Zenginlerin hakkı, yoksulların sanrısı

21.11.2018 - 09:50
Şafak Ayhan
Haberi paylaş

Kapitalizmin propagandacıları bizi, sosyalizmin, özgürlüklerin sonu demek olduğuna inandırmaya çalışırlar. Oysa gerçek tam tersidir. Sosyalizm, özgürlüğün başlangıcıdır. Sosyalizm, insanlığa en büyük acıları veren kötülüklerden kurtulmak demektir; ücretli kölelikten, sefaletten, toplumsal eşitsizlikten, güvensizlikten, ırk ayrımından, savaştan kurtuluş demektir.

Leo Huberman

T.C. 1982 Anayasasının 42. maddesine göre:

“Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz”

“İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır”

Ülkemizde her alanda olduğu gibi bu konuda da teoride her şey (birden fazla eksik içermesine rağmen) güzel ancak iş pratiğe dökülünce teorinin yanından bile geçemeyen uygulamalar kendisini gösteriyor. Zaten teorinin hakkından gelen, onu kitaplar içinde çürümeye iten de pratik değil miydi?

Ülkemizde eğitimin alanında yer alan her kademeden insan ağzını açınca ‘’haktan, adaletten, eşitlikten’’ dem vurur, bunların kanunlarla yönetmeliklerle korunduğundan falan size akşama kadar konuşabilir, durumun neden böyle olduğunu size anlatır, ancak bu konuşmada asla ve asla sisteme, yönetime, iki kelime eleştiri getirilmez çünkü suçlu hep bizlerizdir. Eğitim alabilme özgürlüğünün olmadığından, eğitimde fırsat eşitliğinin uygulanmamasından bahseder veya özel okullardan mezun olan bir çocuk ile Anadolu’nun herhangi bir köyünde birleştirilmiş sınıfta ‘’eğitim’’ görmüş bir çocuğun değerlendirilmek için aynı sınava neden girdiklerini sorarsanız, birden “vatan haini”, “nankör”, “şükürsüz” yaftalarına maruz kalabilirsiniz dikkat edin. Eğitim ve öğrenim hakkınızı kullanabilmeniz için paranız olması gerekmektedir. Ancak anayasa ısrarla eğitimin ücretsiz olduğunu iddia etmektedir.

Eğitim ücretsizdir. Anayasa, kanun, tüzük vb. birkaç yerde ücretsiz olduğu yazıyor. Ama bunun gerçeklik payı ne kadar?

Bilindiği gibi son yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı tarafından “özel okul teşvikleri” olarak öğrenci başına sermaye sahiplerine para ödenmektedir. Peki, devlet kendi okullarına, anaokulundan yükseköğretimine kadar öğrenci başına düşen ödenek miktarı okullara ulaştırabilmekte midir diye sorarsanız cevap “Evet”  olarak verilecektir. Peki, bu doğru mudur? En yakından örnek verecek olursak bir eğitim kurumuna (anaokul, ilkokul, ortaokul, lise) Milli Eğitim Bakanlığı ödenek göndermemektedir. Peki, okul nasıl ayakta duruyor? Bakalım Anayasal ücretsiz eğitim hakkı nasıl işliyor.

Okul idaresi, okul aile birliği ile birlikte bir bütçe oluşturur ve öğrenci başı dönemlik olarak “aidat” toplanır. Bu paralarla okulun en temel ihtiyaçları (temizlik malzemeleri, kırtasiye giderleri, çevre düzenlemesi, öğrenci aktivitelerine ulaşım giderleri, kapı pencere onarımı, toner alımı vb.) karşılanır. Bu aidatları ödeyemeyen ailelerin çocukları her an kendilerini başka sınıflarda bulabilir ya da etkinliklerden uzak tutulabilir. Hatta geçen haftalarda sosyal medyada hızla yayılan videoda Malatya’da bir veli çocuğunun 42 günlük, 90 lira aidatını geciktirdiği için 5 yaşındaki oğlunun okuldan atıldığını iddia ediyordu. Bakanlığa göre cam kırılırsa, kalorifer peteği patlarsa hemen okul idaresi ya da okuldan bir öğretmen bu sorunu halletmelidir. Eğer idare veya öğretmen bu benim görevim değil diye bir söz ederse “öğretmenlik fedakârlıktır”, “yapamıyorsanız bırakın, o işi yapacak yüzlerce insan var” gibi akla zarar sözler duyarsınız. Nasıl olsa Yılmaz öğretmen perdeyi asar, Ahmet öğretmen kırılan kapıyı onarır, müdür yardımcısı kaloriferi yakar ve sistem bir şekilde işlemeye devam eder. İşin en garip taraflarından biri de tüm bu sorumluklarını yerine getiremeyen bakanlık, her yıl bütçeden en büyük payı alan bakanlıklardan biri. Sınıfa perde takamayan, kitaplık getiremeyen, merkez okullarının kırık sıralarını köy okullarına gönderen, okul yönetimlerine kömürü idareli kullan diye yazılar gönderen, temizlik malzemelerini, kâğıdı, yazıcıyı velilere aldıran bir bakanlık bu kadar parayı ne yapıyor acaba? En temel ihtiyaçları karşılanmış bir okula öğrencisi göndermek isteyen bir velinin cebinden, kırtasiye giderleri dâhil (kâğıt, test, fotokopi sarf malzemeleri, temizlik vb.), aylık en az 250 -350 TL arasında bir para çıkmaktadır. Bu ücret okulun merkezi okul veya büyük okul olmasıyla doğru orantılıdır. Ne güzel ücretsiz eğitim değil mi? Ne güzel eğitim alabilme özgürlüğü…

