Gizli tanık yargısı

18.10.2018 - 16:23
Hakan Tahmaz
Haberi paylaş

ABD vatandaşı din adamı rahip Andrew Craig Brunson'un davası birçok açıdan değerlendirilmeyi ve analiz edilmeyi fazlasıyla hak eden bir konu. ABD-Türkiye ilişkileri, iktidar partisinin Türkiye’yi yönetme tarzı, siyaset anlayışı ve kriz yönetmedeki beceriksizliği bu tartışmanın bir yanı. Ancak esas olarak bu dava, yargının durumunu gözler önüne seren bir dava oldu.

Yargı-siyaset ilişkisi, hukukun nasıl ayaklar altına alındığı bu kapsamdaki en önemli başlıklar. Bunlar, üzerine son yıllarda çok tartışılan konular.

Ancak iktidar partisinin yaygın kullanımına önayak olduğu “gizli tanıklık” sistemi bugüne kadar hakkettiği gibi tartışılmadı. Daha önce özel siyasal davalarda istisnai bir uygulama olan “gizli tanık” yargının ve hukuk sisteminin ana unsuru hâline getirildi. Bu “başarının” altındaki imza bugünkü iktidar partisine ait. Dünyada örneği ender bulunabilecek bir yargı sistemi inşa edildi.

Son on yıldır bütün siyasal davalarda karşımıza çıkan “gizli tanık” vakaları, yargının çökmesi sonucunun doğmasında önemli bir etken olduğu gibi toplumsal çürümeye de yol açtı.

2000’li yılların yargısı, gizli tanık ve telefon/ortam dinleme üzerine oturtuldu. Bunların birçoğunun usûle uygun olmadığı mahkemelerce tespit edilmiş olmasına ve haklarında yargı kararı bulunmasına rağmen siyasal nedenlerle dikkate alınmadı, alınmıyor. Yargı gizli tanıklara ve dinleme tutanaklarına bağlı hâle getirildi.

Gün gelecek bunların yargı ve hukuk sisteminde yaratığı sorunların, mağduriyetlerin ve adaletsizliğin ciddi boyutlara ulaşmasının sonuçlarına kendileri de muhatap olacaklar. Bunun örneklerine 15 Temmuz darbe girişimi ve FETO örgütü davalarında sık rastlıyoruz

Brunson davasındaki gizli tanıkların başka davaların da gizli tanıkları oldukları ortaya çıktı. Neredeyse gizli tanıklık profesyonel mesleğe dönüştürüldü. Hepsinin adlarının da savcıların siyasal tutumlarının yansıması olması tesadüf olmasa gerek. Mesela Brunson davasında Dua, Göktaş, Ateş, Kılıç, Kama gibi.

Erzincan eski savcısı İlhan Cihaner’in yalancı ve uydurma gizlik tanıkla tutuklanması vakası hafızalardan silinmiş değil. Yine çok daha yakında hak savunucuların yargılandığı Büyükada davasında da gizli tanık marifetiyle tutuklu kalmaları rezaletin dik alasıydı.

Kavala, iddianamesiz hâlâ tutuklu

Keza telefonun aynı baz istasyonunda sinyal verdiği iddiasına rahip Brunson soruşturmasında da rastlıyoruz. On gün sonra tutuklanalı tam bir yıl olacak olan ve hâlâ iddianamesi hazırlanmayan Osman Kavala’yı suçlamak için darbe girişimiyle ilişkisi olduğu iddia edilen ABD’li bir eski istihbarat elemanıyla telefonunun aynı baz istasyonundan sinyal verdiği hükümete yakın gazetelerde yazılıp duruluyor. Olup bitenlerden rahatsız olmayı bir kenara bırakalım büyük bir keyifle yüzsüzlüğe devam ediliyor. Ülkeyi dünya kamuoyunda kötü duruma düşürmüş olmaktan zerrece rahatsız olmayan bu milliciler pespaye bir şekilde yaşamaya devam ediyorlar.

Yine  hafta başı gizli tanık ifadelerine dayanarak Diyarbakır’da 200 adrese baskın düzenlendi, 141 HDP’li gözaltına alındı. Gözaltı operasyonunu gerçekleştiren TEM müdürü, gizli tanık ifadelerinden emin olduğu için İçişleri Bakanı’yla koordineli bir biçimde gözaltındaki tüm şüphelilerin tutuklanmasını beklerken 25 kişi tutuklandı.

Bütün bunlar gizli tanıklık ve dinleme delillerinin siyasal gaye ile değerlendirildiğini, hukuk güdüsüyle hareket edilmediğini ortaya koymaya yetiyor. Başka türlü düşünmeye vesile olacak herhangi bir emare yok.

Rahip davasının savcısı 15 ay süren soruşturma sırasında beş gizli tanığın birinden tam 10 kez ifade almış. Her biri çelişkilerle dolu. Savcı ya da mahkeme heyeti bunların hiçbirini iki yıl önemsememiş. “FETÖ Papazı” olarak acılan dava, ABD ile yaşanan krizle “casus davasına” dönüşmüş. Sonuçta “terör örgütüne yardım” dan ceza verilmiş. Bütün bunlarda bir tuhaflık olmadığı iddia etmek ise başlı başına anormalliktir.

Kekeç, tuz kokuyor 

Star gazetesinde Ahmet Kekeç Salı günü rahip davasıyla ilgili şöyle yazdı: “Görülüyor ki, yargı birçok konuda olduğu gibi, bu işi de yüzüne gözüne bulaştırmış. Çürük tanıklarla muhakemeye kalkışmış ve ortaya tevil edilemeyecek bir problem çıkarmış”. Başka söze gerek var mı? Bunu yazan muhalif bir yazar olsa başına gelmedik kalmazdı.

Tuzun koktuğu yer Türkiye, başka söze gerek yok. İnsanların hayatları bir gizli tanığın ağzından yazılan yalan ifadelere bağlı. İnsan yaşamı ve özgürlüğün bu kadar ucuz olduğu bir ülkede insanların yarınlarına umutla bakabilmesi yalnızca hayata bakış ufuklarının çok geniş olmasından kaynaklanıyor olsa gerek, yargıya güvenden değil.

Hakan Tahmaz 

(hakantahmaz.com)

Bültene kayıt ol