Troçki’nin düşüncesi: Dünyayı işçi sınıfı değiştirecek

24.08.2020 - 10:16
Haberi paylaş

Makale ölüm yıldönümünde Troçki’nin devrimci mirasını ele alıyor.

Sanayileşmesini tamamlayamamış, ekonomik olarak geri kalmış ülkelerde, toplum içinde bir azınlık olan işçi sınıfı sosyalist bir devrime önderlik edebilir mi?

20. yüzyılın başında sosyalistlerin çoğunluğu bu soruya olumsuz bir yanıt veriyordu. Kimileri böyle ülkelerde yaşanacak devrimlerin sonucunda burjuvazinin iktidarının çıkacağını, kimileriyse işçi sınıfıyla köylülerin ittifakının toplumu yöneteceğini düşünüyorlardı. Ancak bu farklı görüşlerin hepsi, böylesi devrimlerin kapitalist gelişimin önünü açacak, sosyalizm için savaşacak işçi sınıfının olgunlaşmasını sağlayacak “demokratik” karakterde olacağı konusunda hemfikirlerdi. Sosyalist devrim ancak bu aşamaya gelindikten sonra gerçekleşebilirdi.

Sürekli devrim

Troçki 1906’da, o güne kadar Marksistler için gelenekselleşmiş olan bu görüşten koptu. Ona göre, Rusya’nın gelişimi, Batı’daki daha ileri kapitalist ülkelerden izole bir şekilde gerçekleşmemişti. Çarlık Rusyası bu devletlerin askeri basıncı altındaydı, ancak Rusya’da kapitalizm Batı’da olduğu gibi şehirli zanaatkar tüccarların üretimiyle değil, devletin yabancı sermayeyle iş birliği hâlinde ülkeye teknoloji ve anapara aktarmasıyla gerçekleşti. Troçki bunu kapitalizmin “eşitsiz ve birleşik gelişimi” diye niteledi.

Dolayısıyla 20. yüzyılın başında Rusya’da katı mutlakiyetçi köhne bir devlet, bunun yanında zayıf bir yerli burjuva sınıfı vardı. Moskova ve St. Petersburg gibi iki büyük şehirdeki büyük fabrikalara ise on binlerce işçi dolmuştu. Köylülük, bağımsız bir güç olarak davranmasını sağlayacak kolektif yeteneğe sahip olmadığından, Rus toplumunu değiştirecek devrimci güç olamıyordu. Şehirdeki iki modern sınıf, burjuvazi ve proletarya, Rusya’yı demokratikleştirecek bir devrime önderlik etmek üzere on milyonlarca köylüyü kazanmayı hedefleyen bir yarış hâlindelerdi.

Troçki, burjuvazinin son tahlilde çarlığa, dolayısıyla da toprak sahiplerine bağlı olduğunu ortaya koyuyordu. Yoksul köylüleri de özgürleştirecek olan işçi sınıfının iktidarıydı. Ona göre, işçi sınıfının politik iktidarı, sömürüldüğü ekonomik düzenle çelişecekti; dolayısıyla bu iktidar, kurulduğu andan itibaren kapitalizmi yok etmek için harekete geçmeliydi. Troçki’nin Sürekli Devrim teorisi, işçi sınıfının iktidarının “burjuva demokrasisi” ile yetinemeyeceğini, işçi sınıfını tamamen özgürleştirecek bütünlüklü bir toplumsal devrime ilerleyeceğini öngörüyordu. Ancak bu teori aynı zamanda, böylesi geri bir ülkede kurulacak işçi sınıfı iktidarının, gelişmiş kapitalist ülkedeki işçi devrimleri tarafından desteklenmediği sürece ayakta kalamayacağını da söylüyordu. Devrim, enternasyonalliği bağlamında da “süreklilik” taşımalıydı.

Devrimin sözcüsü

1917’de Şubat Devrimi’nden Ekim Devrimi’ne giden süreçte, Troçki ile Lenin bu konularda fikir birliğini sağladılar. Lenin’in deyimiyle, bu andan itibaren Troçki’den daha iyi bir Bolşevik yoktu. Ve 1917’de olup bitenler Troçki’yi doğruladı: İşçi sınıfı, köylülüğü peşine takarak, Bolşevik Parti önderliğinde siyasi iktidarı ele geçirdi. Karşısında çarlık rejimi artıkları, toprak ağaları ve burjuvaziden oluşan karşıdevrimci bir ittifakı buldu. İşçi iktidarı demokratik reformların yanı sıra kapitalist üretim ilişkilerinin kendisini hedef almaya başladı. Devrimin trajedisiyse, Batı’daki gelişmiş kapitalist ülkelerdeki işçi devrimlerinin yenilmesi, dolayısıyla Rusya’daki sosyalist devrimin izole olması oldu.