Üniversitelerde de bu durum farklı mı? Tabii ki hayır. Hem devlet okullarında hem de özel üniversitelerde, özellikle sağlık (diş hekimliği, tıp, hemşirelik) ve mühendislik bölümlerindeki, ‘’malzeme paraları ‘’ ile şu an Türkiye’de 3 -4 kişilik aileler geçinmeye çalışıyorlar.

Ülkemizde yaşayan insanların çoğuna temel haklarımız ve özgürlüklerimiz ile ilgili sorular sorsak, bizlere cevap olarak  “Hepimizin eşit hakları var, hepimiz özgürüz ve bu özgürlüklerimiz kanunlar tarafından güvence altına alınmıştır” diyecektir. Doğru, bunlar kanunlarda yazan ancak teoriden öteye geçemeyen, kapitalist sistemin yaratıcıları tarafından gözlerin boyanması için sağa sola yazılmış, soran olursa “evet bizde de bu haklar var” dediğimiz kavramlar.

Herkes barınma hakkına sahiptir. İnsanlık onuruna yakışacak bir evde oturmak en temek insan hakkıdır. Ancak şu an bir ev sahibi olmak istiyorsanız ömrünüzden en az 20 yıl feda etmek zorundasınız. Hava boşluğunun duvarlar ile örülüp satılmasına ve insan ömrünün bu örüntüyü alabilmesi için harcanmasına kısaca kapitalizm diyoruz.

Herkes seyahat edebilme hakkına sahiptir. Teoride ne güzel bir hak ancak günümüzde bu hak sosyal sınıflara bölünmüş vaziyette olan ülkemizde sadece zengin kesim için geçerlidir. Bu ve bunun gibi hakları ve özgürlükleri kullanamadıktan sonra bu haklar neye yarar? 80 milyonu aşan nüfus içerisinde imkânları el vermediği için, yoksulluğu dibine kadar yaşadığı için yurtdışına çıkmak şurada dursun doğduğu şehrin dışına adım atmamış, uçağa hiç binmemiş, Akdeniz sahillerini dünya gözüyle görmemiş, İstanbul’da yaşadığı hâlde bir kez olsun Boğaz kenarında bırakın yemek yemeyi, çay bile içmemiş binlerce, milyonlarca insan sayabiliriz. Ülkemiz dört bir köşesiyle cennet vatanmış. Gezebilen gidebilen için cennet vatan, yoksul halklar için değil.

Seyahat edebilme hakkı zenginlere ait bir haktır. Asgari ücreti öğle yemeğinde masaya bırakıp gidenlerin böyle hakları vardır; tüm gününü inşaatta, fabrikada üç kuruş etmeyecek adamların ellerine bakarak, yarın okula gidecek kızının cebine kaç lira harçlık koyacağını düşünenlerin böyle hakları yoktur.

Özgürlük, yaşamı bütünüyle yaşamak demektir. Yeterli beslenme, giyinme ve barınma konusunda bedenin gereklerini karşılamak için ekonomik olanak, kişiliğimizi geliştirmek ve kişiliğimizi ortaya koymak için etkin fırsat ve olanaklara sahip olmak demektir. Özgürlüklerimizin, haklarımızın kâğıtta kalmaması, onları yaşamımızda kullanmak için fırsatlarımızın olması demektir.  Yılın 52 haftasında çalışmak zorunda olan; dinlenmek için, tatil için birkaç günü bir araya getiremeyen insan özgür müdür? Her an işini kaybetme korkusuyla yaşayan bir emekçi ne kadar özgürdür? Yetenekli ama yeteneklerini gösterecek bir öğrenim imkânından yoksun bir insan ne kadar özgür olabilir?

Kâr peşinde koşan, insanlık onurunu, değerini hiçe sayan, insanı insan yapan değeri yok eden, paylaşmak yerine biriktirmeyi, sermayeyi ön plana alan kapitalizmin bize “özgürlükler” sunduğunu dile getirenler, kapitalist sistemden nemalanan emekçinin alın terinden birebir beslenen kan emicilerdir. Örgütlenmekten, bir arada olmaktan başka şansımız yok.

Bu yozlaşmaya, bu yabancılaşmaya ancak birlikte karşı çıkarsak kazanacağız.

Şafak Ayhan

[email protected]

Bültene kayıt ol