Yeni bir isyan dalgası

24.12.2019 - 13:41
Haberi paylaş

Küresel isyan dalgası 2019'a damgasını vurdu. International Socialism dergisi yazarı Joseph Choonara, önceki mücadele dalgaları ve bugün yaşanmakta olan küresel protestoların sebeplerini, katılan toplumsal güçleri ve hareketin yönünü inceledi.

Yükselen bir küresel isyan dalgasının damgasını vurduğu yılı geride bıraktık. İşaretleri ilkbaharda belirmeye başlamıştı.¹ Nisan’da Cezayir ve Sudan orduları, ülkelerinin liderlerini, önce Abdülaziz Buteflika, ardından Ömer el-Beşir’i, devrime giden sürecin tıkanmaması için devirmek zorunda kaldılar. Haziran’da Hong Kong’da 2,3 milyon kişi, yani toplam nüfusun dörtte biri, demokratik bir değişim talebiyle seferber oldu. Temmuz’da protestocular Porto Riko valisi Ricardo Rossello’yu devirdi. Kışın başlarında Şili, Ekvator, Kolombiya, Lübnan, Haiti, Gine, Kazakistan, Irak, İran ve Katalonya’da intifadalar ve kitlesel gösteriler vuku buldu. Ben bu satırları yazarken, Fransa’da toplumsal dönüşüm için bir yıldır eylem yapmakta olan –ve belki de sonradan Avrupa’nın içine doğru yayılan isyan dalgasının başlangıcını temsil eden– Sarı Yelekliler’in de kimi bölgelerde katılım sağladığı gösteriler sürerken, bir de genel grev cereyan ediyor.

Bu, yüzyılın başından bu yana yaşanan mücadelenin üçüncü dalgası. Önce 1990’ların sonundan 2000’lerin ortalarına dek neoliberal küreselleşme karşıtı hareketlerin geliştiğine tanık olduk. Bunlar bilhassa Dünya Ticaret Örgütü, G8, IMF, Dünya Bankası gibi kurumlara muhalif hareketlerdi ve Avrupa Sosyal Forumu ile Dünya Sosyal Forumları’nda gerçekleştirilen toplantılarda görünür hale geldiler. Ancak mücadelenin yükseldiği yer, ayaklanmaların hükümetleri iktidardan ardı ardına süpürdüğü Latin Amerika oldu. Bu kıtasal mücadele, Venezuela’da Hugo Chavez, Bolivya’da Evo Morales, Ekvator’da Rafael Correa’nın kurduğu veya Brezilya’da (Luiz Inácio Lula da Silva) daha ılımlı bir modeline tanık olduğumuz, sola dönüş hükümetleri (Pink Tide) olarak bilinen milliyetçi sol rejimlerin ortaya çıkmasıyla sonuçlandı.

İkinci dalgaysa 2011’de gelişti. İspanya’da Öfkeliler hareketinin kent meydanlarını işgal etmesiyle başladı, Portekiz’e yayılıp sendikaların genel grev ilan etmesini tetikledi, ardından Fransa, Yunanistan, Belçika, İtalya ve İngiltere’ye de sıçrayarak Avrupa’yı ele geçirdi.² İşgal hareketi Kuzey Amerika’da çok sayıda protestocunun Wall Street’i hedefleyen “Bizler yüzde 99’uz” sloganıyla büyüyerek diğer ülkelere de yayıldı. Bu mücadeleler üç yıllık kriz ve kemer sıkma politikalarının baskısını yansıtıyordu. Gerçi bunun da en etkili olduğu yer Küresel Kuzey değil, devrimci hareketlerin önce Tunus’ta ve ardından Mısır’daki diktatörleri devirdiği, mücadelenin Libya, Suriye, Bahreyn ve Yemen’e de sıçradığı Arap dünyasıydı.

