Aksayan sürekli devrim

20.08.2016 - 07:03
Haberi paylaş

Troçki, sürekli devrim teorisini 1905 Devrimi’nin ışığında geliştirdi.

O zamanlar Marksistlerin büyük çoğunluğu sadece gelişmiş ülkelerin devrime hazır olduğunu, bir ülkede işçi iktidarı kurulabilmesi olanağının o ülkedeki teknolojik düzeyle paralel olduğunu savunuyorlardı. Geri kalmış ülkeler ancak uzun bir sanayi devrimi süreci ve parlamenter burjuva düzenine geçişin ardından işçi sınıfı sosyalist devrim olgunluğuna erişebilirdi.

Menşevikler, devrime kaçınılmaz olarak burjuvazinin önderlik edeceği sonucuna vardılar. Sosyalistlerin burjuvaziyi desteklemeleri, “8 saatlik iş günü” gibi sosyal reformlar için mücadele vererek işçilerin özel çıkarlarını korumaları gerektiğini düşünüyorlardı.

Lenin ve Bolşevikler devrimin karakterinin burjuva olacağı konusunda Menşeviklerle anlaşıyorlardı.

Lenin’in Menşevikler’den ayrıldığı noktalar vardı. Lenin, burjuvazinin korkak olduğunu bu nedenle işçi hareketinin burjuva devrimine önderlik edeceğini savunuyordu. İşçi sınıfı köylülükle ittifak içinde devrimi tamamlayacaktı.

Köylüler bağımsız bir rol oynayamaz

Burjuvazinin devrimci görevleri yerine getiremeyeceğinden Troçki de Lenin kadar emindi. Ancak, Troçki Lenin’den farklı olarak köylülerin zengin ve fakir olarak ikiye bölündüğünü ve bağımsız bir parti kuracak durumda olmadıklarını söylüyordu.

Troçki, “tarihteki tüm deneyimler göstermiştir ki köylülük, bağımsız bir rol oynama yeteneğinden tamamıyla yoksundur” der.

Proletarya geri bir ülkede iktidara gelebilir

Troçki’ye göre devrim burjuva demokratik görevleri yerine getirmekle kalmayacak, derhal proleter sosyalist tedbirleri almak üzere devam edecekti:

“Proletarya kapitalizmin gelişmesi ile birlikte büyür ve güçlenir. Bu gelişme proletaryanın diktatörlüğe doğru ilerlemesi anlamına gelir. İktidarın proletaryanın eline geçmesinin zamanı sınıf mücadelesinin koşullarına, uluslararası duruma ve nihayet gelenek, girişkenlik ve mücadelecilik gibi bir dizi öznel unsurlara dayanır”.

“Proletaryanın ekonomik olarak ileri bir ülkeden önce geri kalmış bir ülkede iktidara gelmesi mümkündür. 1871’de proletarya küçük burjuva Paris’in sosyal idaresini bilinçli bir şekilde-iki ay için bile olsa-ele almıştır. Ama, güçlü kapitalist merkezlerde bir saat için dahi iktidar olamamıştır. Proletarya diktatörlüğünü bir ülkenin teknik güçlerine otomatik olarak bağlayan anlayış saf bir “ekonomik” materyalizmdir, Marksizm ile hiç bir alakası yoktur.”

Bu teorinin diğer bir önemli unsuru da yaklaşan Rus Devrimi’nin uluslararası karakteridir. Ulusal çapta başlayan bir devrim ancak daha ileri ülkelerdeki zaferle tamamlanabilir:

“Rusya’nın ekonomik koşullarında işçi sınıfının sosyalist politikası nereye kadar gidebilir? Ülkenin teknik olarak geri kalmışlığı sorun haline gelmeden çok önce diğer siyasi engeller ile karşılaşacaktır. Avrupa proletaryasının desteği olmadan Rus işçi sınıfı iktidarını sürdüremez ve geçici iktidarını kalıcı bir sosyalist diktatörlüğe çeviremez.”

Troçki’nin teorisi

Troçki’nin sürekli devrim teorisinin temel noktaları şu altı başlık altında özetlenebilir:

1. Sahneye geç çıkmış bir burjuvazi bir ya da iki yüzyıl önceki burjuva sınıflarından köklü bir şekilde farklıdır. Feodalizmin ve emperyalist zulmün ortaya koyduğu soruna karşı tutarlı, demokratik, devrimci bir çözüm getirmekten acizdir. Ne ileri ülkelerde ne de geri kalmış ülkelerde artık devrimci değil, gerici bir güç olmuştur.

