Ben öyle söylemek istemedim, ekranda belirdi

25.04.2019 - 11:21
Şafak Ayhan
Haberi paylaş

"Belirli bir zamanda, belirli bir ölçüde ve belirli koşullarda ırkçılıktan geçmemiş hiçbir modern devlet yoktur." ~Michel Foucault

Mevlüt Uysal, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 31 Mart 2019 seçimlerinin İstanbul Büyükçekmece ilçesinin belediye başkan adayıydı. FETÖ denildi, metal yorgunluğu denildi; Bursa, Balıkesir ve Ankara’dan sonra İstanbul’da da Kadir Topbaş’a "görevden istersen çekil" denildikten sonra Topbaş’ın yerine 8 Eylül 2017’de İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin olağanüstü toplantısında yapılan oylama ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevine atandı, pardon "seçildi". İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin sonuçlanmadığı 17 gün boyunca yaptığı açıklamalarla en çok konuşulan kişilerden biriydi.

Mevlüt Uysal yaptığı açıklamaların birinde şöyle bir ifade kullandı: "Soyadlarına bakıldığında AK Parti'ye oy verdikleri kolayca tespit edilebilen 3092 seçmenin kaydı düşürülmüş." Bu ifadenin altından girsek üstünden çıksak, 1934 Soyadı Kanunu'nun kabulüne kadar bu iş gider. Dışardan bakıldığında Mevlüt Uysal gerçekten de üstün yeteneklerle donatılmış bir insan olarak göze çarpabilir, ne de olsa her insana nasip olmaz böyle bir yetenek. Karşındaki kişinin soyadına baktın, bilimkurgu filmlerinden fırlamış bir efektle gözünün önünde beliren bir ekranda kişinin tırnaklarını en son hangi gün kestiğinden tut da, hangi partiye oy verdiğine kadar her şey ayan beyan ortada. Muazzam bir yetenek.

Mevlüt Uysal’ın bu "yeteneği" yazının asıl konusu değil. Asıl konu Mevlüt Uysal’ın sahip olduğu "yeteneğin" bu topraklarda yaşayan insanların büyük bir bölümünde var olması ama onların böyle bir "yeteneklerinin" olduğunun farkında olmamasıdır. Zaten bu insanlar hayatlarının her dakikasında bu "yeteneklerini" kullanıyorlar, sıradan bir durummuş gibi. Nasıl mı kullanıyorlar? Şöyle...

Örneğin, sonradan "ırkçı" kodlara sahip olduğunu öğreneceğiniz bir kişi ile ilk tanışmanızın sonrasında, bu kişinin gözü önünde beliren panelde sizin ile ilgili her şey görülebiliyor. Başörtülü, doğum yeri İç Anadolu’da ya da doğu illerinden herhangi bir şehir olan biriyle tanıştığında, bahsi geçen şahsın gözünün önündeki panelde "AKP, AKP, AKP", "Gerici, anti-laik" sarı ışıkları yanıp sönüyor. Konuşmalar devam ediyor, kadın arkadaşımız biraz "insan hakları, eşitlik, özgürlük" kavramlarından bahsederse "okumuş AKP’li veya dinci" kısmı devreye giriyor ama bu kez kadın arkadaşımız şahsın hiç de haz etmediği, kadın arkadaşımızın kullanılmasına şaşırdığı kavramlardan bahsederse, "Din, dil, ırk, cinsiyet ve cinsel yönelim ayrımı yapılmamalı" deyip de "işçi, emekçi, ezilenler" kavramlarını bir iki kullandı mı tamamdır. "Kadın arkadaşımızın beyni yıkanmıştır", "Dış güçlerin oyununa gelmiştir" gibi ipe sapa gelmez birçok şey o ekrana yansımaktadır.

Bu ekrana başka neler yansımıyor ki? "Memleketin neresi?" sorusuna karşı gelen cevaba göre zihin hemen yeni nefret türevleri üretmeye devam ediyor. Memleketin Sivas, Kayseri, Malatya ,Elazığ ise biraz yırtabiliyorsun çünkü şahsımıza göre bu kentlerin doğusu hep terörist, vatan haini, işe yaramayacak yerler. Memleketin Hatay, Urfa, Antep ise gelsin Suriyeli, Arap nefreti. "Sizin oraları hep doldurdular, bak herkes işsiz, bak kiralar fırlamış, tabelalar Arapça olmuş" gibi ülke daha önce güllük gülistanlıktı, geçim derdi yoktu, işsizlik sıfırdı, herkes huzurluydu, savaş çatışma yoktu ama hep bu "Suriyeliler" geldi işi bozdu gibi aslı olmayan ama nefreti körüklemek için birebir kullanılan ifadeler dilinden dökülmeye başlıyor.