Şu anda üçüncü dalganın ortaya çıkmakta olduğu savına iki çekince eklemek gerek. Birincisi, bunların eşgüdümlü hareketler olmaması. Evet, artık 4 milyar insan mobil iletişim ağlarına erişebilir durumda ve bu, muhtelif mücadelelere dair haberlerin küresel ölçekte hızla yayılabildiği anlamına geliyor. Fakat bir yerden diğerine sıçrayan protestoların ardındaki itici gücün bu olduğu iddia edilemez. Etki alanları ve kapsamlarına bakınca, aslında bu protestolara ortak toplumsal unsurların yol açtığını görüyoruz. Bu, her yerde tek ve net bir modele dönüşmüyor. Hong Kong, örneğin, İngiltere’nin geçmişteki sömürgeci gücünden gelen rolü ve bölgenin Çin’le yeniden entegrasyon süreci gibi kendine özgü hususlar barındırıyor. Ama yine de bu mücadelelerde ortak nitelikler ve talepler gözlemlemek mümkün.  

İkinci çekince şu; yukarıda bahsi geçen dalgaların hiçbiri evrensel ölçekli değil. Dahası, mevcut süreçte bu isyanlardan hiç etkilenmeyen ülkelerin olması bir tarafa, baskın eğilimin aksi istikamette olduğu –otoriter rejimlerin tesisi, egemenliklerini korumak için ırkçılığın ve aşırı milliyetçiliğin hareketlendirilmesi– ülkeler de mevcut. Hindistan, Filipinler, Brezilya ve ABD, nüfusları ya da küresel politikalardaki ağırlıkları bakımından küçümsenemeyecek öneme sahip. Aşağıda, Bolivya’daki askeri darbenin ele alındığı bölüm, ana akım siyasi görüşün buhranı karşısında, yukarıdaki örneklerinden çok farklı bir tepkinin de mümkün olabildiğini gösteriyor.

Direnişin Ardındaki Sebepler

2019 isyanları, işçi sınıfının dünya genelindeki yükselişini ve hayatiyetini yansıtıyor. Günümüzde ücretli emekçilerin sayısı, 2000’den bu yana 600 milyon artış göstererek 1,8 milyar civarına ulaştı. Proletarya genişleyip yayılmakla kalmıyor, şehirler ve kasabalarda benzerine rastlanmamış bir ölçekte yoğunlaşıyor. Küresel nüfusun kentlerdeki yoğunluğu 2000’den bu yana %47 ila 56 oranında arttı ve bu, yirmi yıllık süreçte, kentli nüfusa 1,4 milyar insanın daha eklendiği anlamına gelir.    

Ülkelerin çoğunda, isyanlar bu kentleşme ve proleterleşmenin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor gibi görünmekte. Şili’nin kentli işgücü geçtiğimiz yıl 7,3 milyona yükseldi ki 1990’da 3,7 milyondu. Ekvator’daysa 2000 yılında 3,3 milyon olan kentli işgücü nüfusu 2018’de 5,1 milyona ulaştı.³ Aşağıda, kapitalizmin yarattığı yeni sınıfların doğasının ve bunların isyanlarda oynadıkları rolün irdelenmesine geri döneceğim.

Öncelikle, işçi sınıfındaki büyümenin, kapitalizmin üretim gücünün göreceli olarak tıkandığı bir dönemde yaşandığına dikkat çekmek gerek. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki büyük yükselişle birlikte küresel ekonomik büyüme % 5 civarına ulaşmış, sonra 1970’lerdeki krizlerle birlikte yaklaşık % 3’e düşmüştü. 1980’lerde neoliberal politikalarla gelen değişim bu durumu tersine çeviremedi ve 2008 sonrasındaki büyüme hızı daha da düşük oldu (Tablo 1). Rakamlar, Çin’in dünyanın ikinci en büyük ekonomisi olmasını sağlayan ekonomik patlamaya rağmen böyle.

