Troçki 1905-1917 Rus devrimi mücadelesi içinde yer alan siyasal saflaşmalar ortasında “sürekli devrim” teorisini geliştirdi.
Lenin de 1917 Şubat devrimi sonrasında, yazdığı uzaktan mektuplarda ve “Devlet ve Devrim” kitabında yaptığı tartışmalarla sürekli devrim anlayışını destekledi. 1917 Ekimi’nde işçi sınıfının burjuva geçici hükümete son vermesi, iktidarı alması “sürekli devrim” tezinin bir devrim stratejisi olarak ete kemiği bürünmesini sağladı.
20. yüzyıl başlarında ekonomik anlamda gelişmemiş, nüfusunun büyük bir kısmının kırsalda yaşadığı, sanayisi ve işçi sınıfı geri kalmış ülkelerdeki devrimlerin karakterine ilişkin tartışmalar önemli bir gündemdi. Reformist liderler devrim sorununu mekanik bir ilerlemeye indirgediler: Burjuva demokratik devrimlerle feodal yapıların tasfiyesi edilmesi, üretici güçlerin gelişimi önündeki engellerin kaldırılması ve sanayileşmenin sağlanması. Devrimin koşullarının gerçekleşmesi için sendikalar, güçlü parlamento gibi demokratik yapıların olması gerekirdi.
Bu tartışmalar Rusya’da gerçekleşen 1905 ve 1917 devrimleri pratiğinde sınandı. Menşevikler, Çarlık rejimini devirecek olan devrimin burjuva demokratik karakterde olmasından hareketle; iktidarın burjuvaziye verilmesi gerektiği savundu. Dolayısıyla parti de tüm bu süreçte “demokrasi cephesi”nin sol kanadını oluşturmalıydı. Lenin liderliğindeki Bolşevikler ise devrimin başarısını burjuvazinin dışında işçi sınıfının köylülüğü kazanarak, devrime önderlik etmesine bağladı.
Sürekli devrim
Troçki’nin görüşleri bambaşkaydı. 1848 devrimlerinde ayaklanan işçileri, 1871 Paris’inde ayaklanan Paris Komünü katılımcılarını vahşi bir şekilde ezen burjuvazi, demokratik programını çoktan çöpe atmıştı. Monarşiden nefret etse de işçi sınıfının radikalizmi çok daha tehlikeli ve korkutucu gelmekteydi. Kapitalistler alt sınıflar ayaklandığında kapitalist mülkiyet ilişkilerini hedefleyeceklerini gayet iyi bilmekteydi. Troçki tam da bu noktadan hareketle, demokratik devrimle, sosyalist devrim arasındaki sınırların yapay olduğunu gösteren bir tartışma yaptı. Demokrasi ancak işçi iktidarıyla mümkün olabilirdi. Ve işçi sınıfı bir kez iktidarı ele geçirdiğinde, kendisini demokratik bir programla sınırlamayacaktı. Kapitalist mülkiyete el koyarak, üretimi demokratik bir biçimde yeniden düzenlemek gibi bir dizi tedbirleri almak zorunda kalacaktı.
Troçki’nin bu perspektifinin kaynağını kapitalizme ilişkin analizleri oluşturmaktaydı. Birbirine bağımlı ekonomilerden oluşan bir dünya sisteminden oluşan kapitalizm, eşitsiz ve bileşik olarak gelişir. Rusya’da kapitalizmin gelişmesi dünya ekonomisinin dinamiklerine bağlı olarak anlaşılabilirdi. Bu analiz Rusya gibi ülkelerde hem eski hem de modern toplumsal üretim formlarının nasıl iç içe geçtiğini açıklar. 1905 Rusya’sında da benzer bir tablo vardı. Gelişmiş kapitalist üretimle, feodal tarımsal üretim yan yanaydı. Rusya’da kapitalizmin gelişmesinde uluslararası sermayenin sanayi yatırımları önemli rol oynadı. Bu nedenle işçi sınıfı sayısal ve örgütlenme açısından gelişkindi. İmparatorluk koşullarında, uluslararası sermayeye bağımlı bir burjuvazi ve nüfusun çok az bir bölümünü oluşturan işçi sınıfı mekanik bir şekilde sırasını bekleyemezdi. Nitekim, 1905 ve 1917 devrimleri Rusya’da işçi sınıfı herhangi bir sıra beklemeyeceğini gösterdi.
