Eyvah! Sınıfta öteki var

23.10.2018 - 09:29
Şafak Ayhan
Haberi paylaş

“Kimileri bizi, okulu sınıf okuluna çevirmekle suçlamaktadır. Ama okul ilk ortaya çıkışından itibaren zaten böyle, bir sınıf okulu olmuştur. Eski tarz okulda çocuğa kaçınılmaz ulusal önyargılar aşılanmakta; başka halklara ve diğer uluslardan isçilere karşı düşmanlık kışkırtılmakta, genç düşünceler aptalca önyargılarla karartılmaktadır. Burjuva devletlerdeki okullar, burjuvazi yararına yalan ve iftiralarla doldurulmuştur.” ~Vladimir İlyiç Ulyanov Lenin

Türkiye’de okul yaşına gelen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan her çocuk, bulunduğu adrese dayalı olarak örgün eğitime erişebiliyor. Anaokulundan itibaren alınan temel eğitim, ana dilleri yok sayarak Türkçe ile devam ediyor. Türkiye’de yıllardır "anadilde eğitim" talebi sistem tarafında bozguncunun, terör destekçilerinin talebi olarak görüldü. Ancak son yıllarda bu talebin haklılığı bir kez daha kendini doğruladı. Anadilde eğitim pratiğinden oldukça uzak olan ve bu dil taleplerini yıllarca reddeden Türkiye, Suriyeli çocukların eğitiminde en büyük sorunlardan birinin "dil sorunu" olduğunu geç de olsa anlamaya başladı. Millî Eğitim Bakanlığı "kapsayıcı eğitim" adı altında, Suriyeli mülteci çocuklar başta olmak üzere, eğitimde bir entegrasyon süreci başlattı ve öğretmenleri hizmet içi eğitime alarak bu sorunu çözebileceğine inanıyor. Türkiye’de artan ırkçılık ve göçmen karşıtlığı ise bu sorunun hizmet içi eğitimler ile çözülemeyeceğini gösteriyor. Birden fazla değişkene sahip problemlerin çözümünde, kapsayıcı eğitim sorunların hepsine çözüm üretecek mi? Tabii ki hayır. Çünkü sorun sistemin ta kendisidir. Sorunlu bir yapı, çözüm üretemeyeceği gibi sorunları daha da büyütür. Peki, bu sorun çözücü olduğuna inanılan kapsayıcı eğitim nedir?

Kapsayıcı eğitim, ilk olarak ileri derecede engelli ve/veya özel eğitime gereksinim duyan öğrenciler için gündeme gelmiştir. Amaç, bu öğrencileri normal eğitim süreçlerine dâhil etmek olmuştur. Buna kaynaştırma eğitimi de denir. Bu tanım son zamanlarda genişleyerek, toplumda dezavantaja sahip tüm grupları (dini, etnik ve kültürel azınlıklar, göçmen, mülteci ve sığınmacılar, kız öğrenciler, düşük gelirli aileler, engelliler, AIDS hastaları, vb.) dâhil edecek şekilde bir ifadeye bürünmüştür.

Bugünkü anlamda kapsayıcı eğitim, özel gereksinimi ve/veya engeli olsun veya olmasın, sosyal, kültürel, eğitimsel, yaşamsal aktivite ve fırsatlara tüm toplum üyeleri ile eşit düzeyde erişimde güçlük yaşayan bütün çocukları kapsamakta ve bu çocukların diğer akranlarıyla birlikte eğitim alma hakkını vurgulamaktadır.

Kapsayıcı eğitim, UNESCO tarafından “öğrenenlerin farklı gereksinimlerine, onların eğitime, kültüre ve topluma katılımını artırarak ve eğitim sisteminin içindeki ayrımcılığı azaltarak cevap verme süreci” olarak tanımlanmaktadır.