Tablo 1: Belirtilen dönem aralıklarında yıllık ortalama büyüme hızları 
Kaynak: Dünya Bankası ve OECD verileri

1961-1974

Yüzde 5,2

1975-1981

Yüzde 3,1

1982-1990

Yüzde 3,3

1991-2008

Yüzde 3

2009-2018

Yüzde 2,5

Kentleşme ve küresel işgücündeki büyümenin, tatmin edici ya da makul ücretli istihdam yaratacağı sonucuna varmak hata olur. Aksine, işsizler ve istedikleri işi bulamayanların sayısı muazzam oranda artış gösterdi. Bu durum, birçoğu belirli seviyede eğitime erişim sağlayabilmiş fakat eğitildikleri alanda çalışma fırsatı bulamayacaklarını görmüş olan gençler arasında özellikle belirgin –ki isyanların ön saflarında yine onları görüyoruz. Ücretli iş, bazıları için kesintili olarak bulunabilen, çok zaman gayri resmi sektörde ek işlerle desteklenmesi gereken bir şey. Buna bir de 2000 yılında dünya genelinde sayıları 200 bin olan ve toplam şehir nüfusunun üçte birini barındıran varoşları eklemek gerek.⁴ Ayrıca bir de yetersiz barınma ve ulaşım sistemleri, çevrenin git gide artan oranlarda kirletilmesi, köhne ve düzensiz bir silüete bürünen kentsel alanlar mevzusu var ki, büyük çoğunluğun kaderi de bu. Bunun sonuçlarından biri, kamusal ya da özel olması fark etmeksizin, ulaşım ücretlerinin artmasıdır. Ve son isyanları başlatan unsurlardan biri tam da buydu.⁵

Ekonominin yeterince büyümemesinin yükü de eşit paylaşılmadı. 2015 Oxfam raporu, dünya nüfusunun yarısına karşılık gelen 3,6 milyar kişinin toplam varlığına sahip 62 kişiden bahsediyor. Buna karşılık, dünyanın yoksul yarısının geliri 2010’dan bu yana %41 oranında düştü.⁶ Süper zenginlerin çoğu kapitalizmin geleneksel merkez ülkelerinde bulunuyor, ama artık her ülkede akıl durdurucu zenginliğe sahip küçük zümreler var. Jeffery Webber’ın belirttiği gibi:

Şilili on milyarder, birleştirilmiş varlıklarının değerini GSYİH’in %16’sına ulaşacak kadar şişirdiler. The Economist’in ortaya serdiği bir olayda, The Bello gazetesinin köşe yazarlardan biri için; “Köşe yazarınız birkaç yıl önce Santiago’da 60 kişilik bir davete katıldı”deniyordu; “Arkadaşı kulağına şöyle fısıldadı; Şili’nin GSYİH’inin yarısı bu odada, farkındasın değil mi?”

Bu sırada proleterya ve burjuva kıt kanaat geçiniyor, muazzam oranda artan özelleştirilmiş eğitim, sağlık, otoyollar, su hizmetleri ve (yoksulları hedef alan) acımasız vergiler -toplu taşıma ücretleri bu nedenle artırılmıştı- ile düşük emekli maaşları karşısında sürekli borçlanıyordu.⁷

Benzer şekilde Lübnan da, Ortadoğu standartları için bile aşırı sayılabilecek bir eşitsizliğin cefasını çekiyor. En zengin %0,1, neredeyse ülkenin %50’sini temsil eden en yoksul nüfusun toplam varlığına sahip. Ve zirveyi temsil eden %1, milli servetin %45’ini elinde bulunduruyor.⁸ Bu eşitsizliğe karşı yürütülen mücadelenin, isyan dalgalarının ana teması haline gelmesi kaçınılmazdı zaten. Kanunlarla, siyasi düzenle desteklenen toplumsal ve ekonomik eşitsizlik, belli bir azınlığın gücü ve imtiyazlarının güvence altına alınabilmesi adına yaşanıyor. Sonuç olarak Lübnan, Mısır, Haiti ve Irak’taki isyanlarda “yolsuzluğun” ya da Cezayir’de görev sürelerini tamamlayan yöneticilerin iktidarı bırakmak istememesinin protesto edildiğini görüyoruz.

