Türkiye’de sanayileşme ve sendikalaşma Avrupa’dan daha sonraki tarihlerde gerçekleşti.
Avrupa ülkelerinde 18. yüzyıldan itibaren sanayileşme yaşanırken Osmanlı Devleti’nde tarıma dayalı bir ekonomik hayat hüküm sürmekteydi. Osmanlı döneminde ilk fabrika 1835 yılında kurulmuş olup, ilk işçi kuruluşu 1871 yılında çeşitli işkollarında çalışan işçilerin birleşerek kurdukları Ameleperver Cemiyeti’dir.
Osmanlı’da işçi hareketleri
Osmanlıdaki işçi örgütleri daha filizlenme halindeyken çeşitli resmi engellemelerle karşılaştı. 1845 yılında çıkarılan Polis Nizamnamesi bu baskılardan ilkidir. Bir baskı yasası niteliğinde olan nizamname, işçi derneklerinin kapatılmasını, topluca iş bırakanların cezalandırılmasını içermekteydi. İlk fabrikanın kuruluşundan on yıl sonra çıkan bu düzenleme Kıta Avrupa’sında burjuvazinin kazandığı deneyimlerin Osmanlı topraklarına yansımasıydı.
Yasağa rağmen, işçi sınıfı bağımsız çizgisinde yürümeye ve gelişmeye devam etti. Önceleri yardımlaşma derneklerinde bir araya gelen işçiler, giderek kendi sendikal yapılarını oluşturmaya başladılar.
İlk işçi kuruluşu olan Ameleperver Cemiyeti, bir yardım derneğiydi. Bilinen ilk sendika türü örgütlenme ise, 1894 yılında İstanbul’da Tophane fabrikasındaki işçiler tarafından gizli olarak kurulan Amele-i Osmani (Osmanlı Amele) Cemiyeti’dir. Osmanlı topraklarında yapılan ilk grev 1872 yılında gerçekleşti. Kasımpaşa Tersanesi’nde çalışan 600 işçi, ücretlerini alamadıkları için grev yaptı. İşçiler grevi başarıyla bitirdi. 1872’den 1908’e II. Meşrutiyet’in ilanına kadar geçen dönemde, 22 grev daha yaşandı. Bu grevler ağırlıkla tersanelerde, demir ve deniz yollarında, mağazalarda, tütün işletmelerinde gerçekleşti. Ücretlerin düşüklüğü, ustabaşı baskıları ve hafta sonu tatil talepleri grevlerin nedenleri arasında idi. 1908 yılı Temmuz’unda II. Meşrutiyet ilan edildi. Kısıtlı da olsa, demokratik bir gelişme söz konusuydu.
1908 yılının Ağustos ve Eylül ayları grevlerle geçti. İki ay içinde 30’a yakın grev oldu. Grevlerin büyük bir kısmı, yabancı sermayeye ait işyerlerindeydi. Grevleri yasaklayan Polis Nizamnamesi yürürlükteydi ama grevler engellenemiyordu. Zamanın iktidarı daha kuvvetli bir mevzuata ihtiyaç duydu. Bu ihtiyaç 1909 yılında yayınlanan ve 1936 yılına kadar yürürlükte kalan Tatil-i Eşgaal Kanunu ile sağlandı. Bu kanun, kamuya yönelik hizmetlerde çalışan işçilerin sendikalaşmasını yasakladı. Grevleri yasaklamasa da sınırlamalar getirdi. Greve çıkabilmek bir ön uzlaşma sürecinden geçme şartı getirildi. 1909 yılında 31 Mart olayı üzerine ilan edilen sıkıyönetim, iktidarın işçi sınıfı üzerinde çeşitli kısıtlamalar getirmesine uygun zeminler hazırladı. Birinci Dünya Savaşı sırasında işçiler için çalışma şartları çok daha ağırlaştı. İşçilerin mücadelesinde gerilemeler görüldü.
Cumhuriyet döneminde sendikalar
1923 yılında İzmir’de yapılan İktisat Kongresinde Türkiye’nin izleyeceği yol kapitalizm olarak belirlendi. Kürt isyanlarının başlamasının hemen ardından, 1925 yılında Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarıldı. Bu kanunla “sükûnu sağlamak” üzere hükümete her türlü cemiyeti kapatma yetkisi verildi. İşçi sınıfının tüm siyasal ve sendikal örgütleri yasaklandı. Daha önceki yıllarda işçi bayramı olarak kutlanan 1 Mayıs, 1925 yılında yasaklandı. 1 Mayıs, 1935 yılında çıkarılan yeni bir yasayla “Bahar ve Çiçek Bayramı” olarak ilan edildi. Ceza Kanunu’nda yapılan değişikliklerle, örgütlenme özgürlüğünü sınırlayan yasaklar genişletildi. 1933’te yapılan değişiklikle, grevleri teşvik edenler için ağır cezalar getirildi. Sendikalar dâhil, her türlü sınıfsal örgütlenme ve propaganda yasaklandı. 1936’da İş Kanunu çıkarıldı. Bu kanunla, sendikaların yerine işçi temsilcilikleri getiriliyordu.
Türkiye işçi sınıfının yüz yıllık mücadelesi, dünya işçi sınıfının kazanımları ve İkinci Dünya Savaşı’nda faşist Almanya ve İtalya’nın yenilmesinin uluslararası düzeyde oluşturduğu demokratik atmosfer, egemen sınıfları sendika kurma hakkını tanımak zorunda bıraktı. 1946 yılında kurulan Çalışma Bakanlığı’nın hazırladığı taslağın kabulüyle, 1947 yılında Sendikalar Kanunu çıkarıldı. Sendikalar yasal olarak tanındı. Yasa, sendikaları tanısa da, sendikalara toplusözleşme ve grev hakkı tanımayarak, onları temel işlevlerinden yoksun bırakmaktaydı.
1948’de toplam sendika sayısı 73, sendikalı işçi sayısı ise 52 bindi. 1952 yılına gelindiğinde sendika sayısı 248’e yükselirken, sendikalı işçi sayısı 130 bine ulaştı. Sendikaların üst örgütü olarak, 31 Temmuz 1952’de Türk-İş kuruldu.
Grev hakkının kazanılması
1961 yılında, sendikacılıkla ilgili temel haklar, grev ve toplu sözleşme hakkı anayasada yer aldı. Bu anayasa ile memur olarak adlandırılan kesime de sendikalaşma hakkı verildi. Grev ve toplu pazarlık hakkının tanınması ile sendikal faaliyette ciddi bir yoğunlaşma görüldü. 1963 yılından sonra özellikle kamu kesiminde ve ardından özel sektörde toplu iş sözleşmelerinin imzalanması yaygınlaştı. 1961 yılında 511 sendikada örgütlü 298 bin işçi varken 1966’da sendikaların sayısı 704’e, sendikalara üye işçilerin sayısı 374 bine ulaştı.
1967’de Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kuruldu. İşçiler DİSK’e üye oldular, çünkü DİSK özel sektörde, özellikle büyük fabrikalarda, işçilere daha yüksek ücret ve sosyal haklar kazandırıyordu. 1976’da Hak-İş (Türkiye Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu) kuruldu.
12 Mart 1971’de yapılan askeri darbenin ardından Anayasa değişikliği ile memurların sendikalaşma hakkı kaldırıldı, memurların sendika kurmaları ve sendikalara üye olmaları yasaklandı.