2. Daha çok genç ve sayıca az bile olsa gerçek devrimci rol proletaryaya düşer.

3. Bağımsız hareket etmekten aciz olan köylüler, şehirlerin peşinden gidecektir. Köylülerin önder olarak kabulleneceği sınıf sanayi proletaryasıdır.

4. Toprak sorununun ve ulusal sorunun tutarlı bir çözümü ve süratli ekonomik kalkınmaya mani olan sosyal ve emperyalist engellerin parçalanması burjuva özel mülkiyet sınırlarının ötesine ilerlemeyi zorunlu kılacaktır. Demokratik devrim derhal sosyalist devrime dönüşür ve böylece bir sürekli devrim haline gelir.

5. Sosyalist devrimin tamamlanması ulusal sınırlar çerçevesinde düşünülemez. Tek ülkede sosyalizm’ kurmaya çalışmak gerici ve dar bir hayaldir.

6. Geri kalmış ülkelerde olacak devrim gelişmiş ülkelerde sarsıntılara yol açacaktır.

Devrim, Troçki’yi doğruluyor

Rusya’daki 1917 Devrimi Troçki’nin tüm varsayımlarının doğruluğunu kanıtladı. Burjuvazi karşı-devrimci çıktı; sanayi proletaryası devrimci olduğunu gösterdi; köylüler işçi sınıfının peşine takıldılar; anti-feodal, demokratik devrim derhal sosyalist devrime dönüştü. Rus Devrimi Almanya, Avusturya, Macaristan gibi gelişmiş ülkelerde sarsıntılara yol açtı. Ancak devrimin yalnız kalması onun yozlaşmasına ve yıkımına neden oldu.

Ne var ki Çin’de Mao’nun ve Küba’da Kastro’nun iktidara gelişi, Troçki’nin teorisinin nerede ise tüm varsayımlarını sorgular gibi görünmektedir. Bu yüzden, bu olayları ve Troçki’nin teorisini yeniden değerlendirmek gerekiyor.

Mao’nun iktidara gelişi

Sanayi işçi sınıfı Mao’nun zaferinde hiç bir rol oynamamıştır. Çin Komünist Partisi’nin sosyal yapısı bile tamamen işçi sınıfı dışındaki unsurlardan oluşuyordu. Mao’nun parti içindeki yükselişi partinin bir işçi sınıfı partisi özelliklerini kaybettiği döneme rastlar. 1926 sonlarında partinin en azından yüzde 66’sı işçilerden, yüzde 22 kadarı aydınlardan ve sadece yüzde 5’i köylülerden oluşuyordu. Kasım 1928’de resmi bir rapor partinin “sanayi işçiler arasında tek bir sağlıklı hücresi olmadığını” itiraf ediyordu. Parti, işçilerin 1928 yılında üyelerin yüzde 10’una, 1929’da yüzde 3’üne ve Mart 1930’da yüzde 2.5’ine, aynı yılın Eylül’ünde yüzde 1.6’sına düştüğünü ve o yıl sonunda ise hemen hemen hiç işçi üyesi kalmadığını itiraf etmiştir.

Parti uzun yıllar boyunca orta Çin eyaletlerinde ihtilalci köylü hareketlerinden ibaretti ve burada Çin Sovyet Cumhuriyeti’ni kurdu. Aynı konuyu Chu The, “Komünistlerin önderliği altındaki bölgeler tüm ülkenin ekonomik olarak en geri bölgeleridir…” diyerek dile getirmiştir. Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasından iki yıl öncesine kadar tek bir büyük şehir komünistlerin kontrolüne geçmemiştir.

Mao iktidara yükseliş dönemi boyunca İşçi Sendikaları Ulusal Kongresi’ni toplamak gereği bile duymamıştı. 1937-45 döneminde Komintang kontrolü altındaki en önemli bölgelerde herhangi bir parti örgütü kurmaya niyeti olmadığını belirttiği demeçlerinden de anlaşılacağı gibi Komünist Partisi işçilerin desteğini aramaya bile meraklı değildi.

Aralık 1937’de Komintang hükümeti savaş döneminde greve çıkan veya grev kırıcılığı yapan işçiler için idam hükmü çıkardığı zaman Komünist Partisi sözcüsü bir gazeteci hükümetin savaşı yürütme yöntemlerinden partinin “son derece memnun” olduğunu anlatıyordu. Hatta Komünist Partisi ile Komintang arasında iç savaşın patlak vermesinden sonra bile Komintang bölgelerinde hemen hemen hiçbir Komünist Partisi örgütlenmesi olmamıştır. Bu bölgeler ülkenin tüm sanayi merkezlerinden oluşmaktadır.