İsyanlara zemin hazırlayan hoşnutsuzluk 2008-2009’dan bu yana git gide şiddetlendi. Takip eden on yılda zayıf ve kırılgan bir büyüme yaşandı.⁹ Başlangıçta Küresel Güney ekonomilerinin bir kısmı fırtınadan, sonradan “meta süper döngüsü” olarak bilinecek faaliyetle korunuyordu. Çin ekonomisinin genişlemesi ve hidro karbon üretimine yönelen bölgelerde para piyasalarındaki spekülasyonlarla pekiştirilen istikrarsızlaştırıcı jeopolitik çatışmalar gıda, benzin ve minerallerin fiyatlarını yükseltti. Bunun üzerine bazı devletler hızla “ekstraktizm” denilen şeye (neo-ekstraktizm olarak da adlandırılabiliyor) yönelip, gelir kaynağı olarak gördükleri ve git gide ekonomide merkezi bir rol oynayacak olan ticari malların üretimine yoğunlaştı. Milliyetçi sol hükümetler maden, petrol ve gaz çıkarmaya, tek ürüne dayalı tarımsal sanayiye doğru endişe verici bir yönelim sergiledi.¹° Afrika ülkelerinde de benzer bir durum yaşandı.¹¹ Aşırı döngü 2011 civarında tavan yaptı, 2015’de Çin’deki büyüme bu süreci yavaşlattı ve ekonomik balonun patlamasıyla birlikte piyasalar çöktü.

Neoliberal taarruz

Bu durum, hükümetlerin süregelen neoliberal atakları bertaraf edememeleriyle sonuçlandı, üzerlerindeki baskıyı artırdı. Öreğin ABD yaptırımlarının baskıyı artırdığı Ekvator ve İran’da petrol sübvansiyonlarının geri çekilmesine sebep oldu ve protestoları tetikleyen buydu. Şili’deki tetikleyiciyse metro ulaşım ücretlerindeki artıştı. Lübnan’da WhatsApp kullanımına vergi getirilmesi planları, Kolombiya’da emekli maaşlarında kesinti yapılması önerisi... Sudan’da gıda yardımlarının sonlanmasıyla başladı ve o da Güney Sudan’la ayrılmanın bir sonucu olarak petrol gelirlerindeki kayıp nedeniyle yaşanmıştı aslında. Hepsi, bir kez başladığında, bir önceki dönemin yol açtığı daha derin bir öfkeyle yoğrularak büyüdü.  

Ana akım siyasetin geride bırakılan süreçte itibar yitimine uğramış olmasının da bu öfkede payı var. Chris Harman’ın belirtmiş olduğu üzere, İngiltere’de Margaret Thatcher, ABD’de Ronald Reagan ve Şili’de Augusto Pinochet ile başlayan neoliberal politikaların, Küresel Güney’in sosyal demokrat partileri ve yönetimdeki politik güçleri vasıtasıyla yayıldığı bir döneme tanıklık edildi. Uluslararası kapitalist kurumların ittirmesiyle daha da güçlendi.¹² Neoliberalizmin kitleler tarafından reddedilmesine rağmen –Şili’deki slogan “30 peso değil, 30 yıl!” diyordu- neoliberal politikalar etrafında konsensus sağlandı, siyaset aşırı dar bir kalıba sığdırılmak zorunda bırakıldı.

Ana akım siyasetle halkın arasında, demokrasiyle yönetilen ülkelerde bile bir uçurum yaratılmış olması, kapitalist gücün zayıflamasına yol açabiliyor. Ayaklanmaların çoğunda devlet güçlerinin şiddete başvurması da öfkenin büyüyerek genele yayılmasına sebep oldu. Şili’deki protestolar 7 Ekim’de Santiago’daki öğrencilerin ücret ödemeden seyahat etme girişimiyle başladı. Baskı arttıkça protestolar da gücünü artırdı, nihayetinde toplu yürüyüşler ve bu eşitsizliğin simgeleri olan süpermarketler, metro istasyonları ve bir elektrik şirketini hedef alan ayaklanmalara dönüştü. Devlet Başkanı Sebastian Pinera 18 Ekim’de ‘acil durum’ ilan etti, protestocuları durdurabilmek için orduyu ve çevik kuvveti harekete geçirdi. 25 Ekim’de 1,2 milyon kişi –yani kent nüfusunun beşte biri- genel grevin ilanıyla Santiago sokaklarındaydı.¹³ Lübnan, Hong Kong ve Katalonya’daki bastırma çabaları da mücadelelerin benzer şekilde büyümesiyle sonuçlandı.

