15 Temmuz gecesi eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Türkiye bir Afrika, Latin Amerika ülkesi değil” demişti.
Oysa Türkiye’nin darbeler tarihi, bu sözün tam aksini göstermekte. 1960’da başlayan darbeler zincirinin ikinci halkası 12 Mart 1971’de gerçekleşti. Türkiye’de gerçekleşen her darbe gibi 12 Mart darbesi de özgün yönlere sahip. 12 Mart darbesi, 60’dakinin aksine emir-komuta kademesi zincirinde gerçekleşti. Etkileri, 1960 ve 12 Eylül darbesine kıyasla daha kısa sürdü. Ancak, toplumsal siyaset içinde yer alan aktörler arasındaki güç ilişkilerinin değişimine yol açması bakımından önemli bir dönemeçti. 12 Mart muhtırası verildiğinde iktidarda Süleyman Demirel başkanlığındaki Adalet Partisi (AP) vardı. Tarihe “muhtıra” olarak geçen darbede, Milli Güvenlik Kurulu AP hükümetine bir muhtıra vererek, hükümetin istifa etmesini ve bir “reform hükümeti” kurulmasını istedi. Meclis’te yer alan partiler, ordunun tehdidi karşısında geri adım attılar.
Darbe hükümeti
MGK, hükümeti kurmak üzere CHP’nin sağ kanat üyelerinden Nihat Erim’i görevlendirildi. Nihat Erim hükümeti, maden sektörünün devletleştirilmesi, toprak reformu ve yabancı sermayeye getirilen kısıtlamaları içeren ve bu nedenle solun bazı kesimlerine hoş gelen bir programa sahipti. Ancak güven oyu aldıktan sonra sermaye açısından korkulacak bir neden olmadığı ortaya çıktı. Programda yer alan radikal unsurlar tırpanlandı. Solu ve işçi sınıfı örgütlerini dağıtmak üzere harekete geçildi. Darbe hükümeti, solun silahlı faaliyetlerini öne sürerek sıkıyönetim ilan etti. 12 Eyül sonrasında da yürürlüğe girecek Devlet Güvenlik Mahkemeleri kuruldu. 5 bin kişi tutuklandı. İşkence yapıldı. Ne yazık ki, tutuklanan insanların içinde darbeyi sevinçle karşılayan ya da ortada duran çok sayıda insan vardı. Memur sendikaları kapatıldı. Toplantı ve gösteri, yayın çıkarma, grev gibi pek çok demokratik kazanım yasaklandı. Darbe parlamentosu, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın asılma kararını onayladı.
Darbenin hedefi: İşçi sınıfı
12 Mart öncesi siyasi atmosfer, darbe yapmaya elverişli bir zemin sunmaktaydı. Parlamentonun çoğunluğunu elinde bulunduran hükümet, işçi hareketi yanında yükselen öğrenci hareketi nedeniyle güç kaybetmişti. Ekonomik kriz gündemdeydi. Hükümet, ekonomik durumu düzeltmek için devalüasyona gitmek, işçi ücretlerini bastırmak, arazi-emlak gelirlerini vergilendirmek gibi tedbirleri gündemine aldı. Ekonomik krizin dışında siyasi kriz, bu tedbirlerin alınması önünde engeldi. Egemen sınıf bölünmüş, ordu içinde çeşitli darbe odakları oluşmuştu.
Darbeye yol açan gelişmelerin başında işçi hareketinin yükselişi geliyordu. 1961-1963 arasında işçi sınıfı grev ve toplu sözleşme hakkının kazanılması talebiyle pek çok gösteri, direniş ve eylem gerçekleştirdi. 1963’te grev ve toplu sözleşme hakkını elde ettiği yasanın çıkmasını sağlayan işçi sınıfı hareketi, hem örgütlenme hem de hak kazanımları açısından hızla gelişti. Özellikle 1967’de DİSK’in kuruluşu sonrasında meydana gelen grev, işgal ve direnişler egemen sınıfın kalbine korku saldı.
Patronlar, krizin faturasını işçilere ödetmek istiyorlardı. Bunun yolu da işçilerin örgütlenme haklarını budamaktan geçiyordu. DİSK ve Türk-İş üyesi işçiler, örgütlenme hakkını savunmakta kararlı olduklarını 15-16 Haziran’da DİSK’in kapatılmasına karşı çıkarak ortaya koydular. Ancak hareketin liderliğinin zafiyeti de ortaya çıktı. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in 16 Haziran akşamı radyodan işçilere “evinize dönün” çağrısı, DİSK’in sıkıyönetime teslimiyetinin de habercisiydi.
