Putin, Ukrayna’yı işgal gerekçesi olarak “denazifikasyon ve demilitarizasyon” açıklaması yaptı. Ukrayna’da, Rusofobik ve Donbas’ta soykırım suçu işleyen bir Nazi rejimi olduğunu iddia etti ve Rusya’ya saldırma hazırlığı içerisinde olan Ukrayna ordusunu yok etmek zorunda olduklarını söyledi. Yakın tarihteki, ABD’nin Irak işgali için söylediği “kitle imha silahları var” yalanından sonra en büyük yalanına tanıklık ettik hep birlikte. Ancak bu büyük yalanın Türkiye’de maalesef alıcısı var. Başta Birgün yazarı Merdan Yanardağ olmak üzere bir dizi yazar ve örgüt bu yalana sahip çıkıyor. Elbette kanıt olarak ileri sürdükleri şeyler ise ya Rusya’nın resmi yalanları ya da gerçekliğin ters yüz edilmiş ve abartılmış halleri. Ancak tartışma var olduğu için Ukrayna’da neo-Nazilerin durumuna açıklık getirmek gerekiyor ki bu yazının amacı da bu.
Ukrayna’nın işgal tarihi
Ukrayna 1917 Ekim devriminin ardından Bolşeviklerin, Halkların Kendi Kaderini Tayin Hakkı kapsamanda bağımsız bir devlet olarak tanındıktan sonra beyaz orduların istilasına uğramış ve iç savaşın bir parçası olmuştu. Sonra da sovyet rejimi kurularak SSCB içerisinde kalmıştı. Ancak Stalin döneminde bütün diğer sosyalist cumhuriyetlerin özerklikleri kaldırıldı ve hepsi zorla SSCB’ye bağlandı.
1928’de iktidarı kendi elinde toplayan Stalin’in başlattığı zorla kolektifleştirme döneminde Ukrayna’nın ürettiği tahıllara el kondu. Bunun sonucunda Holodomor adı verilen büyük kıyımda 3 milyondan fazla Ukraynalı açlıktan hayatını kaybetti. 1936-38 arası Büyük Temizlik diye geçen dönemde ise Stalin tarafından tüm SSCB’de yüzbinlerce sağ ve sol muhalif katledilmişti. Bu dönemde Ukrayna’da da Komünist Partisi üyesi 170 bin komünist öldürüldü veya dağıtıldı. Bu parti üyelerinin yüzde 37’sine denk geliyordu ve içerisinde bütün bir yönetici kadro da vardı.
Ukrayna daha sonra II. Dünya Savaşı’nın en büyük muharebe alanına döndü. Moskova için Ukrayna Batıdan gelecek bir saldırıya karşı tampon bölge ve ülke derinliği anlamına geliyordu. Stalin için Ukrayna’nın anlamı bundan ibaretti. Hitler saldırdığında büyük bir savaş başladı Ukrayna topraklarında. Stepan Bandera liderliğindeki Ukraynalı Naziler o dönem Hitler ile işbirliği yaparak bir kez daha bağımsız Ukrayna’yı ilan ettiler. Ama Ukraynalılar kısa sürede Nazilerin Stalin’den bile beter olduğunu anlayarak direnişe destek verdiler. 900 bin Ukrayna Yahudisi soykırıma uğradı. Nazilere karşı başlayan direnişte toplamda 8 milyon kadar Ukraynalı hayatını kaybetti.
Naziler yenildikten sonra, Ukrayna bir kez daha doğrudan SSCB ordusunun kontrolüne ve baskısı altına girdi. Sıkı bir Moskova kontrolü oluşturuldu. Moskova’yı eleştiren herkese Nazi işbirlikçisi Stepan Bandera’nın takipçisi anlamında Banderit suçlaması getirilir oldu.
1990’da SSCB dağılırken Ukraynalılar için bir kez daha özgür olma fırsatı doğmuştu. Neredeyse 70 yıldır Rus işgali altında yaşayan ve milyonlarca insanını, entelektüelini, komünist muhalifini savaşa ve Moskova’ya kurban vermiş olan Ukrayna’da hemen her geç milliyetçilik örneğinde olduğu gibi Rusya karşıtı olan aşırı milliyetçiler böylece ilk kez siyaset sahnesine çıkma fırsatı da bulacaklardı. Ukrayna’da SSCB yönetimi sırasında yaşanan büyük katliamlar nedeniyle bugün 30 kadar Stepan Bandera anıtı ve dört de anısına yapılan müze bulunuyor.
