Stalinizm, Bolşevizmin doğal sonucu mudur? Bütün gericiler bunu ısrarla iddia etmektedir ve buna Stalin de sahip çıkmaktadır. Menşevikler, anarşistler ve kendini Markist olarak gören bazı sol doktrinerlerin hepsi buna inanmaktadır.
Onlar diyorlar ki: "Biz bunu zaten tahmin ediyorduk. Diğer sosyalist partileri yasaklayarak işe başladıktan sonra anarşistlerin bastırılması, sovyetlerin (işçi konseyi bağlamında) içinde Bolşevik diktatörlüğün kurulması Ekim Devrimini ancak bürokrasinin diktatörlüğü ile sonuçlandırabilirdi. Stalin, Leninizmin hem devamcısı hem de iflasıdır."
Bu usavurmadaki sakatlık, Bolşevizmin, Ekim Devrimi ve Sovyetler Birliği ile özdeşleştirilmesiyle başlıyor. Düşman güçlerin birbirleriyle mücadelesinin tarihsel süreci yerine bir vakum içinde Bolşevizmin evrimi koyulmaktadır. Halbuki Bolşevizm, işçi sınıfıyla sıkı bağları olan ancak onunla da özdeşlik arz etmeyen bir politik eğilimdir.
İşçi sınıfının etrafında ise, 100 milyon köylü, çeşitli uluslar, baskı sefalet ve cahillik mirasina sahip olan bir Sovyetler Birliği var. Bolşevikler tarafından inşa edilen devlet de, sadece Bolşeviklerin düşünce ve iradelerini değil, aynı zamanda ülkeni n kültürel düzeyini, nüfusun sosyal birleşimini, zorbalıklarla dolu bir tarihin baskısı ve hiç de daha az zorba olmayan dünya emperyalizminin baskısını yansıtmaktadır.
Sovyet Devleti' nin dejenerasyon sürecini Bolşevizmin pür evrimi olarak göstermek, toplumsal gerçeklikleri görmemezlikten gelmektir. Bu yapılırken de toplumsal gerçekliğin sadece bir elemanı-parçası olan Bolşevizm saf bir mantıkla gerçeklikten soyutlanarak gerçekliğin yerine geçirilmektedir. Bu hatanın gerçekten ne olduğunu adlandırmakla etkilerini ortadan kaldırmak olanağına kavuşabiliriz.
Bolşevizm, kendisini Ekim Devrimi ve ondan çıkan Sovyet Devletiyle hiçbir şekilde özdeşleştirmemiştir.
Bolşevizm kendini tarihin sadece bir faktörü ama “bilinçli” bir faktörü olarak görmüştür ki bu faktör çok önemlidir ama son kertede belirleyici olan değildir. Biz hiçbir zaman tarihsel subjektivizm günahını işlemedik. Biz sadece ulusal çapta değil, uluslararası çapta da en belirleyici faktör olarak varolan üretici güçler altyapısına oturan sınıf mücadelesini gördük.
Tarihsel süreç
Köylü eğilimine ve özel mülkiyete taviz verirken, parti üyeliğine ilişkin sıkı kurallar koyar ve partiyi düşman güçlerden temizlerken, diğer partileri yasaklarken, NEP dönemini açarak yatırımlara taviz verirken, emperyalist hükümetlerle anlaşmalar sonuçlandırırken, Bolşevikler, baştan beri teorik olarak net olan çok temel bir gerçekten sonuçlar çıkartıyorlardı. O da, iktidarın ele geçirilmesi her ne kadar önemliyse de, partiyi tarihsel sürecin yegane hükümdarı haline getirmemektedir.
Devleti ele geçirdikten sonra parti, kendisinde daha olamayan bir güçle, doğal olarak toplumu etkileme olanağına sahip olur. Ancak bunun karşısında da parti, toplumun diğer kesimlerinden gelen etki ve baskıya on kat daha fazla mağruz kalır, düşman güçlerin doğrudan saldırısıyla da iktidardan uzaklaştırılabilir. Gelişmelerin daha yavaş bir tempoda seyir etmesi durumunda da, parti, iktidarı elinde tutmasma karşın içten içe dejenerasyona uğrayabilir.
Stalinist bürokrasinin çürümesinin içinde Bolşevizme karşı imha edici argümanlar bulmaya çalışan sekter mantıkçıların anlayamadıkları işte bu tarihsel sürecin diyalektiğidir.
