Göçmenler, ırkçılar ve dış mihraklar

24.08.2019 - 09:23
Can Irmak Özinanır
Haberi paylaş

Başta Suriyeliler olmak üzere göçmenler yine Türkiye siyasetinin temel maddelerinden biri hâline geldi. Bu sefer hükümetin İstanbul seçimlerinde yaşadığı yenilginin acısını göçmenlerden çıkarmak üzere hızla yeni bir politikaya dönerek, İstanbul’daki göçmenleri kamplara ve sınır dışına zorla yollaması ile göçmenler üzerine tartışma başladı. Bu uygulama karşısında daha öncekine göre daha fazla dayanışma eylemi gerçekleşti, sivil toplum örgütlerinden açıklamalar yapıldı. Umutla bakılması, yaygınlaştırılmaya çalışılması gereken bir sonuç.

Türkiye “muhalefetinin” baştan beri ufku “Suriyelilerin gönderilmesi” ile sınırlı bir bölümü ise yaptıkları göçmen karşıtı “muhalefetin” sonuç vermeye başladığını düşünmüş olacak ki var gücüyle göçmen karşıtı argümanları tekrarlamaya başladı. İşin ilginci kimi bir tür “antiemperyalizm” üzerinden, kimi ise emperyalizmin en önemli kurumu NATO’yu savunarak bu tartışmaya girdi ancak ortaklaştıkları nokta tekti: “Suriyeliler gitmeli”.

Saymaz’ın ucuz “solculuğu”

Medyada Suriyeliler konusunda “ılımlı” ırkçılık öneren isimlerin başında Hürriyet muhabiri  İsmail Saymaz geliyor. Suriyelilerin bayram ziyaretini diline dolayan Saymaz, arada ucuz “solcu” bir retoriğe başvuruyor. Suriyelilerin ucuz işgücü olarak kullanıldığını söyleyen Saymaz, yoksulların yoksullarla birbirlerine düşürüldüğünü söylüyor. Bunu ise yoksulları birbirine düşürmeye devam ederek yapıyor. Saymaz bir tweetinde şöyle diyor: “Tanzim satışta patatesi taneyle alan, evlatları atanamayan, binbir umutla üniversiteyi bitirdiği halde emekli babasının eline bakan, tekstil atölyesinde ve sanayi sitesinde asgari ücrete çalışan yoksul Türk halkı, İslamcıların ümmetçi hayallerinin bedelini ödemek zorunda değildir”

Saymaz’ın yoksulluğa karşı önerdiği tek çözüm yoksulların bir kısmının yani Suriyelilerin Türkiye’den gönderilmesi. Saymaz, yoksulluğun sebebi olarak göçmenleri gösterirken bir yandan yoksulluğun ve göçmenliğin gerçek müsebbiplerini yani kapitalizmi ve patronları aklıyor.

Kendisine tepki gösteren gazeteci Banu Güven’e verdiği tepki ise Saymaz’ın nasıl sıradan bir milliyetçiliğe sarıldığını gösteriyor. Saymaz, Güven’in “Bunun sorumlusu savaştan kaçan Suriyeliler midir?” şeklindeki son derece makul konuşmasına “Hiç mi insanlarınıza karşı aidiyet hissetmiyorsun?” şeklinde cevap veriyor ve söylediklerinin nefret söylemine yol açtığı söylenince klasikleşmiş “dış mihrak” kartına başvuruyor. Medyada kimin “yerli ve milli” olduğunun tartışıldığı, SETA raporuyla merkezi Türkiye’de olmayan medya organlarında çalışan gazetecilerin fişlendiği bir ortamda Saymaz, Deutsche Welle’de çalışan Güven’e “Çalıştığın Alman kuruluşuna şunu anlatman iyi olur: Sultanahmet’te on Alman turisti katleden canlı bomba, geçici kabul belgesiyle dolaşıyordu” diye sesleniyor.