Mao’nun şehirleri fethetmesi her şeyden çok Komünist Partisi’nin sanayi işçilerinden tamamen kopukluğunu ortaya çıkardı. Şehirlerin düşmesinin hemen öncesinde Komünist liderler herhangi bir işçi ayaklanmasını önlemek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar.

Orta ve Güney Çin’in büyük şehirlerinin (Şangay, Hankow, Kanton) düşmesinden önce Yagtze Nehri’ni geçerken Mao ve Chu The tekrar bir bildirge yayınladılar:

“Her türlü işteki işçilerin ve çalışanların işlerine devam etmelerini ve ticaretin her zamanki gibi sürmesini diliyoruz…”

İşçi sınıfı buna aynen uydu ve hareketsiz bekledi. Halk Kurtuluş Ordusu şehri işgal etmeden iki gün önce 22 Nisan 1949’da Nanking’den gelen bir rapor durumu şöyle anlatıyordu:

“Nanking halkı hiçbir heyecan ibaresi göstermiyor. Ticaret her zamanki gibi devam ediyor. Bazı dükkanlar kapalı ama bu alışverişin az olmasından kaynaklanıyor… Sinemalar hala tıklım tıklım dolu.”

Kastro’nun devrimi

Fidel Kastro’nun iktidara gelişi ne işçi sınıfının ne de köylülüğün ciddi bir rol oynamadığı, ancak orta-sınıf aydınlarının tüm siyasi arenayı doldurduğu bir olaydır. Kübalı önderlerin ağzından az çok gerçeğe uygun bir monolog olarak yazılmış C. Wright Mills’in Listen Yankee (Dinle Ey Amerikalı!) adlı kitabı her şeyden önce devrimin ne olmadığını anlatır:

“…bu devrim ücretli işçiler ile kapitalistler arasındaki bir kavga değildi… Bizim devrimimiz işçi sendikalarının veya şehirlerdeki ücretli veya işçi partilerinin ya da bunlara benzer herhangi bir gücün yaptığı bir devrim değildir.”

“… şehirlerdeki ücretli işçiler devrimci bir bilince sahip değillerdi; onların sendikaları ancak Kuzey Amerika’daki sizin sendikalarınız gibiydi: Daha fazla para ve daha iyi çalışma koşulları peşindeydiler. Onları sadece bunlar ilgilendiriyordu.”

Kastro’nun tereddütsüz taraftarı Paul Baran sanayi proletaryasının devrim içinde oynadığı önemsiz rol üzerine şöyle yazar:

“Anlaşılan sanayi işçilerinin çalışan kesimi tüm devrim boyunca genel olarak pasif kalmıştır.”

Ayaklanmanın başlamasından 16 ay sonra 9 Nisan 1958’deki genel grev çağrısının tamamen başarısız kalmasının nedeni sanayi proletaryasının aldırmazlığıdır. İşçiler çekimser kaldılar, komünistler ise grevi sabote ettiler. (Komünistlerin Kastro saflarına katılmaları daha sonraki tarihlere rastlar.)

Orta sınıf hareketi

Kastro hareketi orta sınıfın bir eseridir. 1956 Aralık ayında Meksika’dan kalkarak Küba’yı işgal eden Kastro’nun önderliğindeki 82 kişi ve bunlardan sağ kalıp Sierra Maestra’daki mücadeleye katılan 12’sinin tümü işte o sınıftandır.

Che Guevara, sanayi işçilerinin ilerdeki sosyalist devrimlerde merkezi bir unsur olabilmek açısından zayıflığını ve acizliğini kendine has bir biçimde şöyle anlatır:

“Kendisi gibilerin meydana getirdiği bir ordu ile kendi büyük amaçları için, en başta toprağın haklı bir dağılımı için savaşan gerillalar kırsal bölgelerden şehirlere yönelecekler… İktidarın ele geçirilmesi için öznel koşulların olgunlaştığı kırsal bölgelerde kurulmuş bu ordu buradan kalkarak şehirleri dışarıdan kuşatacaktır.”

Ona göre sanayinin gelişmesi sosyalist devrimin önünde bir engel oluşturur:

“Nüfusun büyük merkezlerde yoğunlaştığı, gerçek sanayileşme olmasa da yine de gelişmiş hafif ve orta sanayileri olan ülkelerde gerilla grupları kurmak daha zor. Şehirlerin ideolojik etkileri gerilla mücadelesini zorlaştırır.”