Bu kişilerin söyledikleri esasen şöyledir: “Dejenerasyona karşı garantileri bünyesinde taşımayan devrimci parti kötüdür. " Ancak bu kriterin kendisi yanlıştır. Bilimsel düşünce somut analizleri gerektirir. Bunu yapmak için Bolşevizm'den kopmalarına gerek yoktu. Tam da tersine, Bolşevizmin içinde onun kaderini açıklayıcı herşeyi bulabilirlerdi. Onlar şu sonucu çıkardılar: "Stalinizm kesinlikle Bolşevizmin içinden büyüdü.” Mantıksal olarak değil ama diyalektik olarak; devrimci bir olumlama olarak değil ama Thermidorcu* bir karşıtlık olarak. Bu ikisi aynı şey değildir.
Devrimin savunması
Ne var ki Bolşevikler SSCB' nin iktidar sahibi partisinin dağılma nedenlerini açıklamak için Moskova Mahkemelerini beklemeleri ğerekmiyordu. Bu gelişmeleri çok önce teorik olarak tahmin etmiş ve üzerinde tartışmışlardı. Bolşeviklerin Ekim Devrimi'nden yıllar önce buldukları öngörüyü hatırlayalım:
Ulusal ve uluslararası arenada güçlerin belirli birleşkesi işçi sınıfının ilk önce Rusya gibi geri kalmış bir ülkede iktidarı eline geçirmesine olanak tanıyabilir, Ancak yine aynı güçlerin bileşkesi , gelişmiş ülkelerin proleteryasının zaferi olmaksızın, Rusya'daki işçi hükümetininyaşaymmayacağını önceden kanıtlar. Kendi başına kalırsa Sovyet rejimi ya düşecektir ya da dejenere alacaktır.
Bunun üzerine I905`den başlayarak defalarca yazdım. "Rus Devrimi'nin Tarihi" adlı kitabımda, Bolşevik liderlerinin 1917-1923 yılları arasında bu konuda yaptıkları bütün açıklamalar bulunmaktadır. Bütün bu açıklamalar hep aynı sonuca varıyor; Batı’da devrim olmazsa Bolşevizm ya içerden bir karşı-devrim ya da dışardan gelecek bir müdahale ile veya ikisinin birleşimi sonucu yıkılacaktır.
Mart 1923'de yapılan 1. Parti Kongresi'nde Lenin, NEP dönemi sırasında genelde burjuva politlkacılarının, özellikle de liberal profesör Ustrialov'un Sovyet Devleti'ne destek verme niyetinden söz etti. Ustrialov müdahale yanlısı bir burjuva olarak şöyle diyordu: “Ben Sovyetlerin desteklenmesi taraftarıyım çünkü bugünkü çizgisiyle giderek burjuva iktidarına doğru kaymaktadır."
Soğukkanlı ve sert bir şekilde Lenin, partiyi varolan tehlikeye karşı uyarıyordu:
“Ustrialov'un söylediği mümkündür, bunu açıkça ifade etmemiz gerekiyor. Tarih her türlü dönüşümlerin tanığıdır. Politikada güvenimizi, inançlara, sadakate ve başka yüce ahlak değerlerine bağlı kılmak son derece önemsizdir. Tarihsel sonuç devasa kitleler tarafından belirlenir ki bunlar küçük bir grup insandan memnun değillerse, onlara pek de nazik davranmazlar." Kısaca, parti, gelişmenin tek faktörü değildir; tarihsel alanda ise tek belirleyici olan değildir.
Sol muhalefet
Tarih birkaç kişi tarafından yapılmaz, bunlar “en iyi" birkaç kişi de olsa. Bu "en iyiler" bile düşman yani burjuva kültürünün etkileriyle dejenere olabilirler. Sovyet Devleti sadece sosyalizm yolunu terk etmekle kalmaz aynı zamanda Bolşevik Partisielverişli olmayan tarihsel koşullar altında Bolşevizmini de kaybedebilir.
Bu tehlikenin anlaşılmasından dolayıdır ki Sol Muhalefet 1923'de örgütlenmiş olarak ortaya çıktı. Gün be gün dejenarasyonun belirtilerini kaydederek, büyüyen Thermidor'un karşısına proleterya öncülerinin bilinçli iradesini koymaya çalıştı. Ne var ki bu subjektif faktörün yetersiz olduğu ortaya çıktı. Lenin'e göre bu mücadelenin sonucunu belirleyecek olan "devasa kitleler”, yoksulluktan ve Dünya Devrimi'ni beklemekten yoruldular, moral çöküntüsüne uğradılar. Bürokrasi mücadelede baskın çıktı, devrimci öncüleri sindirdi, mantizmi ayaklar altına aldı, Bolşevik Partisi`ni sattı. Stalinizm galip gelmişti. Bolşevizm, Sol Muhalefet adıyla, Sovyet Bürorasisi ve onun Komintern’inden koptu. Gelişmelerin gerçek seyri budur.
