Lenin ve ulusal kurtuluş: Devrim için mücadele

22.02.2024 - 14:43
Haberi paylaş

Vladimir Lenin olarak bilinen Vladimir İlyiç Ulyanov 10 Nisan 1870’de Rusya’nın Simbirsk kentinde doğdu. Lenin, Bolşevik Parti’nin lideri olarak savaş, emperyalizm ve devlet üzerine yazdı. Her zaman bağımsız bir devrimci partinin gerekliliğini vurguladı, emperyalizm tarafından ezilenlerin, emperyalist efendilerine karşı çıkma ve eşit haklar talep ederek kendi kaderlerine karar verme hakkını destekledi. Kendi kaderini tayin hakkının, yani daha büyük bir devletin parçası olup olmamaya demokratik olarak karar vermenin, emperyalizme karşı mücadelenin merkezi bir parçası olduğunu savundu.

Sömürge ülkelerde emperyalizmin kontrolünü zayıflatmak için savaşmak, kitlesel devrimci değişimleri tetikleyebilir. Ancak emperyalist uluslardaki işçileri ezilen ulusların davasına kazanmak da devrimci bilinç yolunda kritik bir adımdır. İşçilerin her türlü ulusal talebi sınıf mücadelesi açısından değerlendirmeleri gerekir. Lenin için ezenin tarafında olmak hiçbir zaman seçeneklerden biri olmamıştır. Ama ezilen bir ülkenin içindeki mücadele geçici olarak kapitalistlerin önderliğindeki ulusal hareketlerin liderleriyle aynı tarafta yer almayı gerektirebilir. İşçiler böyle bir durumda emperyalizme karşı onlarla birlikte dururken, bağımsız sınıf çıkarlarını korumaya devam etmelidirler.

Ezilen ulusların işçilerini birleştirmek ve işçilerin uluslararası mücadelesini inşa etmek sosyalistlerin işidir. Lenin 1914’te başlayan dünyanın en ölümcül savaşının arifesinde ulusal kurtuluş sorunu ile ilgilendi. O dönemde “ulusların hapishanesi” olarak bilinen Çarlık Rusya’sında nüfusun yüzde 57’sini ulusal azınlıklar oluşturuyordu. Avusturya Sosyalist Partisi’nin hattı her ulusun kültürel ve dilsel özerkliğinin tanınacağı vaadini içeriyordu. Aynı zamanda ulus temelli belirlenecek bölgelerden oluşan bir federasyon kurulması ile bu şekilde belirlenmemiş bölgelerdeki azınlıkların haklarını koruyacak yasalar çıkarılması çağrısında bulundu. Bu şekilde ulusal sorun, var olan imparatorluk sınırları içerisinde çözülecekti.

Lenin ise İmparatorluğu tamamen yok etmek için ulusal kurtuluş mücadelesinin nasıl kullanılabileceğiyle ilgilendi. Ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkını destekliyordu. Lenin sosyalistlerin ulusal azınlıklar arasındaki emperyalizm karşıtlığının devrimci hareketin inşası için kullanılmasını savundu. Ona göre imparatorluklar bölünmeliyken, işçiler birliklerine vurgu yapmalıydılar. Bunun merkezinde de devrimci örgüt yer alıyordu. Lenin ulusal kurtuluş konusundaki en şiddetli tartışmalarından birini Polonyalı-Alman devrimci Rosa Luxemburg ile yürüttü. Hem Lenin hem de Luxemburg, Karl Marx ve Friedrich Engels’in ulusal kurtuluş konusunda yazdığı özgün yazıları incelediler ve onları kendi dönemlerine uyarladılar. 

Marx’ın döneminde devrimci ayaklanmaları bastıran temel güç Çarlık’tı. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Polonya, Rusya’nın ekonomik bir müttefiki haline geliyordu ve bu yüzden Polonya egemen sınıfı bağımsızlık kazanmaya çalışmıyordu. Luxemburg’a göre, Polonya işçi sınıfı da Rusya’dan ayrılmayı savunmuyordu. Luxemburg’un vardığı sonuç, kapitalizmde ulusal bağımsızlık mücadelesinin değer taşımadığı oldu. Sosyalizmde ise ulusal bağımsızlık sloganlarına ihtiyaç olmayacaktı, çünkü işçiler ve halklar uluslararası birliği sağlamış olacaklardı. Luxemburg, yukarıdan milliyetçi talepleri –bir anlamda Polonyalı kapitalistlerle aynı hizaya gelecek biçimde–  savunan Polonya Sosyalist Partisi’nin sağ kanadıyla çatışıyordu. Sonuç olarak, Polonya ulusal hareketini desteklemenin kapitalist sınıflarla yan yana gelmek anlamına geldiğini düşünüyordu. Böylesi bir ittifakı engellemek için Luxemburg, Polonya ulusal kurtuluşunun ilerici bir nitelik taşıdığını inkâr etti.  

