İtalyan devrimci Antonio Gramsci üzerine tüm dünyada geniş bir literatür oluşmuş durumda. Ancak bu çalışmaların çok az bir bölümü Gramsci’yi İtalya’nın iki kızıl yılının önderlerinden biri olarak ele alıyor ve Gramsci’nin teorisinin bir başka büyük devrimci olan Lenin ile ilişkisine değiniyor. Oysa Ekim Devrimi ve Lenin olmadan Gramsci’yi düşünmek mümkün değil.
Ekim Devrimi’nden iki kızıl yıla
1917’de Rusya’da Ekim Devrimi ile işçi sınıfı iktidarı ele geçirdiğinde Gramsci, İtalyan Sosyalist Partisi (PSI) üyesi genç bir militandı ve devrim hayatının seyrini değiştirdi. Rusya’daki devrim karşısında heyecanlanan Gramsci, II. Enternasyonal’in liderlerinin Marksizmi donuk bir teori hâline getiren yaklaşımlarına karşı “Kapital’e karşı devrim” isimli yazısıyla Bolşevikleri selamladı. Rusya’daki işçi konseylerine benzer bir yapı arayan Gramsci gözünü fabrikalarda işçiler tarafından oluşturulan “iç komisyonlara” dikti ve bu yapıların devrimci potansiyeline odaklandı. Gramsci’nin bir grup arkadaşı ile birlikte çıkardığı L’Ordine Nuovo (Yeni Düzen) gazetesi kısa bir süre sonra fabrikalardaki komisyonlarda toplanan işçilerin sesi oldu ve 1919 yılına gelindiğinde başlayan fabrika işgallerini doğrudan destekleyen tek yayın oldu.
Bu dönemde PSI içindeki merkezi ekip kendilerine Maksimalistler adını veriyordu. Giaginto Menotti Seratti öncülüğündeki Maksimalistler, II. Enternasyonal’in savaş politikalarına karşı çıkmıştı ve Bolşeviklerin kurucusu olduğu III. Enternasyonal’e katılmak istiyordu ancak Lenin’in reformistlerle yolları ayırmak gerektiği yönündeki önerilerine kulak asmıyordu. Reformistler ise işçilerin fabrikalardaki eylemlerine sonuna kadar karşıydı. Reformistlere karşı çıkan sol muhalefet içindeki Amadeo Bordiga öncülüğündeki ekip ise sekter bir tutumu benimsiyordu. Bu taraflaşma içinde Gramsci ve arkadaşlarının gazetesi Lenin’in de takdirini kazanacak biçimde fabrikalardaki konseylerin iktidarı ele geçirmesini savunuyordu. 1920 yılında Lenin şöyle yazıyordu: ““İtalyan yoldaşlara şunu sadelikle söylemeliyiz ki, sadece Ordine Nuovo üyelerinin çizgisi Komünist Enternasyonal çizgisine denk düşmektedir, mevcut Sosyalist Parti liderleri çoğunluğunun veya onların parlamento hiziplerininki değil”.
PSI içindeki gruplaşma 1919-20 yıllarında pratikte sınandı. Gramsci’nin bulunduğu Torino kentinde işçiler fabrikaları işgal ettiler. Birkaç ay içinde 150 bine yakın işçi konseyler içinde örgütlenmişti ve işgal dalgası Milano ile Cenova’ya da ulaştı. PSI içindeki Maksimalistler, L’Ordine Nuovo’nun bu hareketin ülke geneline yayılması yönündeki çağrılarına kulaklarını kapattı. Bordiga öncülüğündeki komünistler ise işçi konseylerinde komünist olmayan işçilerin de bulunması sebebiyle bu harekete karşı çıkıyor, Gramsci ve arkadaşlarını sendikalizmle suçluyordu. İki yıl süren fabrika işgalleri dönemi biennio rosso yani iki kızıl yıl olarak tarihe geçti ancak partinin çoğunluğunun sırt dönmesi yüzünden hareket birkaç kentte sıkıştı ve yenildi. Bu yenilginin bedeli herkes için çok ağır olacaktı ve faşizmin iktidara gelişinin yolunu hazırlayacaktı.