Kitlelerin aldatılması
Resmi bağlamda Stalinizm Bolşevizm'den türemiştir. Moskova Bürokrasisi bugün hâlâ kendini Bolşevik Partisi olarak adlandırmakta ve bu ismi kitleleri daha iyi kandırmak için kullanmaktadır. Kabuğu öz, görüntüyü de gerçek gibi algılayan teorisyenlerin halleri gerçekten de acıklıdır. Bu teorisyenler Stalinizmi, Bolşevizmle özdeşleştirerek Thermidorculara en büyük hizmeti sunmakta ve böylelikle açıkça gerici bir rol oynamaktadırlar.
Bütün diğer partilerin yasaklanmış olmasından dolayı, nüfusun farklı kesimlerinin birbirine karşıt olan çıkarları ifadelerini hükümet eden partinin içinde bulacaktır, Politik merkezin çekim gücü hangi ölçüde öncü proletaryadan bürokrasiye kaymışsa, partinin ideolojisi kadar toplumsal tabanı da değişmiştir. Gelişmelerin ivmesinden dolayı, Parti, son 15 yılda sosyal demokrasinin 50 yıllık kaymasından daha radikal bir şekilde dejenerasyona uğramıştır.
Şu anda partide yapılan temizleme harekatı, Bolşevizm ve Stalinizm arasında bir çizgi çekmekten çok kandan bir ırmak açtı. Eski nesilden bütün Bolşeviklerin, iç savaşa katılan orta neslin önemli bir kısmının ve Bolşevik geleneğini ciddiye alan gençlerin yok edilmesi, Bolşevizm ve Stalinizm arasında sadece politik değil fiziki bir uyuşmazlığın olduğunu gösteriyor. Bu nasıl gözden kaçırılabilir?
'Devlet sosyalizmi'
Anarşistler Stalinizmi sadece Bolşevizmin ve Marksizmin değil, aynı zamanda genel olarak 'Devlet Sosyalizmi’nin organik ürünü olarak görüyorlar. Onlar Bakunin'in 'özgür komünler federasyonu' teorisini daha modern olan 'özgür sovyetler federasyonu' ile değiş tokuş etmeye razılar.
Ancak daha önce deolduğu gibi merkezi devlet gücüne karşılar. Gerçekten 'devlet' Marksizmin bir dalı olan sosyal demokrasi iktidara geldikten sonra kapitalizmin alanı haline gelmiştir. Başka bir dalı ise ayrıcalıklı bir kesim yaratmıştır. Açık ki, bütün kötülüklerin kaynağı devletin kendisinde yatmaktadır.
Çok geniş bir tarihsel açıdan bakıldığında bu usavurmada gerçek payı vardır. Devlet bir zorlaına aygıtı olarak politik ve ahlaksal çürümenin kaynağıdır. Deneyimin gösterdiği gibi bu 'işçi devleti' için de geçerlidir. Sonuç olarak Stalinizmin, devlet gibi bir “deli gömleğinden" kıırııılanıarnış topluınun içinde bulunduğu koşulların ürünüdür.
Bu koşullar, insanlığın genel kültür düzeyi ve her şeyden önce de proletarya ve burjuvazi arasındaki güçler dengesini karakterize etse de, Marksizınin ve Bolşevizmin değerlendirmesine dair herhangi bir ipucu vermez.
İşçi devleti bile olsa, devletin kökeninin sınıf barbarlığına dayandığıve gerçek insanlık tarihinin devletin ortadan kaldırılması ile başlayacağı konusunda anarşistlerle aıılaşsak da, hâlâ önümüzde şu sorun durmakratır. Hangi yöntem ve yollar nihai olarak devletin ortadan kalkmasını sağlayacaktır? Anarşit yöntemlerin bizi bu amaca ulaştırmayacağını deneyimler sonucu gördük.
