Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi ve tanınmış bir terapist olan Murat Paker’in bir kadın danışanını taciz etmesiyle başlayan cinsel şiddet davası, Paker’in dört yıl iki ay ceza almasıyla sonuçlandı. Bu gelişme üzerine yine temel politik ilkelere sahip olma hâlinin sınandığı bir tartışma süreci başladı. Türk Psikologlar Derneği ve Bilgi Üniversitesi Klinik Psikoloji Bölümü öğretim üyeleri imzasıyla yayınlanan açıklamaların yanı sıra, sol kamuoyunda sosyal medya aracılığyla Paker’e destek çıkan hatta kefil olan yorumlar yazıldı. Türk Tabipleri Birliği taciz vakası karşısında olması gerektiği gibi karar almaktan imtina etti.
Türkiye’deki sol çevreler için çok yeni bir şey değil ama, Hollywood’tan Avrupa Parlamentosu’na dek tanınmış saygın kişilerin de tacizci olabileceğine dair kavganın ne menem bir şey olduğu hissedildi. Kevin Spacey’nin iyi bir aktör, Bertolucci ve Woody Allen’ın ünlü birer yönetmen olması tacizci, istismarcı, cinsiyetçi olmalarına bir açıklama getirmiyor. Aynı durum kimilerinin eşi, dostu, meslektaşı, hocası olan ve o kimilerinin gözünde iyi bir insan olan Paker için de geçerli. Özel olan politiktir derken bir yandan yine birilerinin partneri, kocası kısaca en yakınındakinin şiddetini tartıştırmak istemiyor muyuz? Hiç mi güvendiğimizin tacizine uğramıyoruz? Hiçbir kadın şiddeti yaşamaktan muaf olmadığı gibi hiçbir erkek de şiddet uygulamaktan muaf değil. Kadınlar tacize uğrarken çoğu zaman ‘şahit’ falan olmaz. Ama mahkemeler kadının ‘belli bir süre içinde’ şikâyet etmesini bekler. İki kişinin kapalı kapılar ardında yaşadığı bir olayın genellikle kadın tarafından kanıtlanması istenir. Başka bir dünyanın hasretini çekenler, burjuva hukukunun alışılmış sınırlarının içerisinden bir tartışma yürütmemelidir.
Eşit koşullarda değiliz
Kadının beyanı ilkesinin tartıştırıldığı her durum kadınlar için çok tehlikelidir. Bu ilkeye çamur atılmasının bedeli kadınlar için ağırdır. İlkeler istediğimiz vakit meseleleri eğip bükmememiz için ‘ilkedir’. O yüzden kadının beyanı esastır ilkesinin ne olduğunu iyice hatırlamakta fayda var. Öncelikle bu olay nezdinde ‘olaylar bildiğiniz gibi değil’ savunusuna girişenler söz konusu meselenin toplumsal olarak iki eşit güç arasında cereyan etmediğini hatırlamalı. Taraflar ne diyor meselesi toplumdaki ezme-ezilme ilişkilerinden bağımsız bir şekilde ele alınamaz ve kendisine sosyalist diyenler bu eşitsiz ilişkide ezilenden yanadır. Kadınlar ‘kadın’ oldukları için taciz, tecavüz, şiddet, cinayet, cinsel saldırı gibi pratiklere maruz kalıyor. Burjuva hukukunun soyut ‘eşitlik’ yaklaşımının davaların kadınların aleyhine sonuçlanmasına neden olduğu birçok örnek var. Söz konusu şiddet, taciz, tecavüz olduğunda konu ‘tarafsızlık’ veya yine burjuva hukukunun değişmez ‘masumiyet karinesi’ gibi biçimsel argümanlarla tartışılabilecek hukuki bir şey değildir.
Kadının beyanı esastır ilkesi, beyanın gerçek veya yalan olup olmadığıyla ilgilenmez. Mesele kimin beyanının gerçeği yansıttığına bireysel olarak inanıp inanmamamız değil konunun toplumdaki eşitsizliği dikkate alan bir temelde değerlendirilmesidir. Kadının beyanı esasıyla konunun soruşturulmasıdır. Bu ilkenin erkekleri doğrudan mahkûm etmek olduğu iddiası ilkeyi karikatürleştirmektir. Mesele konunun politik olduğunu kabul etmektir. Kadının beyanı esastır ilkesi, erkeğin aksini ispat hakkını ortadan kaldırmaz. Suçlananların savunma hakkı vardır. İspat yükümlülüğünün tersine çevrilmesi tüm dünyada cinsel şiddete, ayrımcılığa, ırkçılığa karşı mücadele edenlerin kazanımıdır. Üstelik bu dava nezdinde mahkeme emsal niteliğinde bir karar vermiştir. Ancak taciz suçlaması yöneltilen kişinin Türkiye yargısının alışıldık kodlarına oynayan beyanları, kadına ve davaya sahip çıkan tüm kadınlara yönelik tutumu iddianın aksini ispat çabasından çok saldırganlıktan başka bir şey değildir. Bu davanın hukuki olarak tarafı olmayanlar için mesele politik olarak doğru tutumu alıp almamaktır.
Meltem Oral
(Sosyalist İşçi)