Maidan hareketleri
Ukrayna 1989’dan beri üç büyük toplumsal hareket yaşadı. İlki 1990’da SSCB henüz dağılmamışken yaşandı. Maidan (Kiev’deki meydan) öğrenciler tarafından özgürlük talebiyle işgal edildi. Hızla genişleyen eylemler sonucu ülkede bağımsızlık referandumu yapıldı. Katılımın yüzde 84 olduğu referandumda ülkenin her bir şehrinde, Donetsk ve Luhansk dahil, yüzde 80 üzeri ezici çoğunlukla bağımsızlığa evet oyu çıktı. Bunun tek istisnası Kırım oldu. Kırım yüzde 54 ile en düşük bağımsızlık için evet oyu kullanan yer oldu. Fakat devlet kapitalizmi yerine kurulan yeni rejim olan piyasa kapitalizmi, milyonların hayatını daha da kötüleştirdi.
Ukrayna’da, SSCB sonrası tüm diğer devletlerde de uygulandığı gibi “Şok Terapisi” uygulandı. 40 milyar dolarlık bir IMF kurtarma paketi verildi ve anlaşmanın bir parçası olarak devlete ait 342 işletme özelleştirildi, maaş ve emeklilik kesintileri ile birlikte kamu sektörü istihdamı yüzde 20 oranında azaltıldı, sağlık hizmetleri özelleştirildi ve kamu eğitimine yapılan yatırımlar azaltılarak üniversitelerinin yüzde 60'ı kapatıldı. 1993-1995 arasında yıllık enflasyon yüzde 2 bin gibi olağanüstü bir düzeydeydi. Elbette bunun sonucu eski “komünist” üst düzey bürokratların bir kısmının ve yakın çevrelerinin ülkeyi yağmalayan oligarklar olarak ortaya çıkması oldu.
Ülkenin sanayileşmiş doğusu, Rusça konuşanların yoğunluğu ve Rusya ile yoğun ticaretin de bir sonucu olarak bağımsızlıktan sonra hemen hep Rusya destekli partilere oy verdi. Batısı ise daha fazla ekonomik ilişkilerinin olduğu AB ve ABD yanlısı partileri destekledi. Ülke Zelenski seçilene değin hep geniş bir siyasi bölünmüşlük tablosu sergiliyordu.
Yolsuzluk, yoksulluk (Avrupa’nın en yoksul ikinci ülkesi bugün Ukrayna) ve toplumsal eşitsizlikler nedeniyle Ukrayna halkı iki defa daha ayaklandı. İlki 2004 yılında Rusya destekli, muhalifleri şiddetle ezen iktidara karşı yaşandı. Batı yanlısı ve Putin karşıtı başkan adayı Yuşçenko’nun seçim kampanyası yapmasına engeller çıkaran hükümet daha da ileri giderek Yuşçenko’yu zehirledi, ama hayatta kalmayı başaran Yuşçenko başlattığı Maidan hareketi ile tekrarlanan seçimleri kazandı. İkincisi ise iktidarlar değişse de ülkede değişmeyen yoksulluk ve yolsuzluk rejimine karşı 2013 sonunda yaşandı. Bugün Putin’in Ukrayna’da faşist darbe gerçekleşti dediği olay bu son halk isyanı ve sonrasında kurulan hükümetler. Putin bu dönemde Donbas’ta Rus azınlığa soykırım yapıldığını iddia ediyor.
2013-2014 sonrasında neo-nazilerin durumu
Bugün Ukrayna’da çok sayıda neo-Nazi partisi ve paramiliter grup var. Fakat bu durum Ukrayna’ya özgü değil. Kapitalizmin sürekli bir krizler sistemi haline geldiği dönemde kaçınılmaz olarak ABD, Almanya ve daha birçok Batı ülkesi için de aşırı sağın durumu tehdit edici bir gerçeklik olarak duruyor. Ukrayna’da bugün Svoboda (önceki adı Sosyal-Nasyonal Parti), Sağ Sektör, Beyaz Çekiç, C14, Bratstvo gibi kimisi son derece küçük olan neo-Nazi grupları ile Azov Taburu, Dnipro, Donbas, St. Marry Taburu gibi kimisi İçişleri Bakanlığı’na bağlı Ulusal Muhafız birlikleri içine alınan silahlı paramiliter gruplar bulunuyor. Çatışma ve şiddet dönemlerinde etki gücünü artırabilen bu gruplar siyasette ise Putin’in iddialarının aksine aynı güce sahip değil. Ancak Donbas çatışmalarındaki rolleri ve daha sonra Trump döneminde ABD’nin Rusya etkisine karşı savaşan neo-Nazi güçlere verdiği destek de akılda tutulması gereken bir gerçeklik.
