Günümüzde Lenin’in fikirleri popülerliğini yitirmiş durumda. Pek çok kişi, işçi sınıfı mücadelesinin ve onu iktidara taşıyan devrimci partinin, günümüz dünyasının gerçekleriyle uyuşmamakta olduğunu düşünüyor. Hatta teknolojinin gelişimi ve internet gibi iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla birlikte, parti örgütlenmesinin gereksiz olduğunu düşünenler bile var.
Kuşkusuz bu düşüncelerin yaygın olmasında Stalinizmin payı büyük. Rusya’da karşı devrim sonucu iktidara gelen Stalinizm, egemen sınıfın teorik ve pratik ifadesi olan bir geleneği, Lenin’in devamı ilan etti. İşçi sınıfı iktidarı yerine parti iktidarını ikame etti. Sosyalizmle ilgisi olmayan her türlü ceberutluğu sosyalizmle ilişkilendirdi. 'Leninist parti' adı altında tekçi bir anlayışa sahip ve her koşulda aynı yöntemleri kullanan, değişmez bir model sundu. Bunun dışında, işçi sınıfı mücadelesi yerine gerilla tipi mücadele yöntemini ikame eden yaklaşımlar da Leninist olduklarını iddia ettiler. Lenin’in mücadele yönteminde asla olmayan bu küçük burjuva örgütlenmeler, kökleri Blanqui’den Rusya’da Narodniklere kadar uzanan bir geleneği temsil etmekte. Ancak 'öncü parti' ve 'dışarıdan bilinç' gibi kavramlarla kendilerini Lenin’in fikirleriyle temellendirmeleri, geniş emekçi kitleler üzerinde olumsuz etkilere neden oldu.
Günümüzde Stalinizm de etkili değil. Ancak işçi hareketinin gerilemesine bağlı olarak, hareket içinde küçük burjuva ve orta sınıf unsurların etkisinin artmasıyla ortaya çıkan reformist ve liberal eğilimler, Lenin’in keskinliğini bir tehdit olarak algılamakta. Lenin’in devrimci fikirlerini etkisiz kılmak için Stalinizm ve burjuvazi kaynaklı pek çok dezenformasyon yönetimini kullanmaktalar.
İşçi sınıfının merkeziliği
Her şeyden önce Lenin’in teori ve pratiğinin merkezinde işçi sınıfı ve işçi sınıfının eylemi vardır. Sosyalizm küçük bir azınlığın, 'kurtarıcının' eseri olamaz. Geniş emekçi kitlelerin katılımı olmaksızın devrimler gerçekleşemez. 1905 ve 1917’de Rusya'da, 1918'de Almanya'da, 1979’da İran’da ve meydana gelen tüm devrimlerde, işçi sınıfının öz örgütlülüklerinin, kendiliğinden ortaya çıkıp yayıldıklarını görüyoruz. Ancak önde gelen devrimci marksist Tony Cliff’in de dediği gibi; “Bütün devrimler yarım devrimler olarak başlar. Eski ile yeni yan yana durur”. İşçi sınıfı, Rusya'da Şubat 1917’de Çar'ı devirdi, polisi dağıttı, Sovyetler'i kurdu. Bütün iş yerlerinde işçi komiteleri kuruldu. Bütün bunlar yeniydi. Ancak eski kurumlar da ayaktaydı. Generaller yerinde duruyordu, fabrikalar kapitalistlerin, toprak sahiplerinin elindeydi ve emperyalist savaş sürüyordu. Yani kapitalizmi ayakta tutan devlet dimdik ayaktaydı. Kapitalist devletin tüm kurumlarının parçalanması ve işçi sınıfının iktidarı alması, işçi sınıfı içinde kök salmış, hareketin taleplerini genelleştirmeyi becerebilen devrimci parti sayesinde gerçekleşti.
1917’den sonra pek çok devrim yenilgiyle sonuçlandı. 1918’de Almanya'da devrim patlak verdi. İşçi sovyetleri kuruldu. Ancak generaller ve fabrika sahipleri yerlerini korudu. 1919’da karşı devrim gerçekleşti. Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht ve diğer komünistler öldürüldü. Bu yenilgiden 10 yıl sonra Almanya’da Naziler iktidara geldi. İran’da 1979’da kitle grevleri, Şah'ı devirdi. İşçi konseyleri kuruldu. Ancak işçi sınıfının önderleri Tudeh ve Halkın Fedaileri, işçi sınıfının bağımsız çıkarlarını savunmak yerine, Humeyni ile uzlaştılar ve devrim yenilgiye uğradı. Bu ve benzeri örnekleri çoğaltmak mümkün.