Dünya devrimi
Ancak bu tartışmaların can alıcı noktasını devrimin uluslararası niteliği oluşturdu. İşçi sınıfı Rusya gibi ülkelerde iktidara gelebilir, ancak devrim başka ülkelere yayılmak zorundadır. Troçki’nin sözleriyle “Sosyalist devrim ulusal sınırlar içinde başlar, fakat bu sınırlar içinde tamamlanamaz.” Devrimin başarısı gelişmiş ülkelerin işçilerinin iktidarı ele geçirmesine bağlıdır. Nitekim 1918’de gerçekleşen Alman devriminin yenilgisi Rus devriminin de kaderini belirledi. 1920’lerin ortasında karşı-devrimi gerçekleştiren Stalinist bürokrasi, işçi sınıfını iktidardan uzaklaştırırken, sürekli devrim tezinin yerine aşamalı devrim tezlerini, dünya devrimi yerine de “tek ülkede sosyalizm” anlayışını ikame etti. 20. yüzyıl boyunca Çin, İspanya, Fransa ve İran’da yaşanan devrimler aşamalı devrim ve tek ülkede sosyalizm politikaları nedeniyle yenilgiye uğradı.
Özgürlük işçilerle gelecek
2008 sonrasında kapitalizm krizlerle sarsılırken, en yıkıcı darbeler kapitalist merkezlerden değil, gelişmekte olan ülkelerin işçilerinden geldi. 2011’de Tunus’tan, Mısır ve Suriye’ye yayılan devrim dalgası tüm Ortadoğu’yu etkisi altına aldı. 2019’da Cezayir ve Sudan gibi Kuzey Afrika ülkelerinde devrimler, Lübnan ve Kuzey Irak’ta ayaklanmalar gerçekleşti. Tüm bu gelişmeler “sürekli devrim” tezinin güncelliğini kanıtladı. Aynı zamanda işçi sınıfının demokrasiyi kazanmak için mevcut devlet mekanizmasını parçalayarak, kendi iktidar organlarını kurmasının da zorunluluk olduğunu gösterdi. İşçi sınıfının dünya çapında bir devrim hareketi olmadan ne alt emperyalist ülkelerde ne de geri kalmış ülkelerdeki temel sorunlara yanıt üretilebilir. Kaldı ki kapitalizmin, milyarlarca emekçinin temel yaşam sorunlarını bile çözemediği, ekonomik, salgın ve iklim krizleri koşullarında çok daha görünür hale geldi. Hem krizin faturası hem de 1,2 milyondan fazla insanın yaşamını kaybettiği salgının faturası emekçilerin sırtına yüklenmekte.
Son yıllarda tanık olduğumuz ayaklanmalar ve grev dalgaları işçi sınıfının milyonlarca emekçinin nefes alamaz hale geldiği bu atmosferi parçalayacak tek güç olduğunu göstermekte. İşçi sınıfı uluslararası düzeyde iktidarı almadan iklim değişiminden, kadınların kurtuluşuna, ırk ayrımcılığından, LGBTİ+’ların özgürlüğüne kadar hiçbir temel mesele çözülemez.
“Sürekli devrim” tezi, kapitalizmin çöktüğü, yaşamsal olan her şeyi şeyin tahrip olduğu bugünün şartlarında bir kez daha başka bir dünyanın mümkün olduğunu gösteren güçlü bir analiz.
Çağla Oflas
(Sosyalist İşçi)