2004 Maidan işgali ile başlayan ve Batı medyasının Turuncu Devrim dediği olayların ardından devlet başkanı seçilen Viktor Yuşçenko 2010 yılında Nazi işbirlikçisi Stepan Bandera’yı “Ukrayna Kahramanı” olarak ilan etmişti. Seçimlerin hemen öncesinde gerçekleşen bu milliyetçi-popülist hamle hiç bir işe yaramadı. Yuşçenko 2010’daki başkanlık seçiminde sadece yüzde 5 oy alabildi. Seçimleri Rusya yanlısı Yanukoviç’in Bölgeler Partisi yüzde 35 oy alarak kazandı.
1991’de kurulan ve hiç bir zaman yüzde 1 dahi oy alamayan neo-Nazi, Svoboda Partisi 2010 seçimlerinden sonra başlattığı yaygın yolsuzluk karşıtı kampanya ile 2012 parlamento seçimlerinde ilk kez yüzde 10 oy alacaktı. Ancak neo-Nazilerin sokak hareketi olarak kendilerinden söz ettirmeleri ve kısa bir süre iktidar koalisyonunun parçası olmaları 2014’te olacaktı.
2004 halk isyanından sonra geçen zamanda Ukrayna ekonomisi toparlanmadı, yolsuzluklar ve eşitsizlikler devam etti. 2013 yılı sonunda halk bir kez daha Maidan’ı işgal ederek ayaklandı. Putin destekli devlet başkanı Yanukoviç’in Avrupa Birliği ile Ortaklık Anlaşması’nı imzalamayı reddetmesi üzerine Avrupa Birliği (AB) üyeliğini savunan kesimler sokağa çıkmaya başladı. Yolsuzluk ve ekonomik sıkıntılardan mustarip olan ülkede halkın ve özellikle gençlerin önemli bir kesimi için AB daha şeffaf ve demokratik bir yönetim ve daha iyi bir ekonomi anlamına geliyordu. Yanukoviç’in yanıtı ise çok kanlı oldu. Bu sefer polisin gerçek mermiler ve hatta sniper denilen keskin nişancı ateşiyle Maidan’daki kalabalığa ateş etmesiyle başlayan katliamın ardından neo-Nazi gruplar polis güçleriyle çatışarak öne çıkmaya başladı. Faşist Svoboda (Özgürlük) Partisi üyeleri ve henüz kurulmuş olan bir diğer faşist parti Sağ Sektör’ün üyeleri polisle çatışarak polis şiddetine karşı sivil protestocuları koruyan bir görüntü veriyordu. Polis ateşi başladıktan sonra bu gruplar Maidan öz savunma birlikleri kurmuş ve polise karşılık vermişti. Olaylar sırasında bazı hükümet binalarına, parlamentoya ve Bölgeler Partisi merkezine de saldırmışlardı.
Protestoların ardından hükümet istifa etti, yerine Arseniy Yatsenyuk liderliğinde bir hükümet kuruldu. Bu bir geçici iktidardı ve birkaç partinin kurduğu bir koalisyon hükümetinden oluşuyordu. 2012 seçimlerinde yüzde 25 ile ikinci olan Yatsenyuk’un Batkivshchyna partisi, yüzde 14 ile üçüncü olan merkez sağ UDAR ve yüzde 10,5 oy almış olan faşist Svoboda partisi geçici bir koalisyon kurdular. Ekim ayında ülkeyi seçime götürmek üzere iş başı yapan Yatsenyuk kabinesinde koalisyon ortağı Svoboda Partisi’nin üç Nazi üyesi bakanlık elde etti.
Yatsenyuk koalisyon ortaklarıyla sorun yaşayarak seçimlerden önce istifa etti ve yeni bir milliyetçi-muhafazakar parti kurdu; Halk Cephesi. Bu parti 2014 seçimlerinde yüzde 22 oy alarak birinci oldu. Tekrar hükümet kurdu ve 2 yıl iktidarda kaldı. Faşist Svoboda’nın oyları ise bu seçimde yüzde 4,7’ye geriledi. Bakanlıklarını kaybetti.