Toplumumuzda en basit tanımıyla okul; öğrenci, öğretmen ve aile ile birlikte yaşayan bir kurumdur. Bu kurumlar artık çürümüşlüğü, yozlaşmışlığı kendine temel görev edinmiş bir şekilde, sadece beton yığınları olarak varlıklarını sürdürüyor. Okullar artık sadece ismiyle değil; bulunduğu mahallenin etnik kimliğiyle tanıtılmaktadır. Örneğin, Kürt okulu, Roman okulu, Suriyeli okulu" gibi buram buram ırkçılık ve nefret söylemi kokan tanımlar, bırakın velileri, öğretmenlerin de diline pelesenk olmuş durumda. Bakanlık kapsayıcı eğitim gibi hizmet içi eğitimlerle, öğretmenlerin ve okul çevresinin, ailelerin içindeki ırkçılığa bir çare bulamayacaktır. Çünkü bu sorunların temelinde kapitalist sisteminin yarattığı, toplumsal sınıflara ve ırkçılığa dayalı bir yaşam formu vardır. Bu yaşam formu devamlılığını sağlayabilmek için nefret söylemlerine, ötekileştirmeye ihtiyaç duyar.

Kapitalizm ve sömürü düzeninin daha da gelişmesiyle, toplumumuzdaki çürümüşlük günbegün artarak devam ediyor. Eğitim, ekonomi, siyaset, kültürel değerler bu çürümüşlükten payına düşeni fazlasıyla alıyor. Burjuva sınıfın egemenliğini sürdürmesinin ve zenginliğini artırmasının diğer bir aracı da eğitimdir. Bir eğitim kurumu olan okullarda ise burjuva sınıfının çıkarlarını korumak için dogmatik bilgilerin empoze edildiği kitabi bilgilerle, toplumsal gerçeklerin arasında uçurumlar bulunuyor.

Medyada, sokakta, seçim kampanyalarında dillerden düşmeyen nefret söylemleri, göçmen karşıtlığı okullarda da kendine yer bulmuş durumda. Türkiye’de bu ayrımcılığa maruz kalan "ötekilere" Suriyeli çocuklar da eklendi.

Öteki olduğunu hisseden çocuk, eğitim hakkından vazgeçebilecek duruma gelerek okulu bırakabiliyor. Bu çocukların onlarca sorununa rağmen gittiği okuluna artık gitmemek istemesinin en büyük sorumlularından biri de diğer çocukların aileleri. Okul yönetimlerine baskı yaparak, araya siyasi torpiller koyarak çocuğunu Suriyeli'nin, Kürt'ün, Roman’ın olduğu sınıflardan aldıran, normal şartlarda okula bile uğramayan ancak çocuğunun sınıfında bir "öteki" olduğunu duyunca okula koşan, kendinden başka bir şey düşünmeyen, yeri gelince eşitlik, kardeşlik mavalları okumaktan geri kalmayan, insansı formlara sahip olduğu için kendini "insan" sanan veliler, aileler. Mahalleler, okullar, sınıflar ırkçılıktan, nefret söylemlerinden nasibini alarak ayrışmış durumda.

Türkiye’de çoğu Suriyeli olmak üzere yaklaşık 3.9 milyon mülteci yaşıyor ve onların yaklaşık 1.7 milyonu çocuk. Okul yaşına gelmiş çocuk sayısı ise 860 bin civarında. Bu çocukların çoğu savaşı birebir yaşamış, katliamlar görmüş olan çocuklar.

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) hâlihazırda 350 bin civarında Suriyeli çocuğun okula gidemediğini gösteriyor. Suriyeli aileler, dil sorunu başta olmak üzere ötekileştirilmeye maruz kalan çocuklarını kamplardaki Geçici Eğitim Merkezleri'ne (GEM) gönderiyor. Bu çocuklar GEM‘lerde Suriyeli öğretmenler tarafından verilen eğitimi almaya çalışıyor. Ancak Bakanlık, Suriyeli çocukların eğitim gördüğü geçici eğitim merkezlerinin yaklaşık iki yıl içinde devre dışı kalacağını söylüyor ve bunun ilk adımını geçen yıl attı. Milli Eğitim Bakanlığı aralarında İstanbul, Ankara, İzmir, Konya ve Diyarbakır'ın da bulunduğu 23 il valiliğine yazı yazarak, bakanlığa bağlı okul/kurumlar ile ilişkilendirilmiş, kamu binaları dışında sivil toplum kuruluşları tarafından desteklenerek Suriyeliler için açılan 'Geçici Eğitim Merkezleri'nin yıl sonuna kadar kapatılmasını istedi. Bu şu anlama geliyor: Suriyeli çocuklar devlet okullarında adına eğitim denilen ancak eğitimden çok nefreti, ırkçılığı tadacakları bir ortama gönderilecek. Bunun pratikte hiçbir karşılığının olmadığını, devlet okullarına gelen çocukların ayrımcılığa maruz kalacağını, dışlanacağını, yok sayılacağını bakanlık göremiyor mu?

Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi’nin yaptığı bir araştırma, altyapı eksikliği ve gerekli destek mekanizmalarının oluşturulmaması nedeniyle eğitime erişebilen Suriyeli çocukların dahi eğitim hakkından gerçek anlamda yararlanamadığını gösteriyor. Okullara kayıt sırasında yaşanan engeller atlatılsa bile kayıt sonrası okullarda sınıflarda yaşanan sorunlar birlikte yaşamı imkânsız hale getiriyor.

Çoğu Arapça'dan başka dil bilmeyen Suriyeli çocuklar, Türkçe eğitim verilen okullarda dil engeliyle karşılaşıyor. Bu sorunu dile getiren bir öğretmen, başka bir "öğretmen" tarafından "Burası Türkiye, burda Türkçe konuşulur hocam, gelmeselerdi o zaman..." gibi söylemlerle karşı karşıya kalıyor. Bu öğretmenler aynı zamanda Kürt şehirlerine gitmek istemeyen, mecburiyetten gitse bile birkaç sene içerisinde çeşitli bahanelerle bölgeden kaçan, ancak yeri gelince de "bayrağın dalgalandığı her yer vatandır" diyerek ilkel milliyetçilik nidaları atanlardır. Barış Ünlü'nün de dediği gibi; ırkçılık tarihsel, toplumsal ve kurumsal bir sistemdir. Ve bu sistem bu öğretmenleri yetiştirmiştir. Dil çocuğun hayatı anlama ve anlamlandırmasının, kendini ifade edebilmesinin temelidir. Ana dilinin konuşulmadığı bir okulda çocuk eğitim hakkına erişmiş sayılamaz.

Akranlarının zorbalığına, öğretmenlerinin dışlamasına, diğer çocukların velileri tarafından gördüğü şiddete maruz kalan Suriyeli çocuklar, ya bu olanlara ses çıkartamaz hâlde okula devam ediyor ya da okulu bırakıyor. Bu şiddetin, nefretin temelinde diğer çocukların aileleri var. Çünkü bir çocuk, ona verilen telkinler olmadan sıra arkadaşının "dilinden, ırkından, kıyafetinden, engelinden" nefret etmez. Çocuklar saftır, düşünceleri kirlenmemiştir. Etnik kimlik ve dini inanç ayrımcılığını, zenginlik yoksulluk gibi sosyal sınıf belirten biz büyüklere ait olan iğrenç kavramları bilmezler. Bu kavramları ona öğreten, çocuklarına farkında olmadan nefreti aşılayan ailelerdir. Bu aileler de zamanında kapitalist bir eğitim sisteminden geçmiştir ve şu an geleceğimize nefret tohumları serpen de onlardır. Çocukların okul bahçesinde oyun arkadaşını bile seçen hâle gelmiştir aileler.

- O Roman çocukla oyun oynama, eşyanı verme, Kürt çocuk  ile oyun oynama, Suriyeli çocuk pistir yanına gitme...

Wilhelm Reich, Cinsel Devrim eserinde kapitalizm içerisinde ailenin işlevinde yapılan değişimi yorumlar: "Kapitalizm-öncesi üretim birimi olarak ailenin öneminin, daha çok erkek ve kadın kapitalist sanayinin üretim sürecine girmesiyle, ailede, ekonomik işlevin yerini politik bir işlev aldı: Aile artık otoriter ideolojilerin ve tutucu kişilik yapılarının fabrikasıdır."

Kapitalist sistemin gizemli kalesi olan aile, ülkemizde nefret söylemi üretmeye, ırkçılığı körüklemeye devam ediyor.

Öğretmeninden gördüğü ötekileştirmeyi, ailesinden öğrendiği nefreti içselleştiren çocuklarımızı her şeye rağmen kazanacağız. Emperyalizmin yarattığı kapitalist barbarlık karşısında ‘’büyük insanlığı’’ yeşerteceğiz.

Şafak Ayhan

[email protected]

Bültene kayıt ol