G7 ve NATO zirveleri: Dünyayı yönetenler ne istiyor?

23.06.2021 - 10:39
Haberi paylaş

Geçtiğimiz günlerde küresel kapitalizme yön verenler iki önemli toplantıda bir araya geldi.

Bunlardan ilki (12-13 Haziran 2021) G7 toplantısıydı. Pandemi, iklim krizi ve küresel servet eşitsizliği gibi devasa sorunlar hakkında liderler nutuklar atsa da dünyanın en zengin 7 emperyalist devletinin başındakilerin en önemli derdi, bir başka emperyalist güç olan Çin ile rekabetti. G7’de alınan en önemli kararsa Çin’in Kuşak ve Yol projesine karşı alternatif bir ticaret yolu açılması oldu.

Hemen ertesinde dünyayı yöneten emperyalist devletler ve müttefiklerinin askeri örgütlenmesi olan NATO zirvesi toplandı. Alınan kararlar arasında Batı emperyalizminin bir türlü çıkamadığı bataklık Afganistan'dan NATO'nun çekilişi, özellikle ABD tarafından tehdit olarak görülen Rusya'ya gözdağı verme ve Ukrayna ile dayanışma öne çıktı. Fakat NATO toplantısında da G7’de olduğu gibi en önemli mesele Çin'in geriletilmesiydi: "Uzak bölgelerde daha güçlü ortaklıklar kurulması. Asya Pasifik, Afrika ve Latin Amerika'daki ülkelerle yakınlaşma girişimleri". Yani hem Çin'in yanı başında hem de  kredilendirme ağıyla hakim olduğu yerlerde NATO etkinliğinin artırılmasına karar verildi.

Dünya kan ağlarken, her iki zirve sonrası kameraların karşısına geçen liderler gülümseyerek poz verdi. Bu gülümsemelerin sebebi, önceki ABD başkanı Donald Trump tarafından yaratılan kırılmaları gidererek anlaşmış olmaları mıydı acaba? 

Dağılan hiyerarşiyi yeniden kurmak

Troçki'ye göre, Batı emperyalizminin dünya üzerindeki hegemonyası ABD'nin Avrupa üzerindeki ve her ikisinin dünya üzerindeki hegemonyasına dayanıyordu. Bu hegemonyanın kökeni, dünya ticaret yollarını ve piyasalarını kontrol etmek, kendi imtiyazlarını korumak ve genişletme idi. 

ABD açık ara askeri üstünlüğüyle Batı kapitalizminin ordusu vazifesi görürken, müttefikleri ise bunu ekonomik ve kısıtlı da olsa askeri olarak destekliyordu.

İkinci Dünya Savaşı sonrası NATO'nun ABD liderliğinde kuruluşuyla oluşturulan askeri ittifak, Batı emperyalizminin kalkanı oldu. Fakat 1963-1973 yılları arasında süren Vietnam işgalinde ABD ordusunun yenilgisi ile bu model başarısızlığını gösterdi. 2003-2011 yıllarında vahşetle süren Irak işgalinde ABD ve müttefiklerinin yenilmesi bir dönüm noktası oldu. Irak’ta olduğu gibi 2001'de NATO tarafından işgal edilen Afganistan'da da yenildiler ve şimdi oradan nasıl çekileceklerinin endişesiyle birbirlerine sarılmış durumdalar.

Troçki'nin bahsettiği emperyalizmin uluslararası hiyerarşisine, alt-emperyalist ya da bölgesel güç olarak tanımlanan, orta kademedeki devletleri de eklemek gerekir. 

ABD ve NATO art arda yenilgiler alırken, oluşan hegemonya boşluklarını Türkiye gibi devletler askeri güç kulllanımıyla doldurmaya başladı. Düne kadar ABD'ye sadık olan İsrail, Mısır ve Türkiye gibi bölgesel güçler birbirileriyle rekabet etmeye başladı. Rakip emperyalist devletler Rusya ve Çin bu durumdan istifade ederek etkinliklerini küresel ölçekte artırdı.

2008 krizi sonrası oluşan koşullar

Batı emperyalizminin iç hiyerarşisini dağıtan ana faktör, 2008 küresel ekonomik krizidir. G7'de patlak verip dünyaya yayılan bu kriz ile uluslararası kapitalizm büyük bir hasar aldı. Finans sermayesinin para satarak para kazanma politikası tam anlamıyla çökerken, üretim yapan devasa küresel şirketler büyük kayıplara uğradı. 

Dünyanın geri kalanı açısından krizin yarattığı en önemli sonuç kredi musluklarının kapatılması oldu. ABD ve NATO'nun güvenlik kalkanı içinde dış kredilere bağlı birçok devlet (Türkiye gibi) borç krizine girdi. 

2008 finans krizinin büyük siyasal sonuçları da oldu. Chris Harman'ın ortaya koyduğu gibi, Mısır'da 2006-2008 yılları arasında yoğunlaşan grev hareketi, küresel krizin bir sonucuydu ve 2011 yılı başında rejimi deviren bir politik devrime yol açtı. Ortadoğu'da ABD'nin desteklediği baskıcı rejimler, halk ayaklanmalarıyla yıkılırken, kitle protestoları G7'nin içine sıçradı.

Egemen sınıfın bölünmesi

Bir başka sınıf mücadelesi ise egemen sınıfların saflarında baş gösterdi. Eski hiyerarşinin sürdürücüsü olan merkez partiler güç yitimine uğrarken, ulusal içe kapanmayı savunan ve küresel örgütlere karşı çıkan aşırı sağ partiler güç kazandı.

ABD emperyalizminin yönetimine gelen Donald Trump, Avrupa kapitalizmi ile yapılan birçok anlaşma ve kurumdan çekilirken, müttefiklerinin askeri harcamaları karşılamalarını istedi ve NATO'yu felç etti. Bu öylesine bir krize yol açtı ki Fransa devlet başkanı Macron, Avrupa'nın kendi ordusunu kurmasını istedi.

Trump'ın gidişiyle işbaşına gelen Biden, ekonomik ve siyasi nedenlerle kırılan, Trump döneminde ise yıkılan ABD ve Avrupa ilişkilerini onarmak istiyor. Çin ve diğer rakipleriyle başı dertte olan Avrupa devletlerinin şimdiki yönetimleri de eski hiyerarşinin kurulmasında istekli. 

Türkiye kapitalizminin yeri

Batı emperyalizmi hiyerarşisinin dağılması ve hegemonyasının zayıflaması sürecinde Türkiye önce en büyük ortağı ve yatırımcısı olan Avrupa Birliği ile bozuştu, ABD ile ilişkileri kopma noktasına geldi. Rusya ile ittifak kurdu, Çin'e de büyük ihaleler vererek yeşil ışık yaktı. Ayrıca sınırlarının ötesinde askeri güç kullanarak (Suriye'nin dörtte birinin kontrolü) etkinliğini artırdı.

İktidar çevreleri ABD ve AB'ye karşı onca düşmanca söz sarf etmesine rağmen Erdoğan yönetimindeki Türkiye'nin de G7 ülkeleriyle eskisi gibi ilişkilerin kurulmasına hevesli olduğu ortaya çıktı.

Meydanlarda "üst akıla" durmadan çatan Erdoğan, NATO'ya ve Batı ittifakına ne kadar bağlı olduğunu söylerken, Afganistan'dan kaçmaya çalışan ABD ve müttefiklerinin yerine Batı yanlısı hükümet güçlerinin güvenliğini (Macaristan ve Pakistan ile birlikte) sağlamaya talip oldu. 

Gelecek

Dünyayı yönetenler ve ortağı olan bölgesel güçler, dağılan ve sarsılan düzenlerini bugünün yeni şartlarında kurmak istese de karşılarında dikensiz bir gül bahçesi yok.

Emperyalizmin zayıflamasına neden olan ekonomik kriz, pandemi ile birlikte üst boyuta sıçramış durumda. G7'de ve NATO'da poz veren liderler, güçlü kamuoyu tepkileri ve mücadelerle karşı karşıyalar, krizleri yönetemez durumdalar.

ABD'de Trump gitmiş olsa da Avrupa'da durum karışık. Gelecek sene yapılacak Fransa genel seçimlerinde Le Pen'in faşist partisi hükümet olabilir. Almanya'da ise faşistler ve aşırı sağcıların etkinliği, Hitler iktidarından bu yana en üst seviyede. 

Trump döneminde Asya Pasifik'te Çin ile girişilen soğuk savaş ve ardından ilan edilen ticaret savaşı dünya ekonomisinin büyümesini engeller hale gelmişti. Birçok kapitalist, geleceğe dair öngörülerinin olmadığını belirterek 1929 bunalımından beterinin geldiğini söyledi.

Büyük bunalımın nedeni kâr oranlarının düşüşünün önlenememesi. Bunun sonucu ise karalarda ve denizlerde devletler arasındaki rekabetin keskinleşmesidir. Ekonomik rekabet beraberinde askeri rekabeti de getirir. Trump ile Biden'ın ortak noktası, temsil ettikleri ABD tekellerinin Çin şirketlerini yenmesini garanti altına alma ve dünya pazarına yeniden hakim olma çabası. Bu ortak nokta aynı zamanda dünya ekonomisini yavaşlatan ve çelişkilerini derinleştiren temel unsurlardan biri.

G7 ve NATO zirvelerinden ortaya çıkan sonuç, emperyalist devletlerin Trump ile birlikte ve sonrası oluşan kaotik koşulları bir an önce ıslah etmek, emperyalizmin dağılan birliğini küresel kapitalist şirketlerin çıkarları doğrultusunda toparlamak isteği.

Sorunlar o kadar büyük ki bu sorunları, onları yaratanlar çözemez. Tek dertleri kârlarını artırmak ve büyük krizlerle sarsılan iktidarlarını korumak.

G7 ve NATO toplantıları bir kez daha gösterdi ki emperyalizme karşı mücadele, milliyetçiliğe, bir bağımsızlık meselesine indirgenemez. Emperyalist devletleri yenmenin yolu, küresel kapitalizmin hiyerarşisinde yer alan her parçada, yani her ülkede işçilerin ve emekçilerin kendi egemenlerini yenmesinden ve diğer ülkelerdeki işçilerle birlikte hareket etmesinden geçiyor.

Volkan Akyıldırım

Bültene kayıt ol