Maidan hareketi aslında halkı Nazi Partileri’nden uzaklaştırmıştı. 2014 seçimlerinde Svoboda’nın oy oranı 2012 seçimlerine kıyasla yarı yarıya düşmüştü. Bir diğer faşist parti Sağ Sektör ise yüzde 1,8 alarak parlamentoda sadece 1 koltuk kazanmıştı. 2019 seçimlerinde ise neredeyse tamamen silineceklerdi.
Azov Taburu ve Donbas’ta soykırım iddiası
Euromaidan da denilen Maidan işgali sonrası iktidar devrildikten hemen sonra Kırım parlamentosu Rus askerleri tarafından basıldı ve hızla referanduma gidildi. Bağımsızlık referandumunda, Kırım halkının yüzde 96 ile bağımsızlığa ve bağımsız Kırım’ın Rusya Federasyonuna dahil olmasına evet dediği duyuruldu.
Kırım ilhak edildikten sonra Donetsk ve Luhansk bölgelerinden oluşan ve nüfusun yarısının Rus etnik grubundan oluştuğu Donbas’ta Ukrayna ordusu ile Rusya destekli gruplar ve hatta doğrudan Rus askerleri arasında çatışmalar başladı. İki bölge de bağımsızlık ilan etti. Ukrayna hükümeti bunu tanımayarak “terörizme” karşı bir savaş başlattı. Donbas’ta Rusya yanlısı ayrılıkçılarla başlayan çatışmalar sürecinde Sağ Sektör içerisinden çıkan ve antisemit bir Nazi olan Andriy Biletsky’nin kurduğu Azov Taburu bu dönemde Nazilerden bir gönüllü savaşçı grubu olarak oluştu. Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edilmesinin ve Donbas’ta çatışmaların başlamasının ardından Mayıs 2014’te kurulan bu Nazi paramiliter grup Ukrayna hükümetinin Eylül ayında yeni Ulusal Muhafız Birlikleri’ni kurarak bu taburu da içerisine alması üzerine resmi bir statü kazandı, fakat aynı zamanda devlet kontrolüne de alındı. Azov Taburu’nun merkezi Mariupol şehri oldu. Şu anda da Rus birliklerinin en şiddetli saldırıyı gerçekleştirdiği kent durumunda Mariupol ve kentteki Rus işgaline karşı direnişte bu tabur da rol oynuyor. Rusya’nın Ukrayna işgali başlamadan önce taburun 1000 askeri olduğu söyleniyordu.
Azov Taburu çok net bir Nazi grubu olarak Ukrayna’nın başta Yahudiler olmak üzere tüm diğer aşağı ırklardan temizlenmesi gerektiğini söylüyor. Ancak pratikte ülkenin “ayrılıkçı” Rus etnik gruplarına karşı saldırılar düzenlediği bir gerçek.
1995’te neo-Nazi Svoboda’yı kurmazdan önce Sosyal-Nasyonal Parti üyesi olan, eski milletvekili Tyahnybok, 2004’te Ukrayna’nın “Moskovit-Yahudiler”in elinde olduğunu söylüyordu. O dönem Nazi grupları içerisindeki ayrılıklardan sonra kurulan Sağ Sektör ise 2014’te Azov Taburu’nu kuracaktı. Azov Taburu’nun İçişleri Bakanlığı’na bağlı Ulusal Muhafızlara bağlanması üzerine taburu kuran Nazi siyasi liderler ayrılarak seçimler için yeni bir Nazi partileri cephesi kursa da Tabur, Nazi paramiliterler için odak olmaya devam etti. Soufan Merkezi’nin 2019 Mart’ında Azov Taburu hakkında hazırladığı raporda, Birliğin Avrupa’daki neo-Nazi gruplardan ilgi gördüğü ve çok sayıda neo-Nazi’nin Birliğin kamplarına katılarak savaş eğitimi alıp ülkelerine geri döndüğü yer alıyordu.
Euromaidan döneminde Maidan öz savunma birlikleri içerisinde yer alan, polise karşı silahla direnen bir dizi neo-Nazi’nin Donbas çatışmaları başladığında buradaki Ulusal Muhafız birlikleri içerisine alınan Dnipri ve Azov Taburu gibi neo-Nazi taburlarına katıldığı biliniyor. Öte yandan Rusya’nın da karşı tarafa asker ve özel paralı askerler gönderdiği ve yine aşırı sağcı Rus paramiliterlerin savaşa katıldığı da bir başka gerçek.