Açık İhanet
Dünya'nın en önemli anarşist örgütü, CNT'nin liderleri en kritik arıda burjuva bakanları kesildi. Anarşizm teorisine ihanetlerini 'olağanüstü koşulların baskısı' laflarıyla açıkladılar. Alman Sosyal Demokratları da zamanında aynı bahaneyi kullanmamışlar mıydı? Tabii ki iç savaş olağan ve barışçıl değil, olağanüstü koşulların egemen olduğu bir durumdur. Ciddi olan her devrimci örgüt kendini tam da bu 'olağanüstü koşullar' için hazırlar.
İspanya deneyimi bize bir daha gösterdi ki, devlet ancak olağan koşullarda burjuva devletinin izniyle bastırılmış broşürlerde inkâr edilebilir. Ancak devrimci durumlarda devleti inkar etmek için onu zaptetmekten başka bir yol yoktur.
Bir kalem darbesiyle devleti yıkmadıkları için anarşistleri suçlamaya niyetimiz yok. Devrimci parti, iktidarını eline geçirdikten sonra bile toplumun yegane hakimi değildir- ki anarşist liderler, anarşist işçilerin bütün kahramanlığına rağmen iktidarı ellerine alma kapasitesine sahip değillerdi.
Ancak biz, sadece ‘olağan koşullara' uygun olan, devrimin ‘olağanüstü koşulları' altında ise hemen terk edilmek zorunda kalınan anarşist teoriyi fena hâlde suçluyoruz. Bazı generaller, bir ordunun başına gelebilecek en kötü şeyin 'savaş' olduğunu söylerler. Kendi doktrinlerinin devrimci durumda yıkıldığını
söyleyen devrimciler de bu generallerle aynı klasmandadırlar.
Stalin’in jandarmaları
Marksistler anarşistlerle nihayi amaç konusunda anlaşırlar, bu da devletin ortadan kaldırılmasıdır. Marksistler, devleti, 'inkar' ederek devleti ortadan kaldıramayacakları için 'devletçi'dirler. Stalinizm deneyimi marksizm öğretisini çürütmez, tam tersine onu tepetaklak ederek varolduğu için doğruluğunu kanıtlar.
Proleteryaya, varolan koşulların içinde kendisine doğru yön vermesini ve bunlardan aktif bir şekilde avantaj sağlamasını öğreten devrimci doktrinin içinde zaferin otomatik garantisi yoktur ama zafer sadece bu doktrinin uygulanmasıyla kamnılabilir. Ne var ki, zaferi sadece bir tek hadise olarak da düşünmemek, onu bir tarihi dönemin perspektifiyle değerlendirmek gerekiyor.
Zayıf ekonomik temeller üzerine oturan, bir de emperyalizm tarafından çevrili olan işçi devleti, Stalinizmin jandarması haline dönüştürüldü. Ancak gerçek Bolşevizın bu jandarmaya karşı ölüm kalım mücadelesi veriyor. Stalinizm kendisini koruyabilmek için, artık adı 'troçkizm` olan akıma sadece SSCB'de değil İspanya'da doğrudan savaş açtı. Eski Bolşevik Partisi öldü ama Bolşevizm her yerde tekrar ortaya çıkıyor.
Stalinizmin, Bolşevizm veya Marksizm'den ortaya çıktığını savunmak, daha geniş anlamda olsa da karşı-devrimin devrimden kaynaklandığını söylemeye benzer. Bu klişe liberal-gerici ve daha sonraları reformist düşüncenin karakreristiğidir. Mantıkçı zatlar şu soruyu sormaktadırlar: “Toplumun sınıfsal yapısından dolayı, devrimler her zaman karşı devrimlere yol açıyorlar. Bu gerçek bize, devrimci yöntemde bir içsel sakatlık olduğunu göstermez mi?" Ne var ki, ne Liberaller ne de reformistler şu ana kadar daha ‘ekonomik' bir yöntem icat edemediler.
Yaşanan tarihsel süreci rasyonalize etmek kolay değilse, bu tarihsel sürecin dalgalanmalarındaki değişikliğin rasyonel yorumu o kadar da zor değildir. Böylesi saf bir mantıkla stalinizmi ‘devlet sosyalizm'inden, faşizmi marksizmden, gericiliği devrimden, kısaca antitezi tezden çıkarmak mümkündür. Birçok başka yerde olduğu gibi Anarşist düşünce bu alanda da liberal rasyonalizmin mahkumudur. Gerçek devrimci düşünce ise diyalektik olmadan mümkün değildir.
