Favori darbesi olmayan, seçilmiş hükümetlere karşı yapılan askeri müdahalelere herhangi bir bahane icat etmeksizin koşulsuz karşı çıkanlar açısından, 28 Şubat yakın tarihte yaşadığımız darbelerden birisidir.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından özellikle soldaki bazı kesimlerin yorumları, 28 Şubat dönemindeki tartışmaların hiç de uzak bir geçmişte kalmadığını gösteriyor. 28 Şubat öncesindeki ‘şeriat geliyor’ propagandasının yerini bugün, darbeye karşı sokağa çıkanlara bakıp ‘IŞİD sokakta’ argümanı almış.
28 Şubat 1997’de 9 saatlik MGK toplantısının ardından ordu yayınladığı 18 maddelik muhtıra ile ‘irtica ve terör’ü en büyük tehlike ilan etti. Darbe Sincan’da sokağa çıkan tanklarla sembolleşti. Refah Partisi ve arkasındaki toplumsal desteği ezmek adına yapılan ve güya ‘şeriat’ tehlikesine karşı ‘laiklik’ için olan ve dönemin Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu’nun ‘bin yıl sürecek’ dediği darbe, Türkiye siyasetinde gerçekleştiği günden bugüne kadar etkisini sürdüren gerçek bir dönüm noktası oldu. ‘İrticayla eylem planı’ olarak da bilinen MGK kararları hızla uygulanmaya başlandı, Refah- Yol hükümeti devrildi, başörtüsü yasağı uygulanmaya başlandı. Üniversitelerde başörtülü öğrenciler başlarını açmaya zorlandılar, reddedenler okullardan atıldılar.
DSİP o dönem amasız fakatsız darbeye hayır diyerek net bir tutum aldı. Ne yazık ki solda bu tavrı alan tek çevreydi. O dönemin Sosyalist İşçi gazetesi “ darbeye hayır tanklar kışlaya” başlığıyla çıktı. Ancak sol içerisinde ana eğilim ‘ne şeriat ne darbe’ diyerek orta yolcu bir tavır almaktı. Darbeye net bir şekilde karşı çıkmama tutumu o günden beri, darbenin mağduru olan muhafazakar işçi sınıfıyla sol arasında derin uçurumların olmasının başlıca nedenidir. Darbenin hedef aldığı başörtülü kadınlar ‘el ele’ eylemleriyle direnirken, solun tavırsız kalması bu toplumda yıllardır giderek kökleşen ve derinleşen ‘laik-dindar’ kutuplaşmasının tohumlarını ekti.
İşçi sınıfı ve darbe
Sosyalist İşçi’nin yine o dönemde belirttiği gibi “ darbenin hedefi işçi sınıfı olacaktır.” Darbe ‘islamcı’ kimlikli bir harekete yapılıyor diye ikircikli tutum alanlar, tüm darbelerde olduğu gibi 28 Şubat’ta da esasen işçi sınıfının ve mücadelesinin darbe aldığını gözden kaçırdılar.
1995’te 6 milyon oyla birinci parti olan Refah Partisi, esas yükselişini adaletsizlik ve yoksulluğa karşı ‘adil düzen’ propagandasıyla yakalamıştı. SHP tabanındakiler dahil olmak üzere yoksullar, işçiler için bir adres olmasını sağlayan şey partinin bu söylemiydi. Tıpkı 12 Eylül darbesi gibi TÜSİAD gibi sermaye kurumlarının ve hakim medyanın arka çıktığı 28 Şubat’ta büyük oranda yoksulların desteklediği parti ordu marifetiyle devrilmiş oldu. Darbecilerin ‘şeriata karşı laiklik’ söyleminin kazandığı en büyük başarı, işçi sınıfının birliğinin bozulması, sınıfın ‘laik-dindar’ olarak bölünmesi oldu. İşçi sınıfının birliğinin bozulmasından en çok çıkarı olan sermayden, patronlardan başkası değildir.
Darbecilerin yarattığı bu suni kamplaşma o dönem sınıf hareketinin gerilemesine neden olduğu gibi hâlâ Türkiye işçi sınıfının birliğinin önündeki en büyük engeldir.
Darbenin yarattığı karanlık iklim toplumun tamamına, demokrasi mücadelesinin bütüne kabus gibi çöktü. Ordu içinde darbeyi organize eden Batı Çalışma Grubu, 9 milyon kişiyi fişledi, kamu işçileri, siyasi partiler, dernekler, örgütler ‘islamcı’ veya ‘pkk’ başlıklarıyla fişlenerek saldırıların hedefi oldular. Faşist parti MHP bu karanlık iklimden güçlendi, daha önce mecliste olmayan parti oylarını iki katına çıkararak bir sonraki seçimlerde yüzde 18 oyla meclise girdi. Kürdistan’da savaş derinleştirildi, siyasi suikastlar devreye sokuldu.
28 Şubat’tan dersler
İşçi sınıfının birliğini bozan her türlü suni bölünmeye karşı net durmanın önemini 1997’den beri her keskin politik dönemeçte görüyoruz. 28 Şubat’a net bir şekilde karşı çıkmayan örgütler giderek daha fazla sınıf merkezli siyaset yerine ‘yaşam tarzı’ muhalefetinin eksenine girdiler. AKP’nin iktidara gelişini tabanındaki yoksulların talepleri üzerinden değil yine ‘laik-dindar’ kutuplaşması üzerinden okuyanlar 13 yıldır söz konusu partinin nasıl hala iki kişiden birinin oyunu aldığını kavramakta zorlanıyorlar. Üstelik söz konusu kutuplaşma, 28 Şubat’ın mirası AKP ve Erdoğan açısından iktidarlarını korumak için oldukça kullanışlı bir konu.
Yapılması gereken şey çok açık. Önce net bir şekilde darbelere karşı olmak. AKP’nin demokrasinin temsilcisi olmadığını, 28 Şubat darbecilerinin yargılanmasını ‘bu dalgalar bizi boğar’ diyerek bizzat Erdoğan’nın engellediğini, kazanılmış hakların koruyucusu olmaktan çok bu hakları savaş ve anti demokratik uygulamalarla daraltan unsur olduğunu, işçilerin haklarını koruyacak yegane gücün bizzat kendisinin mücadelesi olduğunu, barışın en önemli talep olduğunu AKP’nin tabanındaki işçilere anlatmayı ancak darbelere karşı net duran bir sol başarabilir.
Meltem Oral
(Sosyalist İşçi)