Donbas’taki çatışmaları sona erdirmek üzere uluslararası müzakerelerin yapıldığı Minsk görüşmeleri döneminde Donbas’ta 2014-2015’te 14 bin civarı kişi çatışmalarda hayatını kaybetti. Bu sayının büyük kısmı savaşan tarafların askerleriydi. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği'nin 2021 verilerine göre 2014’ten bu yana Donbas bölgesinde 3 bin kadar sivil hayatını kaybetti. Geri kalan 11 bin kişi iki taraftan silahlı gruplara aitti. Ancak yaşananların Rusya’nın iddia ettiği gibi bir soykırım olduğuna dair her hangi bir uluslararası gözlemci raporu bulunmuyor. Üstelik ölümlerin çok büyük bir kısmı 2014-2015 yıllarında yaşandı. 2017-2021 arasında Donbas’ta sadece 167 kişinin çatışmalar nedeniyle hayatını kaybettiği açıklanmıştı. Yani Putin soykırımla mücadele edecekse o dönem (2014-15) tavır alması gerekiyordu.
Fakat Poroşenko iktidarının Rusya yanlısı ayrılıkçıları bahane ederek 2014 sonlarında LGBTİ’lere, Rus azınlığa ve mütecilere saldıran Azon Taburu için “en iyi savaşçılarımız” diyen açıklamalar yapması, 2015’te Rusça eğitimin yasaklanması, ülkenin doğusunda Rusça konuşan toplumsal kesimleri Kiev’den daha da uzaklaştırdı.
Zelenski dönemi
2019 Başkanlık seçimlerinde genç bir Yahudi aktör olan Zelenski seçimleri yüzde 73 oyla kazandı. Zelenski’nin seçim sonuçları onyıllar sonra ilk kez hem batı hem doğu Ukrayna’da aynı adayın kazandığı bir seçim sonucunu ortaya çıkardı. Zelenski hem Rusça hem Ukraynaca konuşan, oligarklarla ilişkisi olmayan, barışçıl ve yolsuzluk karşıtı bir kampanya ile başkan seçilmeyi başardı. Seçim sonuçları aslında Ukrayna toplumunun kutuplaşmadan ve çatışmadan bıktığının, değişim istediğinin bir göstergesiydi.
Zelenski’nin kazanmasının ardından Nazi grupları Zelenski’yi ölümle tehdit etmişti. Dört faşist partinin bir araya gelerek çıkardıkları başkan adayı Ruslan Koshulynskyi oyların sadece yüzde 1,6’sını alabildi, bu partilerin kurduğu koalisyon ise 2019 parlamento seçimlerinde (başkanlık seçimlerinden birkaç ay sonra yapılmıştı) Svoboda partisi altında birleşik bir liste ile seçimlere girerek oyların sadece yüzde 2,7’sini alabildi. Böylece Ukrayna’nın faşist partiler cephesi, yüzde 5 barajını aşamadıkları için tek bir milletvekili dahi çıkaramadı.
Aldıkları oy oranları 2019’da iyice düşen ama Azov Taburu gibi askeri birliklerde hala silahlı faşist üyeleri olan neo-Naziler aslında bir Yahudi’nin, Zelenski’nin başkan olmasından hiç memnun olmadı. Azov Taburu kurucusu Biletsky seçimlerin ardından açıkça “bir Yahudi liderliğindeki aşağı ırka (Untermenschen) karşı” binlerce militanı harekete geçireceğini söyledi. Sağ Sektör kurucularından Yaroş ise seçimlerden birkaç hafta sonra “eğer Zelenski ihanet edecek olursa sadece koltuğunu değil hayatını da kaybeder” dedi. Ancak Zelenski, Minsk görüşmelerinin gereklerini yerine getirmedi, ayrılıkçı grupları terörist ilan ederek müzakereden uzak durdu ve en kötüsü de 2021’in Aralık ayında Sağ Sektör lideri ve Yahudi düşmanı Dmikri Yaroş'a parlamentoda gerçekleştirilen bir seremoni eşliğinde “Ukrayna Kahramanı” nişanı verdi ve onu Genel Kurmay Başkanı danışmanı olarak atadı.