Bolşevik ‘günahlar’
Rasyonalistlerin argümanları zaman zaman en azından dışsal formları itibariyle daha somut bir hal alıyorlar. Onlar Stalinizmi Bolşevizm'den genelde değil ama Bolşevizmin politik ‘günahlarından' çıkartıyorlar. Onların argümanlarına göre Bolşevikler, işçi sınıfının diktatörlüğü yerine partinin diktatörlüğünü koydular. Stalin de parti diktatörlüğünün yerine bürokrasinin diktatörlüğünü yerleştirdi. Bolşevikler, kendilerinin dışında bütün partileri yok ettiler. Stalin de Bolşevik Partisi'ni Bonapartist bir klik uğruna boğazladı. Bolşevikler, burjuvaziyle bazı anlarda uzlaştılar. Stalin ise burjuvazinin destekçisi ve müttefiki haline geldi. Bolşevikler, sendikalara ve burjuva parlamentosuna karşı özendiriyorlardı. Stalin de sendika bürokrasisi ve burjuva demokrasisi ile ‘dost' oldu. Bu karşılaştırmalar isteğe göre yapılabilir. Ancak görünüşteki geçerliliğe rağmen bu karşılaştırmalar aslında tümüyle boş ve anlamsızdır.
Proleterya ancak öncüleri aracılığı ile iktidar eline geçirebilir, Devlet gücünün gerekliliği, kitlelerin heterojeniiği ve kültür düzeyinin düşük oluşundan kaynaklanmakradır. Kitlelerin özgürlük elde etme isteği parti içinde örgütlenmiş olan devrimci öncülerde billurlaşır. Sınıfın, öncülerine güveni yoksa onları desteklemiyorsa iktidarın ele geçirilmesinden söz edilemez.
Bu bağlamda proleterya devrimi ve diktatörlüğü bütün sınıfın mücadelesinin ürünüdür ama sadece sınıf öncülerinin liderliği altında gerçekleşebilir. Sovyetler (İşçi Konseyi) sınıf ve öncüleri arasındaki bağın sadece örgütlü şeklidir, Bu örgütlenmeye devrimci içerik ancak parti tarafından kazandırılabilir. Bunun doğruluğu Ekim Devrimi ile pozitif olarak, Almanya, Avusturya ve son olarak da lspanya'da devrimlerin kaybedilmesi ile negatif olarak kanıtlandı.
Şu ana kadar hiç kimse ne pratikte ne de teorik olarak kağıt üstünde, politik liderlik sağlayan devrimci parti olmaksızın, işçi sınıfının nasıl iktidarı ele geçireceğini gösterebilmiş değil. Bu partinin Sovyetleri politik olarak kendi liderliğine tabi kılması Sovyet sistemini ortadan kaldırmaz, İngiltere’de parlamentonun Muhafazakarlar'ın elinde olması parlamenter sistemi nasıl ortadan kaldırmıyorsa.
Proleter yenilgiler
Başka Sovyet partilerinin yasaklanması Bolşevizm teorisinden kaynaklanmamaktadır, sadece geri kalmış, yıkılmış ve her taraftan düşmanlarla çevrili olan bir ülkede, diktatörlüğü korumak içinalınnuş bir önlemdir. Bu ve daha sonra parti içindeki fraksiyonların yasaklanınası önleminin ciddi bir tehlike oluşturduğu konusunda Bolşevikler baştan beri son derece nettiler. Ne var ki, tehlike, doktrinde veya taktikte değil de diktatörlüğün maddi zayıflığı ve ulusal ve uluslararası durumun zorluğundan kaynaklanmakladır.
Sovyetler içinde başka partileri yasaklama zorunluluğunun ortadan kalkmasına sadece Almanya'da devrimin zaferle sonuçlanması yeterdi. Tek parti egemenliğinin Stalinist totaliter sisteminin yasallık kazanmasına hizmet ettigi doğrudur. Ancak bunun nedeni Bolşevizmin kendisi veya bir savaş önlemi olarak başka partilerin yasaklanması değil Avrupa ve Asya'da proleteryanın kaydettiği yenilgilerin sayısıdır.
Bunlar, Anarşizmle mücadele için de geçerlidir. Devrim döneminde Bolşevikler gerçekten devrimci Anarşistlerle birlikteydiler. Bunların birçoğu partinin içine çekildiler. Anarşistlere, 'devletsizlik' terorilerini sınayabilecekleri bir bölge (orada yaşayan halkın da onayını alarak) tahsis edilmesini defalarca Lenin'le tartıştık. Ancak savaş, ambargo ve açlık koşulları böylesi planlara hiç yer bırakmadı.