Daha genel bir faktör olarak, politikacılardan memnun olmamanın da tüm siyasi sisteme karşı bir ayaklanmaya dönüşebildiği görülüyor. Lübnan, bunun en keskin ifadeyle belirdiği yer. Siyasi düzenin Maruniler Hristiyanları, Şiiler ve Sunni Müslimanlar, Dürziler ve diğerleri arasındaki mezhep bölünmeleriyle karakterize edildiği bir ülke burası. Bunların her biri kitlesel gösteriler ve grevlere katılıp isyan etti. Çürümüş bir sistemi başlarından atma isteğini yansıtan sloganları da şöyleydi; “Hepsi, hepsi demektir!” Irak’ta da benzer bir dinamik işliyor: Şii bölgelerindeki ayaklanmalar, İran’ın desteklediği sekter hükümet üzerinde büyük baskı yarattı.

Bolivya: uyarı niteliğinde

Bu süreçten her zaman, öfkenin patlayıp yayılarak kitleleri harekete geçirdiği bir mücadele örneği çıkmayabiliyor. Bolivya’da Morales’e karşı yapılan darbe, başka olasılıkların da var olabildiğini gösterdi.¹⁴

Morales ve partisi Sosyalizm Hareketi (MAS), 1999, 2003 ve 2005’te, su ve petrolün özelleştirilmesi karşısında başlayan kitlesel mücadelenin devamında iktidara getirildi. Çağımızın, yerli halkları temsil eden ilk devlet başkanı olarak, %62’si yerli halklardan oluşan, ırklar ve sınıfların birbirlerine iyice karıştığı bir ülkenin başına geçti. İktidarda olduğu dönemde yoksullar lehine dikkate değer reformlar gerçekleştirdi. 2005-2013 yılları arasında resmi yoksulluk sınırı altında yaşayan nüfusun, genel nüfusa oranı %59,6’dan 38,9’a gerilemişti.¹⁵ Morales’in 2005’te %54 civarında olan oylarının 2009’da %64’e yükselip, 2014’te %61’de korunabilmiş olması da bu değişimin etkisini yansıtıyor. Ne var ki 2016’da, başkanlığa dördüncü kez aday olabilmesi için gereken anayasa değişikliğinin oylandığı referandumu kaybetti. Bu yenilgi duruşunu zedeledi; özellikle de halkın oylarına rağmen bazı yasal manevralara kalkıştığında... Aslında 20 Ekim’de gerçekleştirilen 2019 seçimlerinde, eski başkan Carlos Mesa karşısında kazanmaması için hiçbir sebep yoktu. Ama oyların sayımı sırasında yüksek seçim kurulunda kesinti yaşandı ve ikinci tura kalmaktan kurtulacak kadar oy alamamıştı. Seçimlerde çeşitli usulsüzlükler yaşandı ve sağcılar sayım sürecini gasp etti. Morales’in gönderilmesi hedefleniyordu.

MAS iktidarında dışlanan orta sınıfın ön saflarda yer aldığı ilk protestolar, merkez sağın neoliberali Mesa liderliğinde gerçekleşti, ancak kısa sürede aşırı sağın temsiliyetine dönüştü. Bilhassa öne çıkan kişi “Macho Camacho” lakaplı Luis Fernando Camacho oldu; ülkenin doğusundaki Santa Cruz ovalarının tarımsal işletmeleri ve doğal gaz sondajlarını yöneten o ünlü iş adamı… Camacho, Santa Cruz’daki yerli esnafa saldırdıkları için kötü bir üne sahip olan Union Juvenil Cruceñista adlı faşist gençlik örgütünün eski üyelerinden.¹⁶ Kasım ayının başlarında polisler göstericilere katıldı ve Camacho, başkent La Paz’ın caddelerini turlayan bir polis otomobilinin tepesindeydi. Aynı gün ordu Morales’in istifasını istedi ve o da Meksika’ya kaçmak zorunda kaldı.

