(Video) Çağdaş Felsefe Tartışmaları'nda kriz, ütopya ve devrim konuşuldu

12.06.2022 - 10:38
Haberi paylaş

Antikapitalist Öğrencilerin düzenlediği Çağdaş Felsefe Tartışmaları'nın ikinci gününde, ilk oturumun konusu “Kriz, ütopya, devrim: Olağanüstü dönemlerde demokrasi ve otoriterlik”ti. 

Ferda Keskin’in moderatörlüğünü yaptığı oturumda Z. Soner Dinç, Simge Armutçu, Oktay Kavaz sunum yaptı. 

Ferda Keskin açılışta şunları söyledi:

Neoliberalizmin esas hedefi emekçi sınıflar olmaktan çıktı, çünkü o kadar güçlü bir emekçi sınıfı artık yok.

Neoliberalizmin karşısında şimdi liberal demokratik gelenek var, bu geleneği ortadan kaldırmaya çalışıyor. Bu geleneğin bütün kazanımlarını hedefine koyuyor. Liberal demokratik geleneğin en temel kazanımı, güçler ayrılığı ve seçim demektir.

Neoliberalizm döneminde güçler ayrılığı ortadan kaldırılıyor. Daha da önemlisi seçimlerle gelen yöneticiler artık halka hesap vermiyorlar, seçim dışı mekanizmalar ülke yönetimlerinde çok daha etkin oluyor. Klasik liberal demokrasi bizatihi kapitalist neoliberalizm tarafından ortadan kaldırılıyor.

Burada bir çatışma ve mücadele alanı var ve bu durumda ütopya kavramı devreye giriyor. Gerçek ütopya tarihin içinden çıkar. Ütopya, geçmişte neyi hatalı yaptıysak onları değiştirmek demektir. Mesela önümüze bir anayasa oylaması geldiğinde eğer daha iyi bir seçenek varsa, yetmez ama evet demek ütopyanın hayata geçirilmesi demektir. Devrim için harekete geçmek demektir.

Simge Armutçu:

Klasik ütopya anlayışı, olması imkânsızı önermek demektir, saf bir ideal demektir. Marks ise ütopyasında daha iyi bir dünyayı mümkün olan üzerinden temellendirir. Marks olması gerekeni olanın içine olanın eleştirisi olarak yerleştirmiştir.

Marks ütopyanın mümkün olduğunu, tarihsel materyalizmi kullanarak bize gösteriyor. Krizler kendi çözümlerini ortaya çıkarır. Kapitalizm, kendi çelişkileri ile ütopyayı gerekli hale getiriyor.

İnsanlar 100 bin yıllık tarihlerinin sadece 5 bin yılında sınıflı toplum oldu, 95 bin yıl sınıfsız olarak yaşadı. Bu nedenle sınıfsız toplum imkânsız değil, bunu tarih ve tarihsel materyalizm bize gösteriyor.

Çelişkiler ilerledikçe devrim mümkün hale gelir. Burjuvazi feodalizmi devirirken devrimciydi, şimdi ise aşılması gereken bir sınıf. Burjuvazi kendi mezar kazıcılarını, proletaryayı yarattı.

Kriz varsa çözüm de vardır, ama bu kaderciliğe teslim olmak demek değildir. Tarihi şekillendirecek olan insanlardır. Dinamik bir ütopya sürekli değişim demektir. Marks ve Engels komünist toplumun tanımlanmasına karşılardı. Bu toplumun nasıl olacağı, süreç içinde insanlar tarafından ortaya çıkarılacak. 

Marks ve Engels bu konuda insanlığın bir potansiyeli olduğunu ortaya koydular. Bizlerin görevi bu potansiyeli gerçekleştirmek. Bu tasarımı gerçekleştirmek bize düşüyor.

