Can Irmak Özinanır tarihin ilk faşist partisinin ortaya çıkışının ve iktidara yürüyüşünün kaçınılmaz olup olmadığını tartışıyor.
İtalya’da Benito Mussolini liderliğindeki faşistler, 31 Ekim 1922 yılında iktidara geldi. Mussolini’nin Roma Yürüyüşü pek çok yerde anlatıldığı gibi faşistlerin kitleler hâlinde başkent Roma’yı ele geçirdiği bir kalkışma değildi. Aslında Mussolini’ye iktidarı altın tepside sunan İtalya Kralı III. Victor Emmanuel olsa da Mussolini’yi iktidara taşıyan koşullarda egemen sınıfların bölünmüşlüğü kadar solun izlediği yanlış politikaların da etkisi vardı. Faşist hareket, kökünü Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı koşullardan alan, 1919-1920 yıllarında İki Kızıl Yıl olarak bilinen devrimci kalkışma sırasında işçi hareketine saldırmaya başlayan ve ancak bu hareketin yenilgisi sonrasında yükselebilen bir hareketti. Bugün hem İtalya’da hem de Türkiye dahil dünyanın farklı yerlerinde irili ufaklı faşist örgütlenmeler kendini göstermeye çalışırken, İtalya’daki koşulları hatırlamak hâlen önemli.
Savaşın derinleştirdiği eşitsizlik
1914 yılında Birinci Dünya Savaşı başladığında İtalya nüfusunun önemli bir bölümü yoksullukla boğuşuyordu. Ülkenin güneyinde yer alan yoksul köylülerin önemli bir bölümü İtalyanca bile bilmiyordu ve politik temsilden dışlanmıştı. Kuzeyde ise sanayileşmenin etkisiyle hızla büyüyen kentli bir orta ve üst sınıf ortaya çıkmıştı. Elbette sanayileşme ile birlikte işçi sınıfı da tarih sahnesinde yerini alıyordu. Bu süreç hem ülkenin kuzeyi ile güneyi arasında, hem de kentli işçi sınıfı ile oradaki üst sınıflar arasında bir uçurum yaratıyordu. 1915’te İtalya’nın savaşa girmesi bu uçurumu derinleştirdi. Savaş, köylüler ve işçiler için temel gıda fiyatlarının artması ve kemer sıkma politikası anlamına gelirken, zenginler daha da zenginleşiyordu. Savaş dönemi egemen sınıf için daha fazla üretimi gerektirdiğinden sanayileşme hız kazandı, eski köylüler ve kadınların oluşturduğu yeni bir iş gücü kitlesel hâl almaya başladı. İşçiler arasında örgütlenen İtalyan Sosyalist Partisi’nin (PSI) üye sayısı da arttı.
İki Kızıl Yıl
Rusya’daki 1917 Ekim Devrimi’nin yarattığı dalga İtalyan işçilerini harekete geçirdi. Savaş boyunca hızla yükselen grevler, 1919-1920 yıllarına gelindiğinde fabrikalarda işçilerin kendi özyönetim aygıtlarını kurdukları fabrika işgallerine, bu fabrika işgalleri ise Biennio Rosso (İki Kızıl Yıl) olarak bilinen devrimci dalgaya dönüştü. Ancak bu devrimci dalga temel olarak Torino, Milano ve Cenova gibi birkaç kentle sınırlı kaldı.
Bunun temel sebebi PSI’nın ve büyük oranda bu partinin kontrolünde olan CGL sendikasının fabrika işgallerini yaygınlaştırmayı reddetmesi ve hareketi kendi kaderiyle baş başa bırakmasıydı. Yalnızlaşan hareket geri çekildi ve bir kez devrim korkusunu yaşamış olan burjuvazi işçi hareketine ağır bir şekilde saldırmaya başladı. PSI’nin bir kanadı hareketin yenilgisi sonra partiden ayrılarak İtalyan Komünist Partisi’ni (PCdI) kurdu. Giovanni Giolitti önderliğindeki hükümetin işçilere tepkisini yetersiz bulan egemen sınıf bir yandan devrimin son kırıntısını bile bastırmak üzere daha radikal bir alternatif arıyordu.