Camacho hükümet sarayına girdi, zeminde duran katlanmış Bolivya bayrağının üstüne bir incil bıraktı, önünde diz çöktü; “Tanrı başkanlık sarayına geri döndü.” Dışarıdaysa Camacho destekçileri, yerlilerin bayrağı Wiphala’yı yırtıp atıyor, ateşe veriyorlardı. Bu sahne, komünizmin yenilgisini resmetmek için oynandı.¹⁷

Seçimlerde oyların %4’ünü alan Senatör Jeanine Áñes de kendisini, tamamı beyazlardan oluşan bir kabineyle, geçici başkan ilan etti.

Şu anda Bolivya sokaklarını işgal eden ve Áñes ile Camacho’ya karşı yükselen isyan her türlü desteğimizi koşulsuzca hak ediyor. Ama aynı zamanda Morales rejiminin tam da darbeye karşı direnmek için gerekli olan toplumsal hareketleri zayıflatan bir doğası olduğunu da anlamak gerek. Morales’in başkan yardımcısı Alvaro Garcia Linera, planın mimarlarından biri olarak Bolivya’nın MAS projesini tarif ederken; sosyalizm değil, “And Dağları’na özgü kapitalizm” demişti.¹⁸ Pratikteki anlamıysa Weber’in “yeniden yapılandırılmış neoliberalizm” olarak tabir ettiği şey.¹⁹ Düşük enflasyonu garantileyecek bağımsız merkez bankası örneğindeki gibi, neoliberalizmin birçok ilkesi korunmuş oluyor. Madencilik ve hidro karbonlara dayalı ekstraktif model desteklendi, gerçekleştirilen reformlarla gelirin büyük bölümünün devlete kalması garantilendi. Bunun bir kısmı da yoksulluğun azaltılması için yeniden paylaştırıldı, hatta doğrudan yoksullara nakledildi. Sosyal harcamalar GSYİH’nın yüzdesi olarak sabit kaldı, ki bu da harcamaların artması anlamına geliyor.²º

Tam da Linera’nın belirttiği gibi; bu, kapitalist devletin dönüşümü değildi. Bolivya, emtia patlaması sırasında kapitalist sınıfa meydan okumayacak reformlar sunabiliyordu –kapitalistler kendilerini siyasi olarak dışlanmış hissetseler de. Bu durumda, sosyal hareketlerin bir kısmı devlet tarafından satın alındı, bazıları yönetim mekanizmalarına dahil edildi; bazıları ise (özellikle bazı yerli toplulukları) devletle çatıştı.²¹ 1999-2005’in devrim hareketi zayıfladı, enerjisi de istikrarsız olduğu kanıtlanan reformist bir projeye akıtıldı.

Reformizm ve devlet

Milliyetçi sol rejimlerden (Pink Tide) çıkarılan ders, 2011’de başlayan ikinci dalga isyanların mücadelesine uyarlanabilir. Bu isyanlar 2010’ların ortalarına gelindiğinde kontrol altına alınabilmişti. Avrupa’da kitlesel grevleri başlatan sendika bürokrasileri, bu grevler bürokratlardan bağımsız davranabilen taban hareketleri yaratmaya başlamadan grevleri sona erdirmeyi başardı. Avrupa ve Kuzey Amerika meydanlarında sürdürülen hareketin gücünü kaybetmesi sonucunda ortaya çıkmaya başlayan sol reformist politik güçler de radikalizmin odağı haline geldi: ABD’de Bernie Sanders ve Demokrat Sosyalistler, Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos ve Jeremy Corbyn’in yeniden canlandırdığı İngiltere İşçi Partisi. Bu sosyalist güçlerin ortaya çıkışı, işçilerin güvenini kazanabildikleri ölçüde içtenlikle karşılandı. Ve uygulanabilir bir sosyalizmin hayata geçirilebilme olasılığı üzerine yeni tartışmalar başlattı. Ancak mevcut süreçte anlaşılması gereken bir şey daha var; gücü elde etmeye ne kadar yaklaşırlarsa, o kadar çetin bir teste maruz kalıyorlar. Bunun en çarpıcı örneği Syriza’ydı. Alexis Tsipras’ın hükümeti Yunanistan’daki kemer sıkma politikalarına çözüm sunması için seçilmişti ki aksine onları uygulamak zorunda bırakıldılar.²²