Dolayısıyla Zelenski döneminde de neo-Nazilere bazı tavizler verildi ve Donbas konusunda ayrımcı uygulamalar yapıldı. Fakat yine de Zelenski iktidarı 2014 sonrasında neo-Nazilerin en güçsüz olduğu dönem. Yani Putin’in denazifikasyon iddiası seçim sonuçlarına bakıldığında dahi boş bir yalandan ibaret. Ukrayna’da neo-Nazilerin 2019’dan beri milletvekili yok. Toplumsal desteği çok sınırlı olan Nazilerin, paramiliter grupları ve ordu içerisinde Azov Taburu gibi birlikleri olması Ukrayna’nın uzun süreli bir savaş sahası haline gelecek olursa gerçekten yükselen bir tehdit oluşturma potansiyelini barındırıyor. Unutmamalı ki Naziler, polisin göstericilere ateş açması sonucu ilk kez devletle çatışmaya girerek paramiliter gruplarını oluşturmuş ve Azov Taburu ilk kez Donbas savaşı nedeniyle kurulmuştu. Şimdi de Ukrayna’nın işgalinin uzaması Nazi savaşçılarının tek disiplinli ve ideolojik direniş gücü olarak savaştan beslenen siyasi hareket olma potansiyelini barındırıyor. Faşizmin tarihi her zaman faşistlerin savaştan, çatışmadan beslendiğini ve bu dönemlerde yükselerek gerçek bir tehdit olabildiğini bize gösteriyor.
Putin’in yalanları, bahaneleri bir kenara dursun, eğer tüm iddialar doğru olsaydı dahi Ukrayna’nın işgaline karşı çıkmak gerekiyor. Faşizme karşı mücadele, başka ülkelerin faşist devletleri işgal etmesi ile verilemez. Faşizm, kapitalizmin bir sonucudur ve ancak o ülkede verilecek anti-kapitalist bir sınıf mücadelesi ile yenilebilir. Aksi takdirde faşizmi değil faşist bir orduyu yenmiş olursunuz sadece. Günümüzde tüm dünyada faşizmin yükselişte olmasının nedeni bu. Hitlerin orduları yenildi ama kapitalizm ve felaketleri kaldı. Horkheimer’ın II. Dünya Savaşı döneminde dediği gibi “Kapitalizm’den söz etmek istemeyen kişi, faşizm kelimesini ağzına almamalıdır.”
Faşist bir rejim bir başka devlet tarafından işgal edilecek olursa nasıl tavır almak gerektiği konusunda 1938 yılında Troçki, Matteo Fossa’ya verdiği röportajda şu çarpıcı açıklamaları yapıyordu:
“En basit ve açık örneği alacağım. Brezilya’da şu anda bütün devrimcilerin sadece nefretle bakabileceği yarı faşist bir rejim hüküm sürüyor. Şimdi İngiltere’nin Brezilya ile askeri bir çatışmaya girdiğini varsayalım. Sizce işçi sınıfı bu çatışmada hangi tarafta yer alırdı? Ben şahsen bu durumda 'demokratik' Büyük Britanya’ya karşı 'faşist' Brezilya’nın tarafında yer alırım. Neden? Çünkü aralarındaki bu çatışmada sorun demokrasi ya da faşizm sorunu olmayacaktır. Şayet İngiltere kazanırsa, Rio de Janerio’ya başka faşistleri yerleştirecek ve Brezilya’yı çifte zincire vuracaktır. Öte yandan eğer Brezilya kazanırsa ülkenin ulusal ve demokratik bilincine büyük bir itki verecek ve Vargas diktatörlüğünün devrilmesine yol açacaktır. İngiltere’nin yenilgisi aynı zamanda Britanya emperyalizmine darbe indirecek ve Britanya proletaryasının devrimci hareketi için bir itici kuvvet olacaktır. Doğrusu, birinin dünyadaki karşıtlıkları ve askeri çatışmaları demokrasi ve faşizm arasındaki mücadeleye indirgemesi için boş kafalı birisi olması gerekir. Tüm maskelerin altından sömürücüleri, köle sahiplerini ve haydutları nasıl ayırt edeceğimizi bilmemiz gerekir."
Bu örnekte Brezilya yerine faşist bir Ukrayna’yı koyalım ve demokratik İngiltere yerine Putin Rusya’sını koyalım. Putin’in en korktuğu şeyin kendi içinde onbinleri bulan savaş ve rejim karşıtları olduğu çok açık. Üstelik Rusya demokratik olmadığı gibi Rus neo-Nazilerinin de son derece güçlü olduğu ve Putin’i desteklediği bir ülke. Aynı zamanda da Gürcistan’da, Belarus’ta, Kazakistan’da ve Suriye’de halk isyanlarını bizzat asker ve silah göndererek kanlı şekilde bastırmış gerici, emperyalist bir ülke. Yenilmesi hem içeride hem Rusya etkisindeki ülkelerde kitle hareketlerini ortaya çıkaracaktır.
Özdeş Özbay