Soğuk savaş şirketi

23.03.2015 - 01:46
Ferhat Kentel
Haberi paylaş

Cumhurbaşkanımız gene yapacağını yaptı; performanslarına şu iki yeni muhteşem örneği daha ekledi.

1) “Her televizyona çıkan varsa yoksa Kürt sorunu diyor. Bununla adeta ülkemizi parçalamanın gayreti içerisine giriyorlar. (...) Kürt sorunu yok. (...) Ben bunu 2005 yılında Diyarbakır’da söyledim ve bu işi bitirdik. Kapattık.”

2) “Başkanlık sistemine karşı çıkanlara bakıyorsunuz, kendileri soğuk savaş dönemi artığı 27 mayıs üretimi 12 eylül darbesiyle tahkim edilmiş bir sistemle Türkiye devam etsin diyorlar. (...). Benim derdim ne biliyor musunuz? Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye böyle yönetilmelidir..”

Aslında gayet tutarlı iki açıklama... Öncelikle her şeyi en iyi bilen, her şeyden en sorumlu Cumhurbaşkanımız “Olma!” deyince tabii ki olmayacak bir Kürt durumuna (tabii ki “sorun” değil) işaret etmiş...

Öte yanda da “Ol!” diyerek “vatan-millet-şirket” ilişkisini kuruvermiş...

Yani beyefendinin bizzat kendisi 2005’te bu işi bitirerek memleketin bütünlüğünü sağlamış olduğu için şu andan itibaren “Kürt sorunu” diyenlerin “ülkemizi parçalamanın gayreti içerisine girdikleri” tescillenmiş olacak.

Ama en hoşu da soğuk savaş üzerine yaptığı çeşitlemeler...

Soğuk savaş ...

Yani bir yanda “her şey yolunda; sorun yok ki!” diyen; “sorun var!” diyenleri toplama kamplarına, akıl hastanelerine kapatan bir Sovyet Rusya...

Diğer tarafta hayatı şirketler, tüketim ve reklamlar üzerine kuran; ufak “solcu” esintilerden bile nem kapan bir ABD...

Bu iki ülke arasındaki “soğuk savaş” tabii ki, bütün dünyaya olduğu gibi 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerine de sirayet etti. Ama ne o darbeleri peydahlayanlar ne de o darbelerden mağdur olanlar soğuk savaş ideolojisinden uzaktı... Sağcısı, solcusu da bu soğuk savaş dilinin içinde pişmişlerdi ve düşmanlık dilleri ABD ve SSCB’nin aralarında beslediklerinden farklı değildi.

Yani bugün olduğu gibi... Bugün memleketi “şirket” gibi görenler ve “ben sorun yok diyorsam yoktur” diyenler, giderek zihniyet olarak eskinin sadece bir iki rötuşla değişime uğramış versiyonlarına benzemeye başlıyorlar.     

Tabii bu arada sarayın iç avlusundaki propaganda araçlarında bugünlerde bol miktarda “aslında cumhurbaşkanımızın ne kadar haklı olduğu” gibi kıymetli analizler yapılıyordur... Ya da “canım bu laflara takmayın; bunlar hayatımızda bir şey değiştirmiyor ki!” minvalinde iç rahatlatma seansları yürütüyor olabilirler.

Olabilirler... Ama çok bilmiş cumhurbaşkanından çok bilmiş başka iktidar ya da muhalif siyaset erbabına ya da köşedarlara kadar gerilim üreten bilumum seçkinlerin hepsi zaten sürekli olarak soğuk savaş diliyle konuşuyor.

Memleketimizin siyasal kültürü hiçbir dönemde bizi düşmanlık dilinden eksik bırakmıyor. Mesela 12 Eylül 2010 referandumunda vatanımızın güzide solcuları öncülük yapmışlardı; sonra AKP’nin sağcıları, “sulandırılmış AKP yandaşlarına ihtiyacımız yok”u keşfedip onlara eklendiler. Tabii ki medya maymunları, şebelekleri de eklendiler ve hepsi “yetmez ama evet”e küfür konusunda birleştiler.

Ünlü Türk yazarı Ahmet Hakan da keşfetmiş bu durumu; “cepheleşmiş” nefretini ve kelimelerini sansürlemeye ihtiyaç duymamış; “Nefretlik bir cümle: Yetmez ama evet” diye bir başlık atıvermiş yazılarından birine... Arkasından da “Cepheleşmeden, polemiklerden, dinsel gerilimlerden falan fena halde bunalmıştım. ‘Türkiye’den biraz uzaklaşayım bari’” demiş ve Viyana’ya gidivermiş...

Polemiklere karşı Viyana havasını tercih eden Ahmet efendi “yetmez ama evetçiler”le polemik yapmanın kendisine bir şey kazandıracağını mı düşündü bilemem ama belli ki o da düşmansız yapamayanlardan... Belli ki düşmanlığı kırmak konusunda bizatihi bir çabaya, kutupların dışında bir konuşma denemesine bile tahammül edemiyor bu takım.

Bu yüzden, bu sağcı, solcu, ortacı takımın hepsine birden aynı şeyi söylemek geliyor insanın içinden: yetmez ama evet kadar başınıza taş düşsün, e mi!

Ferhat Kentel

[email protected]

(BasNews)

Bültene kayıt ol