Şu sıralar tiyatrolarda sahnelenen tek kişilik bir oyun var: Karl Marx İstanbul’da. Oyun bir çeviri aslında, daha önceki yıllarda Genco Erkal tarafından Marx'ın Dönüşü ismiyle oynanmış tek perdeli bir oyun. Karl Marx rolünü Hamit Demir üstleniyor.
Amerikalı marksist tarihçi Howard Zinn tarafından 1999 yılında yazılan Marx in Soho adlı tek kişilik tiyatro oyunu, Türkçeye çevrilip 2009 yılında Genco Erkal tarafından güncellenerek günümüze uyarlanmasıyla sahnelenmişti.
Howard Zinn’in yazdığı asıl metinde, "Marksizm’in ölümünün ilan edilmesi üzerine Karl Marx'ın Londra Soho'ya bir saatliğine inmek için yukarıdakileri ikna etmesi, fakat bürokratik bir yanlışlık nedeniyle New York Soho'ya inmesiyle başlar. Marx, dünyaya döndüğü bu süreyi, referanslar vererek kendini ve yazdıklarını savunarak kullanır. Hem özel yaşamından kesitler sunar, hem de özeleştiri yapar.‘’
Güncellenmiş ve Türkçeye çevrilmiş halinde ise Marx yine Londra’nın göçmen semti olan Soho semtine gitmek ister ancak bu kez Marx, öteki dünya bürokrasisi tarafından yine yanlışlıkla İstanbul’a Beyoğlu’ndaki Soho adlı bir eğlence kulübüne gönderilir. Marx’ın geliş amacı bellidir. Kendisini anlamış gibi ortalıkta gezen "çakma solculara", 'Marksizm mi kaldı yahu' diyenlere, eserlerinde anlattıklarını inatla anlamak istemeyenlere, kısıtlı bir zaman içerisinde resmen ders vermeye geliyor. Sermayenin tanımından, artık değere, kapitalizmin yaratmış olduğu çelişkilere, sınıf mücadelesi, yabancılaşma, sömürü gibi Marx’ın eserlerinde kullandığı kavramları güncel politik-ekonomi çerçevesinde yorumlanıyor.
Oyunu başladı. Çarpıcı hikayeye ya da Marx’ın ekonomi politiğine ilgi duyan, merakından gelen, belki aylarca bu oyunu bekleyen, 'Ooo Marx’ın oyunu yahu biz de zamanında devrimciydik' diyerek bilet alan, 'o kadar boşuna mı aydınlandık bu cahil halktan bir farkımız olsun tabi ki gidelim' diyenlere kadar çeşitli izleyici kitlesi vardı.
Marx‘ın, İstanbul’da geçirdiği zaman içerisinde yaşamış olduğu tartışmalar kendi derdini anlatması, kapitalist sisteme bağırıp çağırması, 'nasıl insanlarsınız bu sistemi yıkmak için daha ne bekliyorsunuz' sözleri, iktidarlara, egemenlere, sermayedarlara bağırıp çağırması seyircinin çok hoşuna gidiyor. Seyirciler bayağı mutlu oyundan. Oyunun ilerleyen bölümünde Marx, bir konuya daha giriş yaptı ki salonda biraz önce Marx’ın her dediğine "evet, evet, aynen öyle" diyenlerin yarısından fazlası sus pus oldu. Bahsettiği bölüm neydi peki? Tabi ki sosyalist ile ırkçıyı birbirinden ayıran turnusol kâğıdı: "Göçmenler, özellikle Suriyeli Göçmenler."
Ömrünün büyük bir kısmını sınırlara ait olmadan yaşayan, her gittiği ülkede hakkında sınır dışı edilme kararları olan, "işçi sınıfının vatanı yoktur" diyerek milliyetçiliğin işçi sınıfı için adeta ölümcül bir hastalık olduğunu gösteren, yaşarken bir "sığınmacı", ölürken de hiçbir ülkenin vatandaşı olmadan "vatansız" olarak ölen bilimsel sosyalizmin kurucusunun, göçmenleri savunmadan bu dünyadan geçebileceğini düşünmek bile aslında Marx’ı tanıdığı iddia eden o "aydınlanmış" arkadaşlar için resmen ders oldu. Onlara göre Marx, bir iki iktidar eleştirisi yapacak, dine nefret kusacak, özel mülkiyeti eleştirecek tamam.
Marx, İstanbul’da yaşam şartları insan onuruna yakışmayan, üç beş liraya emek gücünü satmak zorunda kalan, bulunduğu coğrafyada ırkçılar tarafından aşağılanan, öldürülen, tecavüz edilen, ahırdan bozma evlerde "yaşamak" zorunda bırakılan sığınmacılar üzerine konuşurken, biraz önce 'evet ,evet ,aynen öyle' diyenler bu duruma akıl sır erdiremediler.
Kapitalizmin yaratmış olduğu sömürü düzeninde sermayedarların, sömürülenleri bölmek için kullandığı ırkçılık eleştirisi, o sahnede sus pus olanların lügatında yoktu. Sosyalist olarak addetikleri argümanlar belki de altı oktan ibaretti. Sınırların olmadığı bir dünyayı değil, kendi sınırları içerisinde kendinden olmayana, kendine benzemeyene yaşama şansı tanımayanlar, Marx’ın göçmenleri, yani Suriyelileri savunmasını asla anlamayacaktır. Tabi sol olarak kabul ettikleri göçmen karşıtı fikirlerin ırkçılık olduğunu oyun sayesinde anlamış ve bunu değiştirmek için bir şeyler yapmaya karar vermişlerse ne mutlu onlara.
Şafak Ayhan