Bu  nefret diline maalesef o kadar çok örnek verebiliriz ki;

- Erkek biraz kibar konuşsun, argo kullanmasın, LGBTİ+ bireylerin haklarından bahsetsin, hemen cinsel yöneliminin ne olduğuna dair ekranında nefret dilinin sözcükleri belirir.

- Kadın özgürce ifade etsin kendini, özgüvenli olsun, giyim kuşamı rahat olsun, hemen yaftayı yer. Kadın başörtülü olsun, ister inancı gereği ister başka sebeplerden giyimini ona göre belirlesin, o da yukardaki örnekteki gibi "gerici" olur, "tipik AKP seçmeni" olur, "cahil" olur, "aydınlanmamış birey" olur. Ve bunlar da ekrana yansır.

- Esmer tenlidir, anadilinden bozma sisteme uyum sağlamak uğraşında olduğu için Türkçe'yle cebelleşen kişi hemen "Kürt, güvenilmez, hırsızlık yapabilir, kesin HDP'ye oy veriyordur, her yeri doldurdular, bunlar en az 8-9 kardeştir, kültürsüz, kesin kanunsuz işlerle uğraşıyordur"etiketini yer. Ve ekrana yansıyan "ötekiler" arasında o da yerini alır.

- İsmi Haydar, Ali, Muharrem ise mezhebi, inancı hemen oracıkta belirlenir. Buna bağlı olarak da sosyal yaşantısından oy verdiği partiye kadar her şey bir kalemde bilinebilir. Eğer ismi "yerli ve milli" değilse, herhangi bir azınlık topluluğunun üyesi olduğu açık seçik isminden anlaşılmışsa vay onun hâline! Dış güçlerden destek alan ajanlıktan dinsizliğe, güven duyulmamasına kadar her şey birey üzerinden genellendirilir. Ve tabii ki bu arkadaşlarımız da o ırkçı, kafatasçı ekranda kendilerine ayrılan yere oturtulurlar.

Örneklerden de saptanacağı üzere, ırkçılık ve nefret söylemi artık devlet yöneticilerinden sokaktaki insana kadar, her meslek grubundan toplumsal ilişkilerin en küçük biçimine kadar dillere pelesenk olmuş, çok rahat bir şekilde söylenebilen kelimelerle kendini gösteriyor. Peki bu duruma, bu ırkçı söylemlere alışmamız mı gerekiyor? Tabii ki hayır. Zaten ırkçıların en çok istedikleri şey de bu, yani bu nefret dilini meşrulaştırmak, gündelik dilde daha da kullanılır hâle getirmeye çalışmak. Bu dili normalleştirmeye çalışanlara karşı daha güçlü mücadele alanları yaratmalıyız. Yaşantımızın her alanında bu dili kullananlara karşı bunun nefret suçu olduğunu, ırkçılık yaptıklarını yüzlerine vurmalıyız, çünkü ırkçılık mazur görülecek bir durum asla olmamalıdır. Konuşmalarının nefret söylemi barındırdığını söylediğiniz kişi, büyük ihtimalle şu cevabı verecektir: "Ben öyle söylemek istemedim". "Her Kürt, Suriyeli, Yahudi, Ermeni aslında öyle değil" gibi zırvalıklara başvuracaktır. Irkçılık ve nefret söylemi suçtur, temel insan hakları ihlalidir. Bu nefret suçunu işleyenlere karşı daha örgütlü olmalıyız.

Hatice Çoban Keneş'in Yeni Irkçılığın Kirli Ötekileri isimli kitabında özellikle Ali Rattansi ve Robert Miles, Chris Harman gibi isimlerden yapmış olduğu alıntılar, artık biyolojik ırkçılığın yanına birden fazla ırkçılık türünün eklendiğinden, ırkçılığın günümüzde "devamlılık gösteren bir dizi iddia, imge ve tek tip örnek ile saptanan tek ve değişmeyen ideoloji olarak tanımlanmakta" olduğundan bahsediliyor. Cinsiyetçilikle ırkçılığın eklemlenmesine, milliyetçilikle de ırkçılığın birlikteliğine dikkat çekiliyor. Bu kitapta farklı meslek gruplarından, farklı inanç ve etnik gruplara kadar insanların "ötekiler" üzerine düşüncelerine başvuruluyor. Farkında ya da farkında olmadan bu kişilerin ne kadar rahat bir şekilde nefret söylemlerini dile getirebildiğini ve medyanın "Bu nefret dilini nasıl olur da insanlar arasında kolaylıkla yayabiliriz?" sorusuna verdiği cevabın maalesef çok da zor olmadığını net bir şekilde görebiliyoruz.

Şafak Ayhan

[email protected]

Bültene kayıt ol