Faşist terör
Burjuvazinin aradığı radikal alternatif iki kızıl yıl sırasında kendini şekillendirmeye başlamıştı. Eski bir sosyalist olan Benito Mussolini, savaşı desteklediği için PSI’den kovulmuş ve hızla sağa kayarak milliyetçi fikirleri benimsemişti. 1919 yılına gelindiğinde kendi paramiliter gücünü İtalyan Muharebe Birlikleri adı altında bir araya getirdi ve devrimci harekete saldırmaya başladı. Kendisini 'Faşist' olarak adlandıran bu örgüt, yükselmekte olan işçi hareketine karşı eylemlere girişti. 1919 Nisan’ında PSI’nin gazetesi Avanti!’nin Milano’daki ofisine saldıran faşistler 4 kişiyi öldürdü, 39 kişiyi yaraladı ve ofisi ateşe verdi. 1919 Kasım’ında ise sosyalist bir gösteriyi bombaladılar. Kara Gömlekliler olarak da anılan faşist hareket 1919-1921 arasında işçi hareketine ve sosyalistlere suikastler ve bombalamalar dahil bulabildiği her yöntemle saldırdı.
Kendisinden önceki hiçbir sağ akıma benzemeyen bu hareket aslında temel sınıfsal tabanını, kendini burjuvazi ile işçi sınıfı arasında sıkışmış hisseden kentli orta sınıftan buluyordu. Küçük burjuvazi, dükkân sahipleri, bazı ordu subayları gibi destekçileri vardı. Faşizm diğer sağcı akımlardan farklı olarak bir hareket yaratmayı ön plana koyuyordu ve bu hareket sokakta paramiliter güçlere dayalı bir terör ile inşa ediliyordu. Temel hedefi ise işçi sınıfının her tür örgütlenme olanağını terör aracılığıyla yok ederken, burjuvaziye güven vermek ve kendi diktatörlüğünü kurmaktı.
Ne PSI ne de PCdI, gelişmekte olan hareketin ayırt edici niteliklerini göremedi. 1921 seçimlerinde sağın birleşmesi sayesinde parlamentoya giren Faşist Parti’yle PSI arasında sözde bir barış anlaşması imzalandı. PCdI ise Faşist Parti’yi herhangi bir sağcı güç olarak gördü ve solun geri kalanıyla herhangi bir birlik kurmayı reddetti. Bunun anlamı işçi sınıfının faşizme karşı birleşmesinin de reddedilmesiydi.
Faşizme karşı işçilerin birleşik cephesi
İşçi hareketinin liderliğini yapan sosyalist ve komünistlerin tavrı faşistleri cüretlendirdi. 1922 yılında Mussolini, 60 bin kişilik bir mitingde “Programımız basit, İtalya’yı yönetmek istiyoruz” diye talimat verdi ve Roma Yürüyüşü’nü başlattığını duyurdu. Hükümete istifa çağrısı yaptı. Faşistlere yolda ordu eşlik etti, onlara yol gösterdi. İşçi hareketini ezmek için ‘radikal’ bir çözüm arayan egemen sınıf açısından Mussolini tercih edilebilir görünüyordu. İtalya Kralı, hükümeti kurma görevini aslında parlamentoda bir azınlığın temsilcisi olan Mussolini’ye verdi. Faşizmin iktidara gelişi hem solun bütünü hem de dünya halkları için ağır bir bedel ödemek anlamına geliyordu.
PCdI, ancak 1926 yılında faşizme karşı işçileri birleştirmeyi hedefleyen bir hattı kabul etti, ama artık geç kalınmıştı. Eğer sol farklı bir tutum alabilseydi dünya faşizmle hiç tanışmamış olabilirdi. Ancak bugün faşizmi tanıyoruz ve panzehrini biliyoruz: İşçilerin birliği.
(Sosyalist İşçi)