Troçki, Sürekli Devrim teorisinde işçi sınıfına bağlılığını, 1905 devrimi öncesindeki yıllarda sınıf içerisinde yürüttüğü muazzam faaliyete borçluydu. O devrimde, henüz 26 yaşındayken Petrograd Sovyeti’nin başkanlığına getirilmesi, ne kadar muazzam bir devrimci olduğunun kanıtıdır. Ekim Devrimi sürecine önderlik eden kadrolardan biri olmasının yanında, sonrasındaki iç savaşta karşıdevrimi askeri olarak mağlup etmek üzere Kızıl Ordu’yu örgütledi. Edebiyat üzerine, sanat üzerine, “gündelik hayatın sorunları” üzerine, şiddetin ahlaki olup olmadığı tartışması üzerine, faşizm üzerine, İspanyol Devrimi üzerine, aklımıza hayalimize sığmayacak onlarca konu üzerine binlerce sayfa yazı yazdı. İyi bir entelektüel, iyi bir militandı. Ortaokul çağlarında başlayan değişim isteği, özgürlük arayışı, devrimci sosyalizm anlayışıyla taçlandı ve ömrünün sonuna kadar bu yolda ilerledi.

Stalinist karşı-devrim

Troçki’nin Marksizm’e yaptığı çok yönlü katkıların belki de en önemlilerinden biri de Stalinizme karşı verdiği mücadeleydi. 1917’nin muzaffer devrimi, dünya devriminin tetikleyicisi olmalıydı. Avrupa’daki devrimler yenilince Rus işçi sınıfı yalnız kaldı. İç savaşta proletarya şekillenmesini yitirdi. Yüz binlerce öncü işçi devrimi savunurken öldü. 1920’lerin ortasına gelindiğinde, büyük şehirlerdeki işçiler, köylerden kente yeni göç etmiş, son 25 yılın mücadelesinin deneyimlerini hiçbir şekilde bilmeyen, böylesi bir sınıf olma özelliğine sahip olmayan bireylerdi. Tepede bir avuç Bolşevik komünist vardı, altlarında onları ayakta tutan sosyal güç kalmamıştı ve dünya devrimi yenilmişti. Bunlar Stalinist karşıdevrimin, parti ve devlet bürokrasisi içerisinden kendini yeni bir egemen sınıf olarak örgütleyerek Rus Devrimi’nin tüm kazanımlarını tek tek geri alan sürecin önünü açtı. 

Troçki, bu karşıdevrim sürecine karşı direnişin, dolayısıyla aşağıdan sosyalizm geleneğini savunmanın adı oldu. Bolşevik Parti içerisinde “Sol Muhalefet” örgütledi. Bunun bedeli, sadece kendisinin öldürülmesi değil, 16 akrabasının da Stalinist rejim tarafından katledilmesi oldu. Ancak Troçki sayesinde, bugün Stalinizmin sosyalizmin bir varyasyonu olmadığını, tek ülkede sosyalizm diye bir şeyin olamayacağını, “sosyalist anavatan” savunusu adı altında 20. yüzyılın ilk çeyreğinde işçi hareketi içerisinde reddedilmiş “yurtseverlik” geleneğinin sosyalizmin saflarına geri sızma çabasını reddetmeyi savunuyoruz.

Troçki’nin yaktığı kıvılcımı dünyanın her yerinde binlerce sosyalist izledi. Troçkist gelenek, işçi hareketi içerisinde bir azınlık da olsa, dünyanın dört bir yanında yankı buldu. Bunu, Tony Cliff’in “Rusya’da Devlet Kapitalizmi” teorisi izledi. Cliff, Marx-Engels-Lenin-Troçki-Rosa-Gramsci geleneğini takip ederek Marksist bir analiz yaptı ve SSCB’nin yozlaşmış da olsa bir işçi devleti olmadığını, bizzat devlet kapitalisti bir ülke olduğunu ortaya koydu. Hem Troçki’nin hem Cliff’in katkıları, İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyanın anlaşılmasında, Marksistlerin bu dönemde de aşağıdan sosyalizm geleneğini sürdürebilmesinde son derece önemliydi. 

Troçki ömrünün sonunda “Hayat gerçekten çok güzel. Bırakalım gelecek nesiller onu her türlü kötülükten, baskıdan ve şiddetten temizlesinler ve sonuna kadar hayattan zevk alsınlar” diyordu. Onun dileğinin gerçekleşmesi için uluslararası bir işçi devrimi gerekli. Bugünün antikapitalizmi içerisinde buna önderlik edecek devrimci örgütleri inşa etmeye devam edelim.

Ozan Tekin

(Sosyalist İşçi)

Bültene kayıt ol