Sanayi proletaryasının rolüne sahte bir bağlılık ile Che, köylü gerillalarının”işçi sınıfının ideolojik tabanı Marksizmi kabul etmeleri gerektiğini söyler ama bunu söylerken marksizmin asıl özünü oluşturan, sosyalist devrimin işçi sınıfının kendi eseri olduğu gerçeğini proletaryanın tarihin nesnesi değil öznesi olması gerektiği gerçeğini göz ardı eder.

Başından itibaren Kastro’nun programı orta sınıflardan kabul görebilecek geniş liberal reformları ufkundan öteye geçmedi. Coronelt derginin Şubat 1958 sayısında yazdığı bir yazısında Kastro, yabancı yatırımları devletleştirmek doğrultusunda hiçbir planı olmadığını anlatır:

“Şahsen ben devletleştirmenin en iyi haliyle bile ancak sıkıntı yaratan bir araç olduğu görüşüne vardım… herhangi bir toplu devletleştirme girişimi açıktır ki bizim ekonomik programımızın en önemli maddesine (azami hızla sanayileşmeye) engel teşkil edecektir. Bu nedenle, yabancı yatırımlar burada her zaman hoş karşılanacaktır ve emniyette olacaktır.”

2 Mayıs 1959’da Kastro, Boenos Aires’de Amerika Devletler Örgütünün Ekonomik Konseyinde şöyle demiştir:

“Biz özel yatırıma karşı değiliz… Uluslararası şirketler ulusal şirketlerle aynı garantilere ve aynı haklara sahip olacaklar.”

Kastro’nun bunları kolaylıkla bir kenara atılıp, yerine devlet mülkiyetine ve planlamaya dayalı bir programa geçmesini anlayabilmek için şu noktaları göz önüne almak yeter: Karşılıklı mücadele içindeki sınıfların (işçiler ve kapitalistlerin, köylüler ve toprak ağalarının) acizliği; orta sınıfın mevcut tarihsel zayıflığı; ve Kastro elitinin her şeye kadirliği.

Kastro, gerçekleşmiş olan devrimin aslında sosyalist bir devrim olduğunu ancak 16 Nisan 1961’de ilan etti. Küba Devlet Başkanı Osvaldo Dorticos Torrado’nun sözleri ile, halk o gün aniden “keşfetti ki bunca gündür alkışladıkları ve halkın yararına olan şey aslında bir sosyalist devrimdi.” Halkı tarihin bilinçli öznesi değil aciz nesnesi kılan bonopartist dalaverenin mükemmel bir örneği!

Aksayan sürekli devrim

Her ne kadar geç gelişen burjuvazinin tutucu ve korkak niteliği (bakınız Troçki’nin teorisinin ilk maddesi) mutlak bir veri ise de, genç işçi sınıfının devrimci karakteri (ikinci madde), ne mutlak ne de kaçınılmaz bir olgudur.

Troçki’nin teorisine göre, sosyalist devrime önderlik edecek olan güç, devrimin öznesi proletaryanın ortalıkta olmadığı bir ortamda, bu kez tam aksi yönde, devlet kapitalizmine yol açabilir. Troçki’nin teorisindeki bir kısım gözlemlerin geçerliliğini her zaman için koruyan değerlendirmeler olduğunu, bir kısım sonuçların ise ancak koşullu (proletaryanın öznel faaliyetinin düzeyine dayanan) değerlendirmeler olduğunu göz önünden kaçırmayacak olursak, bu teorinin “Aksayan, devlet kapitalisti, Sürekli Devrim” diye adlandırabileceğimiz bir çeşitlemesine varabiliriz.

Nasıl 1905 ve 1917 Rus devrimleri ve 1925-27 Çin devrimi Troçki’nin teorisinin tipik örnekleri, Mao’nun ve Kastro’nun iktidara gelişleri de “Aksayan Sürekli Devrim’in tipik, en saf ve aşırı örnekleridir.

Geri kalmış ülkelerde işçi sınıfının gerçekten devrimci olup olmadığını belirleyen faktör işçi sınıfını etkileyen partilerin, özellikle de komünist partilerin faaliyetleridir. Bu sübjektif etken üzerinde stalinizmin geri kalmış ülkelerdeki karşı-devrimci rolü belirleyici olmuştur.

Tony Cliff

(Makale 1963’te International Socialism dergisinde yayınlandı)

Bültene kayıt ol