Saymaz, Türkiye’nin anaakım medyasının göbeğinde yer alan ve hükümetin “yerli ve millilik” politikasına uygun Demirören Medya Grubu’nda çalışıyor olmanın güvencesiyle bir meslektaşını “dış mihraklara” çalışmakla suçlarken, bir yandan da sözde muhalif gazeteci olmanın ekmeğini yiyor. Ucuz bir popülizmle yoksullara seslenirmiş gibi yaparken, en tepedekilere sesleniyor: “Suriyelileri gönderin”. Saymaz ve benzerlerinin halkı savunur gibi yaparken savundukları şey, Suriyelilerin ölüme gönderilmesi.

Irkçılığa karşı çıkmak elitizm mi?

Bu ucuz “solculuğun” bir argümanı da göçmenlerle dayanışmayı elitizmle özdeşleştirmesi. Saymaz, bir başka tweetinde “Suriyelilerle biriken bu öfkeyi anlamaya çalışmak yerine kibirli bir dille halkı ırkçı ve faşist diye suçluyorlar” diyor. “Dış mihraklar” ve “elitizm” suçlaması sadece Saymaz’la sınırlı değil. Mesela aynı mantık silsilesini çalıştıran biri “Zengin Avrupa devletleri tarafından fonlananların, AB ile Türkiye arasındaki geri gönderme anlaşmasına tek laf etmeden mültecilere tepki gösteren yoksul halka faşist dediğini, solun bir kısmının ise buna alet olduğunu” söylüyor.  

Öncelikle şunu belirtmek gerek, kimse halka ırkçı demiyor, sosyalistler halk içinde yaygınlaşan ırkçılığın ortaya çıktığı bataklığı kurutmaya çalışıyorlar. Bu bataklığı kurutmak ise en başta ırkçı argümanları kullanan ve kendini “muhalif” olarak pazarlamaya çalışanların ırkçılığına karşı mücadele etmeyi gerektiriyor. İşçilere yoksulluğun sebebinin Suriyeliler olduğunu anlatanlar sınıfın yararına bir iş yapmıyor tam tersine göçmenlerin de bir parçası olduğu işçi sınıfını bölüyorlar. Asıl elitizm, yoksulları Türk, Suriyeli, Kürt diye ayırmak ve aralarından birini gözetiyormuş gibi yapmak.

Marx, egemen fikirlerin her çağda egemen sınıfın fikirleri olduğunu söylüyordu. Irkçılık da bir egemen sınıf fikridir. İşçilerin arasında bu egemen fikrin yaygın biçimde alıcı buluyor olması bu gerçeği değiştirmez. Dolayısıyla göçmenlere dönük ırkçılığa karşı mücadele aynı zamanda işçi sınıfının hakları için mücadele etmek demektir. Sosyalistler, işçi sınıfıyla bağ kurmak adına egemen sınıftan kaynaklı yanlış fikirlere prim vermezler. Ne kadar zor olursa olsun parçası oldukları işçi sınıfını dönüştürmeye, egemen sınıf fikirlerinden azade kılmaya çalışırlar.  İşçi sınıfının çıkarını savunuyormuş gibi yapan şovenist, ırkçı ve milliyetçi fikirleri çürütmek için ellerinden geleni yaparlar.

Göçmenlerle omuz omuza

Gündelik sorunlarımızın, yoksulluğun, baskıların, patlayan bombaların, işsizliğin, doların yükseliyor olmasının, zamların sebebi göçmenler değil kapitalizm, savaş ve bizatihi bu sistemi yöneten sınıf olan burjuvazi. Bilakis eğer bu sorunların üstesinden gelmek istiyorsak bugün göçmenlerle omuz omuza sisteme karşı mücadele etmek zorundayız. Eşit işe eşit ücret istiyorsak, göçmenlerin mülteci statüsü almasını savunmalı, sömürüye beraber karşı çıkmalıyız. Sorunumuz göçmenler değil, sorunumuz muhalif taklidi yaparak kapitalistleri ve ırkçılığı aklayanlar.

Can Irmak Özinanır

[email protected] 

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol