Salgınlar, komplolar, kapitalizm

24.03.2021 - 12:29
Haberi paylaş

Komplo teorileri elbette yeni bir icat değil. Ta eski çağlarda bile doğal felaketlerden ve hastalıklardan cadılar sorumlu tutuluyordu. Yahudilerin şeytanî amaçlarla dünya hakimiyeti peşinde koştuğu da oldukça eski bir komplo teorisiydi. Kapitalizmin sağladığı imkânlarla birlikte komplo teorileri çeşitlendi ve renklendi: Bilgisayarlar dünyayı ele geçirmek isteyen şeytanın icadıydı, İncil’de anlatılan şeytanın işareti aslında her ürünün üzerinde bulunan barkoddu, sadece Yahudiler değil, pek çok farklı kişi ve kuruluş dünyayı ele geçirmek için ha babam uğraşıyordu, bir “üst akıl” bunları sevk ve idare ediyordu, Lozan Anlaşması 100 yıl için imzalanmıştı ve bu süre dolunca Türkiye parçalanacaktı ve buna dair aslında sık sık duyduğumuz, bazılarına da inandığımız bir sürü aslı astarı olmayan hikâye.

Covid-19 komplo teorileri

Yaklaşık bir yıldır hayatımızı zehreden Koronavirüs 2019 veya kısaca Covid-19’un ortaya çıkmasıyla birlikte dünyanın her yerinde sayısız komplo teorisi üretildi. Çinliler bu virüsü Amerika’yı zor durumda bırakmak için laboratuvarda üretmişti, Amerika bu virüsü bütün dünyayı pençesine almak için laboratuvarda üretmişti, ilaç şirketleri zengin olmak için bu virüsü laboratuvarda üretmişti, isimleri sık sık kamuoyunun gündemine gelen birkaç zengin dünyayı daha fazla sömürmek için bu virüsü laboratuvarda üretmişti, şeytani güçler bu virüsü dünyayı ele geçirmek için laboratuvarda üretmişti – ve bu güçler Berlin’deki Bergama Müzesi’nin kapanmasını sağlayarak, gerçekte ‘şeytanın tahtı’ olan Zeus Sunağı’nda ayin yapmaya başlamıştı – ve elbette yarasa yiyen Çinliler bu virüs belasını başımıza sarmıştı.

Türkiye’de Covid-19’la ilgili komplo teorileri epey renkliydi. Bir süre yarasa yiyen Çinlilere lanet edildikten sonra, herkes emperyalist güçlerin dünya hakimiyeti adına bu virüsü bir laboratuvarda ürettiğine kesin olarak emin oldu, hatta buna gülüp geçmek naiflik olarak algılandı, daha sonra aşıyla ilgili haberler çoğalınca, Bill Gates’in aşıyla vücudumuza bir çip zerk edeceği ve bizi bununla her dediğini yapacak bir robot haline getireceği kesinlik kazandı, bir süre aşıların Türk milletine zarar vermek için üretildiği konuşuldu, sonra RNA aşılarının insan DNA’sını değiştireceği iddia edildi, halen de aşıya bu komplo teorileri yüzünden sıcak bakmayan hatırı sayılır miktarda insan var.

Aşı, tarih, kumpas

Aşılarla insanlara zarar verileceği düşüncesi, aslında aşı tarihi kadar eski. Bilinen en eski aşılardan biri olan çiçek aşısının tarihi, çok eski zamanlara dayanıyor. İstanbul’daki İngiltere büyükelçisinin eşi Lady Mary Wortley Montgau, yakınlarına yazdığı bir mektupta “aşı diye bir şeyden” hayretler içinde söz ediyordu. Bu aşı, hastalığa yakalanmış kişilerdeki cerahatin bir kapta toplanarak, bir iğne yardımıyla sağlıklı insanlara zerk edilmesi yönteminden ibaretti. Kısa sürede bu aşının önemi kavrandı ve hızla geliştirildi.

Dünyada çiçek hastalığıyla başa çıkabilmek için halka aşı zorunluluğu getiren ilk ülke, Bavyera oldu. Henüz hastalığa yakalanmamış üç yaşından büyük tebaa aşı yaptırmak zorundaydı. Aşı ücretsiz olarak eyalet mahkemeleri hekimleri tarafından yapılacaktı ve aşı olmaya itiraz edenlere ağır para cezaları veriliyordu. Daha da önemlisi, ordunun da aşılanması öngörülüyordu. Çiçek hastalığı o devirde her yıl binlerce insanın ölmesine neden olan korkunç bir hastalıktı ve daha az sayıda asker kaybedenin savaşta üstünlüğü ele geçirmesi işten bile değildi. Napoleon Bonaparte da Fransa Cumhuriyeti’nin Birinci Senatörü olarak kitlesel aşılama çalışmalarının başlatılmasını emretmişti.

Bavyera Krallığı’nda burjuva güçler radikal bir modernleşme programı başlatmıştı. Yeni anayasa özgürlük ve eşitlik garantisi veriyor, köleliği ve zümre imtiyazlarını kaldırıyor, başta Katolikler ve Lutheryenler olmak üzere mezhepler arası eşitliği sağlıyor, eğitim ve sağlık hizmetleri yeniden düzenlenerek geliştiriliyordu.

Aşı ve toplumsal sınıflar

Ancak başta Bavyera’nın yeni eyaleti Tirol olmak üzere, bu gelişmelerden memnun olmayanlar da vardı. Bavyera’da yapılan reformlar, Tirol soyluluğu için imtiyazlarının azalması, toprak reformu yapılması ve denetimindeki kilise kurumunun gücünün kırılması anlamına geliyordu. Ülkenin yüzlerce yıllık askerlik gelenekleri, yerlerini askerlik yükümlüsü olan herkesin belli bir süre görev yapacağı eğitimli bir orduya terk edecekti. Bu ordunun finansmanı için de ayrıca bir vergi çıkartılmıştı, dahası, bu ordu Bavyera’ya destek olacaktı. Tirol feodalitesi bütün bunlardan son derece rahatsızdı ve zorunlu aşı emri bardağı taşıran son damla oldu.  

Kısa sürede aşı hakkında Tirol’de korkunç söylentiler dolaşmaya başladı: Aşılanan çocuklar kısa bir süre sonra hayvanlar gibi dört ayak üzerinde yürümeye ve bir inek gibi böğürmeye başlıyordu! Immanuel Kant gibi bir aydınlanmacı bile, “Jenner’ın çiçeğinin insanlığı hayvanlarla çok fazla eşit hale getireceğinden ve ilkine bir tür vahşet aşılayabileceğinden” korkuyordu. 

Andreas Hofer liderliğinde muhafazakâr Katolik dağ köylülerinin de desteğini alan Tirol, 1809 yılında isyan etti. Hofer kazandığı ilk zaferden sonra bir emir yayınlayarak baloları ve şölenleri yasakladı, “karı¬ kısmının çok fazla göğüs ve kol eti göstermekten, şeffaf giysiler giymekten” menedilmesini emretti, ayrıca kiliselerde ayin yapılırken meyhaneler kapalı olacaktı. Elbette çiçek aşısı falan da yapılmayacaktı.

Birleşik Bavyera ve Fransa güçleri, Hofer liderliğindeki Tirol ve Avusturya güçlerini üçüncü çatışmadan sonra mağlup ettiler; çünkü Bavyera ve Fransa askerleri aşı olmuştu ve çiçek yüzünden kayıpları pek azdı, Tirol güçlerinde ise durum tam aksineydi. Hofer, kısa bir süre sonra teslim olmak zorunda kaldı.

Burjuva propagandasının bir biçimi olarak komplo teorileri

Günümüzde de bu komplo teorileri genellikle toplumun hoşnutsuz, çaresiz ve umutsuz kesimlerini örgütlemek isteyenler tarafından yaygınlaştırılıyor. Almanya’da umutsuzluğu örgütleyen ırkçı/faşizan AfD (Almanya İçin Alternatif) Partisi kitlesinin hatırı sayılır bir kısmı koronavirüs diye bir şeyin var olmadığına, bunun başta ekonomi olmak üzere her şeyi kötüye götüren küresel güçlerle yerli işbirlikçilerinin bir oyunu olduğuna, aşının da bu bağlamda değerlendirilmesi gerektiğine inanıyor.

Biz koronavirüsün kaynağının laboratuvarlar, şeytani güçler, LGBTİ+’lar, küresel güçler vs. olmadığını biliyoruz. Bu virüsün hayatımızı allak bullak etmesi, kapitalizmin doymak bilmeyen kâr hırsı. Daha fazla kâr elde edebilmek için doğayı hiçbir şey gözetmeden tahrip eden kapitalizm, insanın belki de karşılaşmasının asla mümkün olamayacağı virüslerin dünyaya yayılmasına neden oluyor.

Hükümetler ise halen büyük şirketlerin çıkarlarını, yani kârı toplum sağlığının önüne koyuyor. Nasıl yapsam da kapitalizme zarar vermeden Covid-19’dan kurtulsam diye düşünüyor. Bunu gerçekleştirmek için de milyonlarca insanın sağlığını tehlikeye atmaktan çekinmiyor. Oysa şu anda yaşanan pandemi ne ilk ne de son olacak. Kapitalizmin neden olduğu sorunlar ve kapitalizmin kendisi ortadan kaldırılmadıkça, çok daha büyük felaketlerle karşılaşacağımız aşikâr. Çare, kapitalizmin neden olduğu felaketlere karşı koyarken, kapitalizme karşı mücadeleyi örgütlemekte.

Atilla Dirim

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol