Faşizmin alışılagelmiş sağdan farkı

11.05.2022 - 11:23
Haberi paylaş

Dünyanın her yerinde, faşist olarak tanımlanan, gün geçtikçe büyümekte olan birtakım hareketler var. Fransa’da öne çıkan örneği Marine Le Pen. Brezilya’daki Jair Bolsonaro’nun da ondan pek bir farkı yok. Fakat onların davranış dinamiklerini anlamak için faşizmin doğasına bakmak gerekir.

Kapitalist iktidarlar saldırgan otoriter rejimlerdir; yaşamın her alanına yönelik sert yaptırımlara başvururlar. Ancak ırkçılığın yükseldiği, devlet baskısının arttığı her örneği faşizm olarak kodlamak da doğru değildir. Gerçekte faşizm, her türden demokratik işçi sınıfı örgütünü tehdit olarak görür, en ılımlı sendika liderinin bile siyaseten yasaklı, hatta tamamen ortadan kaldırılmış olmasını arzular. Üzerinde egemenlik kuramadığı her bir bağımsız demokratik örgütlenme biçimi aynı tehditle karşı karşıya kalır.

Rus devrimci Lev Troçki, Adolf Hitler’in iktidarı ele geçirebileceği konusunda uyarıda bulunurken, “faşizm iktidara gelecek olursa kafatasınız ve omurganız üzerinden, dehşet verici bir tank gibi geçer” diyordu. Faşistler, seçimleri bile gerçekteki amaçlarına hizmet edecek şekilde kullanır. Örneğin, mecliste salt çoğunluğu toplamaya çalışmaz, bu türden kuralların kendileri için geçersiz kılınacağı bir ortam yaratmaya girişirler.

“Normal” zamanlarda, egemen sınıf öne geçebilmek, güç kazanabilmek için iş birliği ve tavizlerden oluşan, ikisinin dengelendiği bir yönteme başvurmak zorundadır. Seçimler, hak ve özgürlüklerin tesisi, sendikalara tanınan özgürlük alanı ve siyasi partilerin farklı görüşlerini ortaya koyabilecekleri bir ortam gibi, kaçınılmaz olarak verecekleri tavizler vardır. Ancak kriz zamanlarında aynı yöntemleri kullanıp benzer başarılar elde etmeleri zordur. Dolayısıyla siyasi açıdan egemen olan sınıfın ve iş dünyasının önemli kesimleri böyle zamanlarda faşizm tehdidine başvurma gibi riskli bir işe atılırlar. 

Ancak faşizm, egemen sınıfa özgü bir silah olarak kalmayıp kendisini geliştirir ve “küçük burjuvazi” – küçük işletme sahipleri, serbest meslek sahipleri - arasında kabul gören bir kitle hareketine dönüşür. Çünkü, ne kapitalistlerin gücüne ne de işçilerin potansiyel kolektif gücüne sahip olan bu insanlar derinleşen krizler yüzünden ekonomik çöküş tehdidiyle yüz yüze gelmiştir.

Troçki, “faşizmin dağınık kitleleri birleştirip silahlandırdığını” söylüyor, kendilerine faşizm sayesinde bir yuva ve hareket alanı sunulan küçük burjuvaziyi de “insan tozu” olarak nitelendiriyordu. Böyle bir düzen kurulduğunda yalnızca kapitalistlerin desteğini almakla kalmaz, işçi sınıfının en demoralize ve parçalanmış kesimlerini de kendisine çeker.

Faşizm sokaklara çıkıp solla düelloya girişmeyi, grevcilere saldırmayı sever, büyük sermayeye böyle yaranmaya çalışır. Aynı zamanda, yurtsever olmayan ve bu nedenle zayıf olarak kınadığı egemen sınıfa yönelik sahte bir “devrimci” eleştiri üretir ki işçilere de hitap etmiş olsun. Güya “düzen karşıtı” olan bu retoriği, toplumdaki öfkeyi harekete geçirecek şekilde kurmuştur. 

Faşizmin yükselişi yalnızca sistemin başarısızlıklarına bağlanamaz. Nitekim 1917 Rus Devrimi, benzersiz bir toplumsal kriz zamanında yaşanmış ama iktidarı ele geçirenler işçiler olmuştu. Çünkü sokaktaki o hareketi daha da ileriye taşıyacak kadar güçlü bir devrimci hareket mevcuttu. Haliyle bu durum, toplumda egemenlik kurmak isteyen diğer güçlerden kurtulmaya çalışan herkesin sola yönelebileceği anlamına geliyordu. İşler buraya vardığında ortada güçlü bir devrimci parti veya hareket yoksa, Almanya örneğinde gördüğümüz gibi herkesin sağa çekilme ihtimali de vardır.

Alman devrimci Clara Zetkin, faşizmin başarısının, solun daha güçlü bir alternatif sunamaması sonucunda yaşandığını, neticede bunun sol adına siyasi bir yenilgi olduğunu vurguluyordu: Rusya’da başlayan devrimin ilerletilememiş olmasının karşılığında adeta bir rövanş yaşanıyordu.

Egemen sınıflar, toplumsal kargaşa zamanlarında iktidara tutunmaya çalışırken bir devrim ihtimalini zayıflatmak adına tüm faşist güçlerini harekete geçirir. Fakat bu aynı zamanda, işçi sınıfının kendisi için harekete geçememiş olmasının da trajik bir sonucudur.

Isabel Ringrose

Socialist Worker’dan çeviren Tuna Emren

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol