Türkiye devletinin kurucu ideolojisi olan Kemalizm, AKP’ye karşı muhalefet içerisinde solun bir değeri veya destekçisiymiş gibi gösterildiği ölçüde hem solun hem de daha geniş muhalefetin milliyetçiliğe kaymasına yol açıyor.
Kemalizm, dağılmış bir feodal devlet olan Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntıları üzerinden, Batı’da burjuva devrimleri sonucu kurulmuş ulus devletlere benzer bir yapı inşa etmeye çalışanların ideolojisidir. Yani 20. yüzyılın başında Anadolu’nun hâkim sınıflarının; yükselmeye başlayan Müslüman Türk ticaret burjuvazisinin ve “Millî Mücadele” adıyla anılan dönemde öne çıkan askeri bürokrasinin, Batı’daki modernleşmeyi tepeden aşağı dayatma ve aynı zamanda yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde Türklük kimliğini diğer tüm halklara dayatma projesinin adıdır. Bu anlamıyla Kemalizm baskıcı ve otoriterdir, milliyetçi ve hatta ırkçıdır, dini de “laiklik savunusu” adı altında tamamen devletin kontrolüne almaya çalışır, yoksullara ve tüm ezilenlere karşı elitizmi ve egemenleri savunur.
Kemalist gelenek
Dolayısıyla Kemalizm, Türkiye devletinin kurucu ideolojisi olarak, belli başlı birkaç görev ve özelliğe sahiptir:
1) 20. yüzyılın başında başta Ermeniler ve Rumlar olmak üzere Anadolu’daki gayrimüslim halklara karşı uygulanan imha politikalarının, ayrıca onların mülklerinin gaspıyla servet transferi yapılmasının teorize edilmesi ve ölümüne savunulması
2) Kürt halkının varlığının ve kimliğinin inkârı, bu becerilemediği zaman onlarla çatışmanın devamlılığının sağlanması
3) Türkiye toplumunun çoğunluğunun dindarlığının modern burjuva ulus devlete karşı bir tehdit olarak görülmesi ve buna karşı dinin devletin kontrolü altına alınması
4) Ordunun egemen sınıfın bir parçası olan, sermaye sahibi bir yapı olarak siyasetin göbeğinde konumlandırılması
Kemalizm, Türkiye tarihi boyunca seçim sandıklarından çıkan sonuç ne olursa olsun, bu değerler etrafında devleti korumaya ve toplumu şekillendirmeye çalışan bir siyasi çizgi olarak varlığını sürdürdü. Ve görüldüğü gibi bunların solla, sosyalizmle, devrimcilikle hiçbir ilgisi yok. Zaten Kemalizm, kimi zaman iddia edildiği gibi “bir burjuva devriminin” ideolojisi değil; aksine, 1908’de patlak veren kitle hareketlerinin sonucu olarak gerçekleşen burjuva devrimini yukarıdan bastıranların ideolojisidir.
Sol ve Kemalizm
Tüm bunlara rağmen, Türkiye’de solda Kemalizm hep tartışılan bir kavram olmuştur. Solun bir rengi, savunması gereken bir tarihsel dönem veya güncel müttefiki olarak görülmüştür. Bunlara neden olan iki temel yanılgı var.
Birincisi, Kemalizmin antiemperyalist bir kurtuluş savaşı verdiği ve bu yüzden küresel düzenin hakimlerine karşı başarı kazandığı inancı. Burada varılan sonuç, Birinci Dünya Savaşı sonrası Anadolu’da yaşananların tamamen resmi tarih anlayışına dayanan bir perspektiften okunmasından kaynaklanıyor. Kurtuluş Savaşı veya Millî Mücadele denilen çatışmaların çapı, Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’nda içinde bulunduklarının neredeyse onda biri kadar. Burada, emperyalistlere karşı verilen bir mücadeleden çok, Anadolu’da kalan son gayrimüslim unsurların da temizlenmesi ve mallarına el konulan Ermenilerin, Rumların dönme ve bunların peşine düşme ihtimaline karşı kurulan askeri ve siyasi yapıları görüyoruz. Örneğin Fransız işgaline ilk yıllarda pek itiraz etmeyen şehirler, bir anda Ermenilerin geri dönme ihtimaline karşı “ayaklanıp” bugün bildiğimiz “şanlı”, “kahraman” gibi sıfatları edinirler. Kısacası, Kemalizm anti-emperyalist bir kurtuluş mücadelesi değil; elbette yabancı güçlerle bazı askeri çatışmalara da girdiği için milliyetçi, ancak özünde küresel kapitalist sistemde yeni bir devletle var olmak isteyen egemen sınıfın ve dolayısıyla emperyalistlerle bir uzlaşmanın üzerine kurulan devletin ideolojisidir. Anti-emperyalizmi milliyetçilikle, yabancı düşmanlığıyla sınırlı bir ufka sahiptir.
Solu etkileyen ikinci unsur ise halkın ve işçi sınıfının çoğunluğunun dindar, gerici, fikirleri değişmeyen sabit kafalı ve sağcı insanlar olarak görülmesi; buna karşı Kemalizmin bir tür aydınlanmacı, modernleşmeci ideoloji olarak ilerlemeyi temsil ettiği iddiası. Burada birden fazla sorun var. Öncelikle, sol ve sosyalistler, dünyayı akıllı ve modernleşmiş insanlarla geri kafalı barbarlar arasında gören “medeniyetler çatışması” tezlerinin savunucuları değillerdir. Bu bakış sömürgeciliğin, büyük güçlerin dünyanın geri kalanını “medenileştirme” projelerinin, dolayısıyla günümüzde Batı emperyalizminin bakışıdır. Biz ise “cahil” veya “barbar” diye aşağılanan geniş kitlelerin, işçi sınıfının kolektif mücadelesiyle dünyanın daha özgür ve eşit bir yere dönüştürülebileceğine inanıyoruz. Yani bu “aşağılananlar” aslında bizleriz ve tarih boyunca böyle olduk.
Bu yüzden Birinci Enternasyonal’e katılan Fransız işçiler şöyle diyordu:
“Biz bütün ülkelerin işçileri, insanlığı iki sınıfa, cahil sıradan halk ile bolluk içinde yüzen şiş göbekli mandarinler sınıfına ayıran bu ölümcül sistemin barikatlarına karşı birleşmeliyiz. Kendi kurtuluşumuzu dayanışmayla kendimiz yaratalım!”
Veya Lenin 1918’de benzer şekilde devrimi ve kitleleri aşağılayanlara karşı şunları söylüyordu:
“Ahlaksız burjuva basını varsın bizim devrimimizin yaptığı her yanlışı dünyaya haykırsın. Hatalarımız cesaretimizi kırmıyor. Devrim başladı diye insanlar azizlere dönüşmedi. Yüzyıllardır ezilmiş, korkutulmuş, sefalet ve cehalet içinde tutulmuş, vahşileştirilmiş emekçi sınıflar, devrimi, hatalar da yapmadan gerçekleştiremezler.”
Ayrıca, Kemalizmin “laiklik” yorumu, Avrupa’da kilisenin egemenliğine karşı aşağıdan gelişen hareketlerin yarattığı toplumsal durumun aksine; baskıcı, dini devlet tekeline alan, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi yapılar kuran, farklı dini mezhepler arasında ayrım gözeten, dindarların dinini özgürce yaşama hakkını da çoğu yerde elinden alan bir devlet formasyonu. Başörtülü kadınları sosyal hayattan dışlamaya çalışan bir laikliğin solla, sosyalizmle hiçbir ilgisi yoktur. Din derslerinin zorunlu olmadığı, devletin veya anayasanın toplum adına bir dini kimliği seçip dayatmadığı, Diyanet’in kapatıldığı, tüm inançların ve cemaatlerin kendi din görevlilerini seçmekte ve ibadethanelerini fonlamakta özgür olduğu, tüm inançlar üzerindeki baskıların kalktığı bir laikliği biz de savunuyoruz. Ancak Kemalizmin önerdiği bu değil.
Solu ezen bir güç
Kemalizm ayrıca, Kürtlerin, Ermenilerin, yoksul dindar işçilerin yanı sıra demokrasiye, serbest seçimlere ve sosyalist solun kendisine de düşman. Bu yüzden tek parti döneminde hiçbir özgür seçim yapılamıyor, Mustafa Kemal eliyle kurdurulan muhalefet partileri kısa süre içerisinde popülerleştikleri için kapatılıyor, baskı altına alınıyorlardı. Bu dönemde Mustafa Suphi önderliğindeki komünistler öldürüldü, hatta devlet eliyle sahte bir komünist parti dahi kurduruldu.
1950’lerden itibaren ise Kemalist geleneği temsil eden partiler, 1970’lerin ortasındaki kısa bir dönem dışında, girdikleri seçimleri hep kaybettiler. Demokrat Parti’den Ak Parti’ye merkez sağın ve muhafazakâr partilerin güçlenmesinde başat rol Kemalizmindi.
Kemalist siyasi gelenek aynı zamanda solu da ezen temel güçtü. Komünistler “devleti bölmek isteyen” anarşistler olarak tanımlandı. Cezaevlerinde, işkencehanelerde devrimcilere Türk milliyetçiliğinin öğeleri, Kemalist devletin normları ile eziyet edildi.
Kemalizmin milliyetçiliğinden gidilen yol
Kemalizm, Türkiye’nin kalkınmasını ve diğer devletlerden üstün olmasını savunan milliyetçiliğinin yanı sıra, çoğu zaman bu milliyetçiliğin ötesine geçmiştir. Güneş Dil Teorisi’ne göre tüm dillerin atası Türkçedir. Türkiye’de yaşayanların ırksal birliğini ispatlamak için on binlerce kişinin kafatası ölçülmüştür.
Kemalizm, Kürtlerin “dağlarda yaşayan Türkler” olduğunu iddia etmiş, Türk olmayı aşırı milliyetçi bir ant vasıtasıyla ilkokula giden herkese dayatmış, “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyaları düzenleyerek insanların dillerini inkâr etmiştir. Bugün aynı gelenek kemalistlerin zehirli göçmen düşmanlığında devam etmektedir.
Günümüzde Kemalizm
AKP’nin son yıllarda gerçekleştirdiği makas değişikliği, eski derin devletin artıklarıyla ve MHP ile kurduğu ittifak, Kemalizmin tekrar devlet mertebesinde kabul görmeye başlamasına yol açtı. Muhafazakâr sağ gelenekten gelen AKP, Atatürk resimlerinin yanına Tayyip Erdoğan’ı koydu ve Kemalizmin biraz muhafazakâr soslu bir yorumuna; Türkiye’yi kuran liderden 100 yıl sonra onu çok ilerilere taşıyan bir başka lider anlatısıyla ikna oldu. Kemalizmin son 25 yıldaki en fanatik temsilcilerinden Doğu Perinçek’in bugün AKP’nin baş destekçilerinden biri hâline geldiğini düşündüğümüzde, bu durum daha berrakça ortaya çıkıyor.
Kemalizmin bir devlet ideolojisi olarak AKP-MHP ittifakında kendini bulmasında ve yenilenmesinde şaşılacak bir şey yok. Bizi daha çok ilgilendiren ise muhalefette, anti-AKP’ciliğin içinde Kemalizmin tuttuğu yer.
Sol Kemalizm
2005 yılından 2015 yılına kadar süren mücadelelerde, Kemalizmi, onun katı milliyetçilik ve din yorumlarının yarattığı tahribatları gidermeyi, geriletmeyi bir ölçüde başarmıştık. Fakat toplumsal mücadelelerin bir ölçüde geri çekildiği, iktidardaki ittifakların değiştiği ve “yerli milli”leştiği dönemde, solun kimi kesimleri CHP’nin peşine takılmayı ve Kemalizmin daha inceltilmiş bir versiyonunu savunmayı geçer akçe hâline getirme çabalarına yeniden girişti. Demokrasinin hiçbir kırıntısına izin vermeyen bir rejim kuran, hatta bunu zaman zaman kendisi de kabul eden Mustafa Kemal, bugün yaşadığımız otoriter rejime karşı direnişin sembolü olan, özlediğimiz bir lider gibi takdim ediliyor.
30 Ağustos’ta birçok sol parti “bağımsızlığı”, “zaferi” ve Mustafa Kemal’i kutlayan açıklamalarda bulundu. Bunu yapanlar arasında geleneksel olarak ulusalcı çizgide duranların yanı sıra, HDP çevresinde dolanan sol partiler de bulunuyor.
Bu partiler anti-AKP’ciliği, Kemalizme biraz “devrimci” veya “demokratik” lafları katılarak, ancak onun ana çizgisinden kopmadan yürütülmesi gereken bir eksen olarak tarif ediyorlar. Bunun sonucu olarak da seçimlerde CHP-İyi Parti etrafında oluşturulacak bir koalisyonu desteklemeye şimdiden adaylar.
Antikapitalist sol için ise bugün hem Kemalizmin solla herhangi bir ilişkisi olmadığına dair ideolojik ve politik tartışmaları yürütmek hem de onun merkezinde olduğu bir “Millet İttifakı”nı, yani AKP-MHP’nin Türk milliyetçisi blokuna karşı bir başka milliyetçi alternatifi desteklemenin işçi hareketine ve sola hiçbir faydası olmayacağını anlatmak büyük önem taşıyor.
Kemalizm, bugün HDP’yi ittifakına dışarıdan desteğe zorlamaya çalışan CHP’liler ne derse desin, Kürtlerin Türkler karşısında ikincilliğini savunuyor. Kemalizm bugün göçmenleri dışlamanın, başka halkları aşağılamanın temel öğesidir. Kemalizm halka tepeden bakan elitist bir ideolojidir. Devlet bürokratlarının, askerlerin, TÜSİAD’ın ve büyük sermayenin ideolojisidir. Buradan sola, sosyalistlere dost veya müttefik bir güç devşirilemez.
Bizim ihtiyacımız olan ırkçılığa karşı çıkanları, iklim krizini durdurmak için mücadele edenleri, İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasına direnen kadınları, LGBTİ+ları, Boğaziçi’nde direnen öğrencileri, yerel ekoloji mücadelelerini, greve giden veya hakkını arayan işçileri birleştirecek bir muhalefeti inşa etmek. Bunun göbeğine ise böylesi bir birleşik mücadele hattını savunan Antikapitalist Blok’u koymak.
Kemalizm değil bize lazım olan, bize lazım olan antikapitalist, enternasyonalist ve özgürlükçü bir muhalefetin yükselmesidir.
Ozan T.
(Sosyalist İşçi)