“Marksizmin en büyük modern teorisyeni Lenin”
Antonio Gramsci ve yoldaşları devrimin yenilgisinden sonra PSI’yı terk ettiler ve Bordiga ile beraber İtalyan Komünist Partisi’ni (PCdI) kurdular. Ancak Bordiga ile Gramsci arasında çok temel konulardaki fikir ayrılıkları devam ediyordu. Gramsci, Bolşeviklerin önerilerine uygun olarak sosyal demokratları da içeren bir birleşik işçi cephesi inşa edilmesini savunuyordu, Bordiga ise ittifak kurma önerilerine karşıydı. Gramsci, Bordigacı anlayışla da mücadele etti ve bu mücadeleyi kazandı ancak 1926 yılında Musollini önderliğindeki faşist hükümet Gramsci’yi cezaevine attı.
Cezaevinde Gramsci, yaşadıkları yenilgiyi anlamak üzere notlar tutmaya başladı. Gramsci’nin defterlerinde merkezi yer tutan kavram hegemonyaydı. Bugün Gramsci ile özdeşleşmiş olan bu kavram defterlerde ilginç bir şekilde Lenin’e atıfla kullanılıyordu. Lenin’den “Marksizmin en büyük modern teorisyeni” olarak bahseden Gramsci, Lenin’in hegemonya kavramını geliştirerek Marksizme en büyük katkıyı yaptığını söylüyordu.
Gramsci’nin hapishanedeki temel sorunsallarından biri Lenin’in Rusya’da ortaya koyduğu teori ve pratiği Avrupa koşullarına tercüme etmek ve buradan yola çıkarak devrimci bir strateji ortaya koymaktı. Gramsci’ye göre Rusya’da devletin tahakküm işlevi ön plana çıkarken, Avrupa’da tahakküm ile rıza beraber işliyordu. Dolayısıyla Avrupa’da devrimciler uzun süreli bir “mevzi savaşı” vermeliydi. Bunun anlamı kapitalist sınıfın okul, gazeteler gibi hegemonik aygıtları sayesinde geniş kitlelerin rızasını örgütleyebilmesi karşısında işçi sınıfının kendi hegemonik aygıtlarını inşa ederek bu rızayı kırmak için mücadele etmesiydi: “Burjuvazinin devlet aygıtı ancak proletaryanın alternatif bir hegemonik projesi olgunlaştırılıp, kendi için yeterli bir hegemonik aygıtta somutlaştırarak onu ‘toplumsal temel’inden mahrum bırakmasıyla nötr hâle gelebilir. Lenin’in Paris Komünü ile sovyetleri ‘özel bir devlet türü’ olarak nitelendirmek amacıyla Marx ile Engels’ten aldığı terimlerle ifade edecek olursak; sivil toplumdaki sınıf güçlerini, proletaryanın, burjuvazinin tahakkümüne karşı, kendi etkinleşmiş ‘tamamen farklı türden iktidarı’nı olgunlaştırmasına izin verecek bir biçimde koordine etmek zorunludur.”
Devrimci partinin inşası
Gramsci de Lenin gibi bu tür bir koordinasyonun sağlanabilmesi için en önemli araçlardan birinin devrimci parti olduğunu savunuyordu. Gramsci’ye göre bu parti devrim anında inşa edilemez. Toplumda daha önceden tanınmış hâle gelmesi ve kendisini eylem içinde kanıtlaması gerekir.
Antonio Gramsci, Lenin’in mirasını son derece yaratıcı bir biçimde kullanarak dünyayı anlamamıza ve değiştirmek için mücadele etmemize katkıda bulundu. Bugün sosyalistler için Lenin’den Gramsci’ye aktarılan bu mirası devralıp daha da geliştirmek ve işçilerin “tamamen farklı türden” iktidarını bugünden savunacak bir devrimci partiyi inşa etmek kaçınılmaz bir görev.
Can Irmak Özinanır