmiştik. Türkiye’de bu tavır en iyi örneklerini veren İlber Ortaylı ve Celal Şengör o yazının ana konusuydu.*

6 Mart'ta Sancaktepe Kültür Merkezi'nde İlber Ortaylı öğretmen ve öğrencilerin de katıldığı bir söyleşide - yine her zaman ki gibi kimsenin kendi karşısında birkaç kelam edecek seviyede olamayacağını düşünerek - "akıl dağıtmaya", "önerilerde" bulunmaya devam etti. Bu kez de öğretmenler nasibi aldı.

Tarihçi Ortaylı, konuşmasının nasihat bölümünde öğretmenlere söylediği sözlerle 'Acaba Ortaylı ile bizler aynı coğrafyada aynı sistemde ve aynı koşullarda mı yaşıyoruz?'  sorusunu akıllara getirdi.

Ortaylı şöyle diyor;

"Lütfen aile hayatınızdaki sinirlenmeleri okula taşımayın. Eşinizle kronik bir sıkıntınız varsa ve bunu aşamıyorsanız boşanmaktan çekinmeyin. Muallim için şart olan şey huzurdur, endişesizliktir. Muallimin evine sarhoşluk, kumar girmez, muallimin evine borç, israf ve borçlanma girmez. Bunlar olursa huzurunuz kaçar, buna dikkat edeceksiniz. Siz insanlarımızla küçük yurttaşlarımızla direkt temas halindesiniz. Siz Türk dilini temsil edecek insanlarsınız. Türk dilini konuşanlar, her dili konuşabilirler. Dil yapımız buna yatkındır. Gezmeyi ihmal etmeyin. Öğretmene mobilya gerekmez."

"Aydınlanmış" kendi çevresinden başkasını cahil olarak gören, insanlara hayatlarını nasıl yaşamalarını gerektiği konusunda akıl veren, yüksek ego, elini taşın altına sokmadan, sisteme ve onu yaratan burjuva ideologlarına, oligarklarına tek bir kelime etmeyen, koşulları yok sayıp insanlara "her şey normal siz de yanlış var" fikrini normalmiş gibi yansıtan, insanlara ahkâm keserek kendince "entelektüel" olduğunu her fırsatta dile getiren Ortaylı’ya göre muallimin evine borç, borçlanma falan giremezmiş dikkat etmesi gerekiyormuş öğretmenler. Marx'ın bu konuda çok güzel bir tespiti var: "İnsan sarayda başka, kulübede başka düşünür." Ortaylı’nın Türkiye’deki yoksulluk ve açlık sınırından haberi var mı? Bir milyondan fazla ataması yapılmayan öğretmenlerden haberi var mı? Cebinde çıkan üç lirayla günü bitirmeye çalışan, çıkış yolu bulamayıp yaşamına son veren eğitimci intiharlarından haberi var mı? Geçinemediği için okul sonrası ek iş yapmak zorunda kalan binlerce öğretmenden haberi var mı? Öğretmenler odasındaki on öğretmenden sekizinin kredi ve faiz batağına mahkûm edildiğinden haberi var mı? KHK ile işinden ekmeğinden edilen çözümü intihar da bulan öğretmenlerden, akademisyenlerden haberi var mı? Otuz yıl emek gücünü satmak zoruna kalan, buna rağmen en temel insani haklardan biri olan barınma için bir tane ev bile alamayanlardan haberi var mı? 

Öğretmen veya herhangi bir işkolunda çalışan emekçi tabi ki ihtiyaçlar hiyerarşisinin üst basamaklarına doğru yukarı çıkmak isteyecektir. Oysa Ortaylı direk yukarıdan başlıyor; "Dünyayı gezin" diyor evet çok güzel bir öneri ancak dünyayı gezmek için bir öğretmen maaşından çok daha fazlasına ihtiyaç var. Ortaylı’nın kira fiyatlarından, faturalardan, çocuk masraflarından bihaber herhalde. Dört bin lira öğretmen maaşıyla bunların hepsini yapacaklar üzerine bir de bu sistemde dünyayı gezecekler? İnsanların okumalarını, düşünmelerini, dünyayı tanımalarını, felsefeyle, sanatla, edebiyatla ilgilenmelerini istiyorsanız, onların daha fazla boş zamana ihtiyaçlarının olduğunu bilmememize imkân yoktur herhalde. Öğretmenlere başka dünyada yaşarmış gibi öneriler getirenlerin, günde on -on iki saat emek gücünü satmak zorunda kalan bir öğretmene eve gelince günlük ev işleri veya varsa çocuğuyla ilgilenmekten kendine ve kendini geliştirmeye kalan zamanı nerede bulacağını da söylemesi gerekiyor. 

Daha az zamanlı çalışma demek insanların kendilerine ve kendilerini geliştirecek faaliyetlere daha fazla zaman ayırması demek. Ancak bu koşulları yaratan sistem hakkında hiçbir şey söylemeden insanlara "şunu yap- bunu yap -şöyle yapsana’" demek toplumdan ve toplumsal koşullardan kopuk olmanın bir örneği. Oysa entelektüel topluma kendince akıl vermekten ziyade toplumu anlamaya çalışan insan olmalı diye düşünüyorum ki kelime de etimolojik olarak ‘’intellectus’’a yani - anlamaya - dayanıyor.

Milliyetçilik kimliğini hiçbir zaman elinden bırakmayan Ortaylı, koronavirüsün ve sonrasında gelişen olayları milliyetçilik ile bir güzel harmanlayarak da sunmayı ihmal etmedi. Koronavirüsün ülkemizdeki ilk vakalarının ardından insanların market raflarını boşalıp gıda stoklamasını eleştirdi ve "Türk ahlakına yakışmayan bir hareket" yorumunda bulundu. 

Peki, İnsanlarını işsizliğe mahkûm etmek, emek gücünü sömürmek, kamu veya özel okullarda öğretmenleri modern köleler haline getirmek, iş bulamayan öğretmenlerin, emekçilerin intiharları, kendilerini yakmaları; çocuğunun cebine sadece bir lira koyarak okula göndermek zorunda olan milyonlarca anne babanın durumu (herhangi bir etnik kimliğin değil)  hangi "İnsan" ahlakına ve onuruna yakışır? Bunu da sormak gerekiyor burjuva ideologlarına.

Şafak Ayhan

https://marksist.org/icerik/Yazar/10562/Elitlere-mi-sahibiz-yoksa-entelektuellere-mi

Bültene kayıt ol