Kronstadt ayaklanmasına gelince: sanıyor musunuz ki devrimci hükümet, gerici asker ve köylülerin ayaklanmasına bazı kafası karışık Anarşistler katıldı diye başkenti koruyan kaleyi teslim edecekti? Kronstadt, Makho ayaklanmaları hakkındaki efsaneler, cahillik ve duyğusallığa dayanmaktadır, somut tarihsel bir analiz yapıldığında bu mitlere yer kalmayacaktır.
Ekim'in kazanımları
Geriye kalan ve üzerinde durulması gereken gerçek, Bolşeviklerin baştan beri sadece ikna değil çoğu kere vahşet düzeyinde zor kullandıklarıdır. Bürokrasinin daha sonra bu 'zorlama' sistemini devralarak kendi çıkarına kullandığı da tartışma götürmez. Gelişmenin her aşaması, bu devrim ve karşı-devrim bile olsa, bir önceki dönemden akarak gelir, kökleri oradadır ve onun bazı özelliklerini taşır.
Liberaller her zaman Bolşevik diktatörlüğünün, Çarlığın sadece bir başka şekli olduğunu söylemişlerdir. Onlar, Monarşi'nin ve asilzadeliğin ortadan kaldırılmasını, toprağın köylüye devredilmesini, sermayenin kamulaştırılmasını, planlı ekonomiye ve ateist eğitime geçişi gözardı ediyorlar.
Liberal-Anarşistler de Bolşevik Devrimin, toplumsal ilişkileri kitlelerin lehine, Stalinist Thermidorcu altüst oluşun ise Sovyet toplumunun ayrıcalıklı bir azınlık lehine dönüştürdüğünu gözardı ediyorlar. Açıktır ki, Staliniznıin Bolşevizın ile özleştirilmesinde hiçbir Sosyalist kriter kullanılmamaktadır.
Bolşevizmin en göze çarpan özelliklerinden biri onun doktrine olan sert, titiz ve tartışma yaratıcı tavrıdır. Lenin'in 27 ciltlik yazıları teorik bilincin en üst aşamasının bir örneği olma özelliğini ebediyete kadar sürdürecektir ki bu temel özellik olmaksızın Bolşevizm tarihsel misyonunu gerçekleştiremezdi. Bu bağlamda Stalinizm kaba, cahil ve tümüyle deneyselliği ile Bolşevizm'in karşı kutbundadır.
Teoriye düşmanlık
On yıl önce Sol Muhalefet programında 'Lenin'in ölümünden bu yana, tek amacı devrimin geriye dönüştürülmesine bahane yaratmak olan yeni yeni teoriler üretildi’ğini açıkladı.
İspanya İç Savaşı'na katılmış olan Amerikan yazar Liston M. Oak, şunları yazıyor. “Stalinistler, revizyonistlerin en büyüğüdür. Bernstein bile Stalin'in Marksizme yaptığı revizyonun yarısına yeltenecek cesareti bulamamıştı."
Bu tanı olarak doğru mudur? Buna eklenmesi gereken bir nokta var, o da Bernstein'in teoriye ihtiyacı olduğudur. Bernstein, reformist pratik ile sosyal denıokrasi ve onun programı arasında bilinçli bir bağ kurmaya çalıştı. Stalinist bürokrasi ise Marksizınle hiçbir ortak yanı olmadığı gibi, başka herhangi bir doktrin veya sisteme de tümüyle yabancıdır. Stalinizm ‘ideolo]isi'ne polis öznelliği tümüylenüfus etmiştir, pratiği ise kaba kuvetin deneyselliğidir. Bu zorbalar topluluğu kendi çıkarlarına tam da bağlı kalarak her türlü teoriye düşmanlık besler. Stalinizm. kendi toplumsal rolünü ne kendisine ne de başkasına açıklayabilir. Stalin bir teorisyenin kalemiyle değil GPU'nun (KGB`nin öncüsü) ökçesiyle Marksizm ve Leninizmi revize eder.
Bolşevizmin “ahlaksız” olduğu yönündeki şikayetler hep maskeleri Bolşevizm tarafından düşürülmüş olanlardan gelmektedir. Bu çevreler geleneksel değerlere sahip ya da sahip olmayıp da bunu ortak bir dille örtmeye çalışan küçük burjuvalar, entellektüeller, demokratik `sosyalist'ler, parlaınenterler veya
edebiyatçılardır. “Yaşa ve yaşat" sloganıyla ortak çıkarlarını korumak için varolan bu geniş ve rengarenk topluluk, Marksizmin, kendi nazik tenlerine dokunmasına tahammül edemez.