Lenin bu konuda Luxemburg’a katılmıyordu. Şöyle yazdı: “Neden, diğerlerine kıyasla en fazla sayıda ulusu ezen biz Büyük Ruslar, Polonya’nın, Ukrayna’nın ve Finlandiya’nın ayrılma hakkını inkâr edelim?” (…) “Yapılması gereken Rusya’da ezilen ulusların ayrılma hakkına, Polonya’da ise birleşme özgürlüğüne vurgu yapmaktır.” Luxemburg ulusal kendi kaderini tayini sınıf mücadelesiyle bağdaşmaz görürken, Lenin kritik bir biçimde onu sınıf mücadelesine doğru kanalize etmeyi umdu. 

Bolşeviklerin içinde bile, Nikolay Buharin gibi önde gelen devrimciler kendi kaderini tayin hakkına karşı çıktılar. Lenin 1914’te şöyle cevap veriyordu: “Her ezilen ulusun burjuva milliyetçiliği baskıya karşı yöneltilmiş genel bir demokratik içerik taşır ve bizim koşulsuz olarak desteklediğimiz de bu içeriktir.” (…) “Başka bir ulusu ezen bir ulus özgür olabilir mi? Hayır olamaz.” Kendi kaderini tayin hakkı için mücadele etmek, ezen ülkenin işçi sınıfının ve ezilen ülkenin, gerici fikirlerle savaşmasına katkıda bulunur. Bu yüzden kendi kaderini tayin hakkını savunmak her zaman spesifik bir ulusun emperyalist ülkeden ayrılmasını savunmak anlamına gelmez. Polonya’nın durumunda ise Lenin işçilerin ulusal bir devlet talep etmekten kaçınabileceğini söyler. Ama Rusya’da sosyalistler, Polonyalı işçilerin isterlerse ayrı bir devlete sahip olma hakkı için savaşmalıdırlar.  

Ezilen bir ulusun ulusal hareketinin mücadelesi, uluslararası sınıf mücadelesini canlandırma gücüne de sahiptir. Bunun nedeni, egemen sınıfları zayıflatabilmesidir. Lenin bunu vahşi Britanya baskısına karşı İrlandalıların 1916 ayaklanmasında görmüştü. Ezen ülkelerdekilerin, ezilen ülkelerin kendilerini ezenlerden kurtulmaları için mücadele vermeleri gerekiyordu: “Eğer sosyalizme ihanet etmek istemiyorsak, başlıca düşmanımız olan büyük devletlerin burjuvazisine karşı her türlü ayaklanmayı desteklemeliyiz, yeter ki bu ayaklanma gerici sınıfın bir hareketi olmasın.” 

Bu mücadele böylece işçileri bir araya getirebilirdi. Kaçınılmaz olarak gerici güçleri de kapsayacak olan ulusal kurtuluş mücadelelerine liderlik etmek ve bu mücadeleleri sosyalizme yönlendirmek, devrimcilerin işiydi. Bunun yerine milliyetçilik temelinde bir ayrımı kızıştırmak ise tam ters etkide bulunacaktır. Eğer ezilen ülkenin işçileri, ezen ulusta hiç kimsenin kendilerinin eşit olma hakkını savunmadığını görürlerse, kendi egemen sınıflarının öncülüğünde milliyetçiliği destekleyeceklerdir. Ama ezen ulusun işçilerinin, onların kendi kaderlerini tayin hakkını desteklediğini görürlerse bu durum birliğe götürür. Ezen ülkenin sosyalistlerinin işi egemenlere karşı hem kendi işçi sınıfında hem de ezilen ülkede uluslararası birliği teşvik etmektir. 

Lenin’in teorisi devrimci Rusya’da pratiğe döküldü. Ekim Devrimi’nin ilk günlerinde yeni hükümet Rusya Halklarının Hakları Deklarasyonu’nu yayınladı. Birkaç gün içinde Bolşeviklerin liderliğindeki hükümet Finlandiya’nın bağımsızlık hakkını tanıdı. Bunu Litvanya, Estonya, Transkafkasya, Belarus, Moldova, Letonya ve Ukrayna izledi. Süreç sorunsuz bir şekilde işlemedi ve bazı durumlarda ulusal hareketlerin liderliğini gericiler yaptığı için Bolşevikler tereddüt ettiler. Ama daha önce Rusya İmparatorluğuna tabi olan tüm halkların ulusal haklarına saygı duydular. 

Sosyalistler emperyalizme karşı hareketi, bu hareket hangi araçları kullanırsa kullansın desteklemeli, aynı zamanda işçi sınıfı iktidarı için de uluslararası hareketi inşa etmelidirler.

Isabel Ringrose

Socialist Worker’dan çeviren: Onur Devrim

Bültene kayıt ol