Kadın mücadelesi anlatan bir filmin bir sahnesinde, mitinge giden kadın ile kocası arasında, kampanyaya kendini çok kaptırmasına dair bir konuşma geçiyor ve kadın "Eşitlik bir ayrıcalık değil, haktır" minvalinde cevap veriyor ve mağrur değil gururla arkasını dönüp meydana gidiyor.
Irak savaşına karşı uluslararası savaş karşıtı hareket meydanlara indiğinde, özellikle meydanlara inmesi beklenmeyen birçok Müslüman kadın benzer durumlar yaşadı. Sadece kadınlar değil kamyoncular, rahipler, imamlar vb birçok kesim için aynı şey geçerliydi. Çok zaman eylemler grevlerle, okulda öğretmen ve öğrencilerin birlikte okula gitmemesi gibi eylemlerle desteklendi. Belki savaş engellenemedi ama milyonlarca insan hayatında dönüşü olmayan deneyimler yaşadı. Ortak talep mücadelelerinde bir araya gelen insanların daha ‘tekil’ mücadeleleri güçlendirdiği, tarihsel deneyimlerle desteklenebilen bir gerçeklik. 2000’li yıllardan sonra ‘tekil’ mücadelelerin büyümesinin en önemli nedenlerinden birinin büyük hareketler deneyimi olduğunu yadsıyamayız.
Birkaç yıldır sadece Türkiye’de değil dünyada esen otoriter ve sağ politika rüzgarı bize bu deneyimleri unutturmuş ve herkesi kendi kabuğuna ve hayatını olağan akışında sürdürmeye itmiş gibi hissediyoruz. Bu tür dönemlerin istatistikleri de gösteriyor ki baskı, şiddet ve tahammülsüzlük oranının artmasına neden oluyor. Faşist, sağcı hareketler daha görünür ve özgüvenli hissediyor. Kadına yönelik şiddet oranları artıyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız platformunun birkaç yıl önce yaptığı bir çalışma, çözüm süreci zamanına şiddet olaylarında ciddi bir düşüş yaşandığını saptamıştı. Daha yakın bir deneyim olarak Gezi Parkı sürecinde Türkiye’nin neredeyse tüm şehirlerinde dayanışma eylemleri yapılıyor, farklı konularda çözüm üretmek üzere topluluklar bir araya geliyordu. Mahalle dayanışmaları, dünyada ortaya çıkan mücadelelerle dayanışmaktan mahalle sorunlarına kadar farklı konular etrafında tartışıyor, çözüm üretiyordu. Bu türden toplumsal hareketler, toplumun genelinden kişinin kendi hayat pratiğine kadar dönüşümlere neden oluyor.
Dayanışmanın, anlamaya yönelik tartışmanın ve ortaklaşmanın baskın olduğu toplumsal hava içerisinde, egemen fikirler dediğimiz, sistemin daha kolay yönetmek ve kendini özellikle kriz dönemlerinde (siyasi, ekonomik, yapısal fark etmeksizin) konsolide etmek üzere kullandığı milliyetçilik, cinsiyetçilik gibi fikirlerle mücadele etmek ve kazanmak daha mümkün. Ancak unutmamak da gerekir ki, her koşulda mücadele toplumda mutlaka bir dönüşüm ve etkileşim yaratır. Sadece toplumda değil evde, sokakta, işyerinde hatta dilde.
Özgürlük sadece bir değişim değil topyekûn yeniden inşa yaratır. Tekil ilişkilerden en büyük topluluklara kadar, baştan bir kurgu gelişir. Eskinin kopulamaz, değişemez denilen tüm kokmuş fikir ve pratikleri, o inşa sürecinin içinde erir ve zamanla kaybolur. O nedenle özgür toplum dediğimiz yaşamda, bugün insanı tek başına da topluluk içinde de bir kıskaca sokan fikir ve duygular ortadan kalkacak ve yaşamın her alanından evde kurulan masalara kadar adaletin ve eşitliğin yerleştiği bir pratik ortaya çıkacaktır.
Bugün topluma hakim gibi görünen, herkesin kabuğuna çekildiği ve artık birleşmenin mümkün olmayacağı argümanlarına karşı ama en önemlisi de baskı ve korku ile sindirilmeye, sessizleştirmeye karşı hem elimizdekiler, elimizden alınanlar ve isteklerimiz için mücadele alanlarını, sözümüzü ve arzumuzu eksiltmeyelim.
Krizden çıkma yöntemleri adı altında sıkmamızı istedikleri kemerlerimizi, zorla aile içinde kalmak için elimizden almaya çalıştıkları nafakamızı, korku ile sindirerek köreltmeye çalıştıkları mücadele inancımızı, eşitlik için çıktığımız alanlarımızı da teslim etmeyelim. Ne bugün ne yarın.
Ayşe Demirbilek