Değişik kamplar arasında sürekli zigzak çizen bu teorisyen, yazar ve ahlakçılar, Bolşeviklerin tüm kötü niyetlilikleri ile 'ayrıcalıkları' abarttıklarını, 'sadakat' temelinde işbirliği yapmaktan aciz olduklarını entrikacı olduklarını ve bütün bunlardan dolayı işçi hareketini böldüklerini düşünüyorlardı ve böyle de düşünmeye devam ediyorlar. Dahası, nazik Merkezci, Bolşeviklerin kendisine 'iftira' attığını düşünür, çünkü Bolşevikler kendisinin yarım yamalak düşüncelerini tamamlayıp sonuna kadar götürmüşlerdir.
Gerçek şudur ki, safsata ve yan çizmelere karşı uzlaşmazbir tutum sahibi olmak değeri biçilemezbir niteliktir, devrimci partiyi eğitirve ‘olağanüstü koşullarda' hazırlıksız yakalanmasını önler.
Söz ve eylemler
Her partinin ahlaki niteliği son raddede temsil ettiği tarihsel çıkarlardan kaynaklanmaktadır. Bolşeviklerin, kendinden vazgeçme, çıkar sağlamama, cüretkarlık ve göstermelik olan herşeye karşı nefret gibi ahlaki nitelikleri de ezilenlerin hizmetinde olan devrimci uzlaşmamazlıktan gelmektedir. Stalinist bürokrasi bu alanda da Balşevizmin söz ve jestlerini taklit ediyor. Ancak ‘uzlaşmamazlık' ve 'esneksizlik' ayrıcalıklı azınlık yararına polis aygıtı tarafından uygulandığında, demoralizasyon ve gangsterizme kaynaklık ediyor. Thermidorcuların bürokratik sinisizmini Bolşeviklerin devrimci kahramanlığı ile özdeşleştiren zatlardan ancak nefret edilebilinir.
Yakın geçmişin dramatik olaylarından sonra bile sıradan cahiller hâlâ Bolşevizm (Troçkizm) ve Stalinizm arasındaki mücadeleyi, kişilikler arasındaki bir anlaşmazlık veya bireysel kariyerizm ya da en iyi ihtimalle Bolşevizmin değişik 'tonları' arasındaki mücadele olarak algılamaktadırlar.
Ancak olay Stalin ve Troçki arasındaki bireysel 'müzakere' değil, tam tersine bürokrasi ve proleterya arasındaki düşmanlıktır.
Emin olmak için, bugün SSCB'yi yöneten kesim kendini henüz yok edemedikleri devrimci geleneğe adapte etmeye çalışmaktadır; ama aynı zamanda da sivil savaşla toplumsal rejimi değiştirmeye hazırlanmaktadır.
İspanya'da Stalinizm, Sosyalizme karşı burjuvaziden yana tavır almıştır bile. Bonapartist bürokrasiye karşı mücadele gözlerimizin önünde iki ayrı dünya, iki ayrı program ve iki ayrı ahlak arasındaki sınıf savaşına dönüşmektedir.
Markizme 'dönüşlerinde' Bolşevizmi atlayabileceklerini sanan 'solcular' artık tümüyle soyutlanmış her derde deva ilaçlara sığındılar ki bunlar parlamentonun ve sendikaların boykotu ve 'gerçek’ Sovyetlerin oluşturulmasıdır. Savaş sonrasının ilk sıcağında bu tür tavırlar esaslı gibi görünse de artık bir 'çocukluk hastalığı' olmaktan ileriye gidemezler ve hiç ilgi çekici bile değildirler.
Bu ‘sol' eğilimlerden geriye birşey kalmamıştır. Bu da bize tekrar Bolşevizmin, bu dönemde Marksizmin tek geçerli şekli olduğunun küçük ma önemli bir kanıtıdır.
Planlı ekonomi
Bolşevik Parti'si eyleminde, enyüksek düzeyde devrimci cüretkarlık ve politik gerçekçilikten oluşan bir birleşke ortaya koymuştur. Aynı sekilde yine deneyimiyle, proleteryanın kır ve kentin ezilmiş küçük burjuvazinin partileri ile, ancak geleneksel küçük burjuva partilerini politik olarak devirerek ittifak kurulabileceğini kanıtlamıştır. Bolşevik Partisi silahlı ayaklanma ve iktidarı ele geçirmenin nasıl yapılacağını bütün dünyaya göstermiştir.
