Dünya salgına, neoliberal dönemin yıkıntıları arasında yakalandı.
Covid-19 başladığında küresel hareket üçüncü döngüsünün içindeydi ve dünyada özelleştirmelerin ve savaşların yarattığı yıkıma karşı isyan dalgası her yanı sarmıştı.
Küreselleşme yalanı!
1980’ler küreselleşme yalanının üzerinin örtülmeye çalışıldığı sağcı bir kapitalist saldırı dönemiydi. Kapitalizm azalan kar oranlarının yarattığı yapısal krizinden kurtulamıyordu. Buna neoliberal politikalarla yanıt üretti. Neoliberalizm, krizi, tüm kamusal alanları ve kazanımları özel sermayeye açarak kurtulma politikasından başka bir şey değildi. Küreselleşme lafı bu saldırının süslü laflarla gizlendiği moda bir kavramdı.
Küreselleşmenin yarattığı tam bir kan ve dehşetti.
Küreselleşme, kamusal sağlık hizmetlerinin paralı hale getirilmesi, sağlık hizmetlerinin özel sermayeye devredilmesi, sağlık sigortası sistemlerinin çökertilmesi ve sağlık çalışanlarının örgütlenmesinin imha edilmesiydi. Küreselleşme, küresel ölçekte yüz milyonlarca insan açısından sağlık sisteminin ulaşılması imkânsız bir ayrıcalık haline gelmesi süreciydi.
Mayıs ayının 20’si itibarıyla dünyadaki toplam ölüm vakaları sıralamasında ilk 13 ülke şöyleydi: ABD (93 bin 542), Birleşik Krallık (35 bin 341), İtalya (32 bin 169), Fransa (28 bin 22), İspanya (27 bin 778), Brezilya (17 bin 983), Belçika (9 bin 150), Almanya (8 bin 193), İran (7 bin 119), Kanada (5 bin 912), Hollanda (5 bin 715), Meksika (5 bin 666) Çin Halk Cumhuriyeti (4 bin 634).
Milyonlarca insanın sağlık sigortasının olmadığı ABD’de birkaç günlük Covid-19 tedavisi binlerce dolarla hesaplanıyor. Ölüm oranlarının bu ülkelerde bu kadar yüksek olması, bu ülkelerin özellikle ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin neoliberal sağlıkta dönüşüm programlarının merkez üssü olmalarıyla da alakalı.
Neoliberalizm iki isimle özdeşleşmişti dünyada, birisi Reagan diğeri Thatcher. Thatcherizmin Johnson tarafından sürdürüldüğü İngiltere’de vaka ölüm oranı yüzde 14.2. Batı Avrupa ülkelerindeki vaka/ölüm oranı yine aynı şekilde vahim: Belçika (yüzde 16.3), Fransa (15.5), İtalya (14.2), İspanya (12), Hollanda (12.9), İsveç (12.2), Almanya (4.5).
Sadece sağlık alanında değil, eğitim alanında da milyonlarca yoksulun eğitim hakkına ulaşamadığı, özel okulların, paralı eğitimin fırsat eşitsizliği pahasına yaygınlaştırıldığı bir dönemin adı oldu küreselleşme. Eğitim alanında çalışanların sömürüsünün tırmandırıldığı, özel okullarda eğitim çalışanlarının örgütlenmesinin engellendiği koşullar, en az sağlık alanında yaşanan koşullar kadar yıkıcı oldu.
Emperyalizmin hegemonya krizi
Küreselleşmeciler sahip oldukları sahtekarca cesareti 1990’ların başında Doğu Bloku rejimlerinin çökmesiyle pekiştirdiler ve kapitalizmin tarihsel zaferini ilan ettiler. Çöken rejimlerin kapitalizmin bir başka türü olması, emperyalistlerin propagandacıları tarafından görünmez kılındı ama 2000’li yılların başında 11 Eylül’de ABD’de İkiz Kulelere yönelik El Kaide saldırısı, kapitalizmin sonsuz hakimiyetini değil, küresel emperyalist sistemin çatlaklarını haber veriyordu.
SSCB’nin çökmesini havai fişeklerle kutlayan Batı emperyalizminin çatı örgütü olan ABD, fişeklerin çıkarttığı gürültü azalınca apaçık gerileyen bir küresel güç olduğunu fark etti. ABD’nin ekonomik gücü gerilerken askeri gücünün orantısız büyüklüğü, emperyalistler arası hegemonya mücadelesine çelişkili bir karakter kazandırdı. Afganistan ve Irak’ı yalanlara dayanarak işgal eden ABD, dünyayı çok daha istikrarsız bir hale getirdiği gibi hegemonya sorununun daha da büyümesiyle yüzleşmek zorunda kaldı.
Dünyanın bir çok bölgesinde başı belada olan, adeta bir hegemonya krizini her yönden yaşayan bu imparatorluk, çözmek istediği sorunların katlanarak karşısına dikilmesiyle ve her sorunun yanına başka sorunları almasıyla çıkışsız bir hale geldi. Küresel hegemonyası zayıfladığı için Irak’ı işgal etti, Irak’ta yenildi, ama Irak işgali, İŞİD adında bir örgütün şekillenmesine neden oldu, İŞİD için Suriye’ye askeri müdahalede bulunduğunda karşısında hem Rusya ve İran’ın olduğunu hem de Türkiye gibi kendisine bağımlı ülkelerle askeri ve politik anlaşmazlıklar içerisinde boğulduğunu fark etti.
Askeri yatırımlar, sürekli savaş ekonomisinin kaynakları yutması ve neoliberalizmin sadece askeri yüzü olarak ortaya çıkması, kapitalizmi kırılgan, kanlı ve yoksullar açısından çok daha korkunç bir yer haline getirdi.
Virüsün ilk görüldüğü Çin’in ABD tarafından tehdit edilmesi, devlet kaynaklarının salgın hastalıkla mücadeleye değil 21. Yüzyılda dünyada hangi askeri-sanayi güçlerin egemen olacağını tayin etmeye harcandığını kanıtlamıyor sadece. Bu aynı zamanda milyarlarca insanı salgın hastalıklar ve büyük ekonomik krizler karşısında korunaksız bir dünyayla baş başa bırakıyor.
Beklendik vurdumduymazlık
Dünya, Covid-19’a, 2008 ekonomik krizinin etkilerini atlatamadan yakalandı. Bugün, egemen sınıfların ve hükümetlerin, salgınla mücadele etmeyi, patronları kurtarmaya indirgemiş olmaları, 2008 ekonomik krizine verdikleri yanıtla doğrudan bağlantılı.
2008 krizinde işten atılan işçileri ve kredilerini ödeyemediği için evsiz kalanları, sağlık sistemine ulaşamayan milyonlarca insanı değil bankaları ve şirketleri kurtarmaya odaklanan devletler, kendi neoliberal propagandalarını kendileri çürütmüşlerdi.
Sendikalar, özelleştirmelerin en başta sağlık olmak üzere tüm alanlarda ezilenler için yıkım anlamına geldiği savunuyordu. Patronlar ve onların hükümetleri buna piyasanın kurallarına göre oynamak gerektiğini ve devletlerin ekonomiye müdahale etme hakkı olmadığını savunarak yanıt veriyordu. Kriz günlerinde ise şirketleri ve bankaları kurtarmak için trilyonlarca dolarlık kurtarma paketleri açıklandı.
Şimdi tüm kaynakları Covid-19’la, salgınla mücadeleye ve yoksulların koşullarını düzeltmeye değil de yine şirketlere ve piyasalara aktarmaları, şaşırtıcı değil.
(Sosyalist İşçi)