Solun darbe karşısındaki zafiyeti
Solun orduyla ilgili ham hayalleri, vahim bir hataya yol açtı. Darbeden en fazla zarar gören sol oldu.
Sol, Kemalizmin sosuna banmış Stalinist fikirleri nedeniyle Türkiye’de milli bir devrim öngörüyordu. Ordu içindeki ilerici unsurlar bu devrimin müttefikiydi. 1960 darbesini de “ilerici” olarak niteleyen sol, darbe karşısında tutum almadı. 12 Mart günü yapılan bir söyleşide, Türkiye İşçi Partisi Başkanı Behice Boran, orduya değil Demirel ve Adalet Partisi’ne saldırıyordu. Bu örnekleri başka siyasetlerden de verebiliriz. Oysa bölünmüş egemen sınıfın karşısında, toplumun en güçlü ve örgütlü kesimini oluşturan işçileri darbeye karşı harekete geçirmek mümkündü.
İki darbe arasında
1970’li yıllardan itibaren kapitalizmin uluslararası düzeyde krizi, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de sermaye sınıfını yeni ekonomik tedbirler almaya zorladı. 12 Mart darbesi ile işçi sınıfı üzerinde oluşturulan baskı, hareketin mevzi kaybetmesine yol açtı ama onu dağıtamadı. CHP’nin liderliğine, darbeye karşı çıkan Bülent Ecevit seçildi. Sınıf mücadelesinin yükselişi, CHP politikalarının sola kaymasına yol açtı. 1973 seçimlerinde CHP, toplam oyların yüzde 33,5’ini alırken, AP oyları yüzde 15’e düştü. CHP dışındaki sol da büyüdü. Kapatılan memur sendikaları yerine dernekler kuruldu. İşçi sınıfı mücadelesi, 70 ve 80 arasında çok kritik rol oynadı.
Geliyorum diyen darbe
Yeni ekonomik kararların uygulanması için işçi sınıfının dizginlenmesi gerekiyordu. 12 Eylül darbesi, işçi sınıfına ve sola acımasızca saldırdı. Kitlesel tutuklanmalar ve işkenceler rutin hâle getirildi. İşçi sınıfı örgütleri ve sol dağıtıldı. Başta DİSK olmak üzere sendikalar kapatıldı, yöneticileri idamla yargılandı. Öncü işçiler fabrikalardan atıldı. İşçilerin grevlerle ve kitlesel mücadeleleriyle kazandıkları tüm haklar süngü zoruyla geri alındı. Darbe, Kürt illerinde akla gelmeyecek terör estirdi. Diyarbakır cezaevinde korkunç şeyler yaşandı. İnsanlar akla gelmeyecek işkencelerden geçirildiler. Darbeciler başta anayasa olmak üzere, tüm yasaları değiştirdiler ve hâlâ bu anayasayla yaşıyoruz. Her türlü demokratik hak ve özgürlüklerin yasaklanmasını yasalarla pekiştirdiler.
Darbenin yapılacağına ilişkin pek çok emareler belirmişti. Toplumun hemen hemen bütün örgütlü kesimleri, darbenin geldiğini biliyorlardı. Ancak ne örgütler ne de işçi sınıfı “geliyorum” diyen darbeye karşı harekete geçirildi. Darbenin gecesinde bile yaklaşık 120 bin işçi grevdeydi. Darbe sonrasında Kenan Evren yaptığı bir açıklamada “Darbeye karşı eğer bin kişi sokağa çıksaydı bu darbeyi yapamazdık” demişti.
15 Temmuz darbe girişimi, kitlelerin mücadelesi sonucu durdurulması açısından bir ilk oldu. Darbeyi AKP liderliğindeki emekçiler ve kent yoksulları durdurdu. Tıpkı Tunus, Tahrir, Suriye ve Gezi’de olduğu gibi kitle hareketi gücünü gösterdi. Bu durumdan hayıflanmayı, yaftalamayı bir kenara koyup, hareketten öğrenmeye çalışalım. Zira 15 Temmuz darbe girişimi pek çok açıdan derslerle dolu.
Çağla Oflas
(Sosyalist İşçi)