Sovyetlerin parti diktatörlüğünden soyutlanmasını savunanlar, şunu anlamk zorundalar: Sovyetleri reformizmin batağından çekilmesi ve bunlar aracılığı ile proleteryanın devlet şeklini alması ancak Bolşevikler sayesinde olmuştur.
İç savaş sırasında Bolşevik Partisi, savaş sanatı ile Marksist politikaların doğru bileşkesini bulmuştur.
Stalinist bürokrasi yeni toplumun ekonomik temellerini yıkmayı başarsa bile, Bolşevik Parti'nin liderliği altındaki planlı ekonomi deneyimi, insanlığın en büyük öğretisi olarak tarihe geçecektir. Bu gerçeği ancak, incinmiş ve tarihsel sürece sırtını dönmüş sekterler gözardı edebilirler.
Ancak burada bitmiyor; Bolşevik Partisi bütün bu muhteşem pratik işleri, katettiği yolun her ölümünü teoriyle aydınlattıği için gerçekleştirebildi. Bolşevizm bu teoriyi yaratmadı, ama Marksizm onu donattı. Ancak Marksizm hareketin teorisidir, durgunluğun değil. Tarihsel çaptaki muazzam olaylar bu teoriyi zenginleştirebilir. Emperyalizm döneminin savaş ve devrimler çağı olduğu, çürüyen kapitalizm dönemindeki burjuva demokrasisi, genel grev ve ayaklanma arasındaki doğrusal bir bağ bulunduğu, partinin oynadığı rol, proleter devrimi döneminde Sovyet devleti ve sendikalar konusundaki analizleri ve Sovyet devleti, geçiş dönemi ekonomisi, kapitalist çürüme döneminde Faşizm ve Bonapartizm teorisi ve son olarak da Bolşevik Partisinin ve Sovyet Devleti'nin dejenerasyonu analizi ile Marksizme paha biçilmez bir katkı yapmıştır.
Bolşevizmin genelleştirmelerine ve sonuçlarına ciddi sayılabilecek bir katkıda bulunmuş bir başka eğilimin adını vermeli. Onlar geçmişin yıkılmış artıklarından besleniyorlar. Komintern'in dejenerasyonu en açık şekliyle onun teorik planda İkinci Enternasyonel'in düzeyine düşmesinde görülebilir.
Aradaki grupların bütün varyasyonları (Britanya Bağımsız işçi Partisi, İspanya'daki POUM ve benzerleri) her hafta Marksizm/Leninizm'in gelişi güzel parçalarını günlük çıkarları için adapte ediyorlar. Onlar işçilere hiçbir şey öğretemezler.
Sadece Dördüncü Enternasyonel`in kurucuları teoriye ciddiyetle yaklaşıyorlar. Bazı cahiller Ekim Devrimi'nden 20 yıl sonra devrimcilerin küçük propaganda grubu konumuna geri atılmış olmalarıyla alayedebilirler. Büyük kapitalistler bu konuda (başka konularda da olduğu gibi) kendini sosyalist veya komünist sayan küçük burjuvalardan daha fazla idrak gücüne sahipler. Bu bağlamda Dördüncü Enternasyonel'in dünya basınının sütulnlarından düşmediği bir rastlantı değildir. Devrimci liderliğe duyulan acil ve tarihsel ihtiyaç, Dördüncü Enternasyonel'in olağanüstü bir tempo ile büyüme potansiyeline sahip olduğunu gösteriyor.
Gelecek başarılarının en büyük garantisi, tarihsel olun dışında yükselmeyip Bolşevizmin organik bir uzantısı olması gerçeğinde yatıyor.
Lev Troçki
* Thermidor: 1789’da Fransa’da burjuva devrimine karşı gelişen, Robespierre ve Danton’un asılmasıyla sonuçlanan karşı-devrim dönemine verilen isim. Thermidor, genel olarak Fransız devriminin zorunlu bir parçası/sonucu olarak görülse de (“devrim kendi çocuklarını yer”) Troçki buna katılmaz. Devrim ile karşı-devrimi (Thermidor) birbirlerine karşı gelişen iki farklı süreç olarak ele alır.
(Sosyalist İşçi 11. Sayı, 1993)