Lenin ve partinin inşası
Lenin’in parti fikrinin ardında, Marx'ın Kapital’ini uzun yıllar incelemesi ve kapitalizmin işleyişini çok iyi bilmesi yatıyordu. Kapitalizmin uzlaşmaz sınıfların mücadelesi tarafından şekillendiğini, sınıflar mücadelesinin bir kutbunda yer alan işçi sınıfını iktidara taşıyan devrimci bir partinin gereğini kavramıştı. Kuşkusuz, devrimci fikirler etrafında işçi hareketi içinde kök salan bir parti, uzun yıllar işçi sınıfı içinde sabırlı faaliyet sonucu inşa edilebilirdi. Lenin, Rusya’nın her bir köşesine dağılmış marksist grupların eşgüdümünü sağlayacak bir örgütlenme hedefledi. Bunun için de daima işçi hareketine baktı. Sürgündeyken sürekli mektuplar vasıtasıyla işçi sınıfının içinde bulunduğu koşullar hakkında bilgi edindi. Sınıf güçlerinin gerçekçi değerlendirmesini yaparak politikalar üretti. Lenin bir parti modeli önermedi. Ama işçi sınıfının tüm öncü unsurlarını bir araya getiren, devrimci faaliyeti profesyonel biçimde sürdüren kişilerden oluşan, merkeziyetçi ve istikrarlı bir örgütü tavizsiz savundu. Yargı, ordu ve bürokrasiden oluşan merkezi devlet mekanizması, gevşek bağları olan, esnek bir örgütlenmeyle parçalanamaz. Nitekim Lenin, kendisini partiyi başında 'merkez komitesi' şekline bürünmüş bir müdür bulunan 'koca bir fabrika' olarak görmekle suçlayan bir Menşevik'le ilgili şöyle der: “Bu berbat benzetmenin, proletarya örgütünün pratiğine ve teorisine yabancı burjuva entelektüel mantığını derhal ele verdiğinin farkında bile değil. Çünkü bazılarına sahte bir şeymiş gibi görünen fabrika, proletaryayı bir araya getiren ve disipline eden, ona örgütlenmeyi öğreten ve onu emekçi ve sömürülen toplumun tüm diğer kesimlerinin başına geçiren, en yüksek düzeydeki kapitalist işbirliğini temsil eder”.
Kitle partisi
Buna karşılık Lenin’in parti anlayışı seçkinlerden oluşan bir sekt değildi. İşçi sınıfının geniş kitleleriyle ilişki kuran, sınıfın arkada duran unsurlarını öne çekmek için mücadele eden bir partiydi. İşçi sınıfına bilinç dışarıdan taşınmaz. Hareket, sosyalist bir örgüt olmadan da ortaya çıkabilir. Ancak her mücadele, her hareket içinde liderler barındırır. İş yerlerinde grev yapılması için öncülük eden, megafonu tutan, para toplayan, bildiri yazan, hareketin önünde duran unsurlar kazanılamadan, işçi sınıfının geniş kesimleri kazanılamaz.
Sınıf mücadelesi keskinleşirken yeniden Lenin
Emperyalistlerin Ukrayna, Suriye, Ortadoğu ve Afrika gibi farklı cephelerde yoğunlaşan hegemonya mücadelesi, kapitalizmin krizinin şiddetlenmesiyle birlikte daha da kızgınlaşacaktır. Savaştan ve krizden başka bir çözümü olmayan günümüz kapitalizminde, emekçi sınıflar daha istikrarsız koşullarla karşı karşıyalar. Savaş, göç, açlık, sefalet ve ölümlerden oluşan kapitalist sisteme karşı, büyük emekçi kitlelerin mücadele etmekten başka bir şansları yok. Aslında Lenin'in modasının geçmiş olduğunu ileri sürenler, devrimin de güncelliğini yitirdiğini söylemekteler. Oysa 2008 krizinden beri yaşananlar tam aksini gösteriyor. 'Yeni sol' diye önerilen Syriza ve Podemos gibi reformist partilerin -yeni olmamakla birlikte- yükselişleri, geniş emekçi kitlelerin mücadele isteğini gösteriyor. Üstelik bu partilerin mücadele eden geniş emekçi kitleleriyle arasındaki açı hızla büyüyor. Tam da bu nedenle Lenin’in fikirleri, işçi sınıfının tüm ezilenlerle birlikte, demokratik öz yönetim organlarıyla, kapitalist devleti dağıtması ve devrimin sürekli kılınması için daha da güncel.
Çağla Oflas
(Sosyalist İşçi)