Z. Soner Dinç:

Ben Walter Benjamin’in konu hakkındaki görüşlerini aktaracağım. 1885 yılında Berlin’de doğan Benjamin iki dünya savaşını ve arasındaki tüm değişimi yaşamış bir kişidir. Edebiyat, felsefe ve sanat ile ilgilenmiştir. Nazi rejiminden kaçarken, 1940’ta Fransa İspanya sınırında ölmüştür.

Metinleri her zaman günceldir, güncelliğini korur, yazılarında bugünün sorunlarına cevap verme potansiyeli vardır.

Şiddetin Eleştirisi ve Tarih Kavramı Üzerine Eleştirel Tezler makalelerini sizlere aktaracağım. Birinci makalede, şiddet kullanma tekeline sahip devlet ile şiddet kullanan muhalefet hareketleri üzerinde analizler yapar. Burada doğal hukuk kavramını öne çıkarır. 

Grev yapma hakkının işçi sınıfı için yasal şiddet kullanma hakkı olduğunu, dolayısıyla bunun aynı zamanda hukuksal bir alt yapısı olduğunu söyler. Grevin kendisinin mevcut yasal çerçeveyi alt üst eden, yeniden yasa yapıcı gücü olan, ütopik bir perspektif olduğunu söyleyebiliriz.

Benjamin, düşman galip geldiğinde ölüler bile huzur bulmaz, der. Mezarlıklara saldıran naziler, faşistler bizlere de yabancı değildir. Tarihin, zamanın akışını ancak eyleme geçen devrimci sınıflar parçalar. Paris’te 1789 devrim günlerinde insanların saat kulelerine ateş açması buna sembolik bir örnektir. Devrimci sınıflar, tarihin akışını parçalama bilincine sahiptir. Geçmişi yeniden devrimci biçimde kurma potansiyelleri vardır.

Benjamin’in görüşleri ütopya konusunda bizleri aydınlatmaya devam ediyor.

Oktay Kavaz:

Ben Adorno, sanat ve ütopya konusunu tartışacağım. Adorno sanatı, toplumsal gerçekliğin olumsuzlanması olarak görür. Sanat yapıtları devrimcidir. Doğru bir toplumsal düzenin resmini verirler. Yeni bir düzen ortaya koyabilirler. 

Sanatın ütopyacı bir yapısı vardır. Modern sanat en ütopik olandır. Sanat alanı totalitarizme karşı en etkili direniş alanıdır. Sanat direniş demektir. Stalinist Sovyetlerde sanat en önemli eleştiri alanlarından biri olmuştur. Şöyle bir mizah örneği vardır: Stalin bir gün suda boğulmak üzereyken geçmekte olan bir işçi tarafından kurtarılır. Stalin ödül olarak ne istediğini sorar. Kimi kurtardığını fark eden işçi şöyle der: Seni kurtardığımı sakın kimseye söyleme.

Mizah ve sanat totaliter toplumlarda bir direniş aygıtıdır. Sanat, topluma karşı, toplumsal bir itirazdır. Önemli olan sanatın olumsuzlaması değil yeni bir şey ortaya koymaktır, devrimsel bir pratik geliştirmektir.

Marks’ın 11.tezi filozofların dünyayı değiştirmesi gerektiğini söyler. Ama aslında düşünmenin kendisi de devrimci bir eylemdir, dünyayı ve değişimi anlamak daha devrimci olabilir.

Ütopya sadece düşlerde yaşatılırsa kavram içeriksizleşir. Bütünlüğün dönüştürülmesi, ütopyadır, ütopyanın değiştirici kapsamı vardır.

Modern toplumda hayal yetisi kayboluyor, sadece düzen olumlanıyor. Kişiler, bu düzene sıkı sıkıya bağlı insanlar olarak ortaya çıkıyorlar. Hâlbuki insan hayal yetisinin sınırlarını zorlarsa bu sömürü sistemi yıkılabilir. 20. yüzyılda ütopya kendisini en fazla gösterir, çünkü yıkım çok üst boyutta. 

Krizlerin arttığı bu dönemde değişimin sesleri geliyor.

Bültene kayıt ol