Örgütlü bir sol reformist gücün yokluğunda, reformistlerin sığınacak bir liman bulma eğilimi sonlanmıyor. Mısır’ın durumunda, devrimin asli politik mirasçıları, reformlara fili olarak pek bir katkı sunamayan ama buna rağmen güç birliğine gidilen Müslüman Kardeşler olmuştu.²³ Bu, devletin bazı birimlerine bir oh çekme fırsatı sundu ve Sisi ile örgütlenme yoluna giderek kendi karşı-devrim çözümlerini dayattılar.

Mevcut mücadeleler de benzer tehlikeler teşkil ediyor. Örneğin Sudan’daki devrime baktığımızda, muhalif koalisyonun (Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri), El Beşir’i deviren Askeri Geçiş Konseyi ile müzakereye çekildiğini görüyoruz. Bir söylentiye göre, “müzakere girişimi, Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri’ni oluşturan tarafların, El Beşir karşıtı karakteristik tutumundan kaynaklanıyor. Rejimle müzakereyi seçmiş olmaları ve parlamentoda yer alma istekleri, orduya karşı taviz vermeleriyle sonuçlandı.”²⁴ Eleştiriler, süreci başlatan grevleri yöneten, sloganları üreten ve değişim talebinde bulunan Sudanlı Profesyoneller Derneği’ni de dışarıda bırakmıyor.²⁵ Neticede tarafların kapsamlı hedeflerini hayata geçirmek üzere yürütülecek gerçek bir devrim mücadelesi yerine, sadece eski rejimin dağıtılması ve gücün paylaşılacağı bir anlaşmanın imzalanması da mümkün olabiliyor. İşte bu durum, hemen sonrasında zuhur eden yeni bir protesto dalgası yarattı.

Ekvator’daysa 1980’lerin ortasında kurulan, ülkenin yakın geçmişindeki ayaklanmalara kentli topluluklar ve işçi örgütleriyle ittifak yaparak destek veren Yerli Halklar Konfederasyonu CONAIE, 2019 ayaklanmalarının ardındaki asli örgüttü. Zamanında sözde “yenilikçi” devlet başkanını desteklemek için gerçekleştirdiği politik baskınlarda kendi ellerini yakmış olan da yine aynı örgüt. 2000’lerin başında hükümetin düşürülmesine öncülük ettikten sonra, 2003’de başkanlığı üstlenen albay Lucio Gutiérrez’i desteklediler. Gutiérrez’in ilk yaptığı iş, hareketle tüm bağlarını koparıp onlardan kurtulmak ve 2007’de, CONAIE’nin o zamanlar desteklemiş olduğu Correa’ya yanaşmaktı. Artık önceki destekçileriyle savaş halinde olan Correa da ekstraktivizm ve neoliberalizmi desteklemeye başladı, işçi sendikalarına ve CONAIE’ye saldırdı, yoksulluğun azaltılması adına yürüttüğü bazı girişimlerle bu yaklaşımlarının etkisini yumuşatmaya çalıştı.²⁶ Bolivya’da olduğu gibi, burada da emtia patlamasının şiddetine dayanılamadı.

Şimdiki devlet başkanı Lenín Moreno 2017’de adaylığını koyduğunda Correa’nın sadık bir halefi olarak biliniyordu. Ancak seçildikten sonra göstere göstere sağa yöneldi, ABD ile işbirliği yaptı ve IMF’le anlaştı.²⁷ Tekrar canlanan CONAIE ise artık protestoların yeni dalgasına öncülük edebilirdi. Yerli halkların yaşadığı bölgelerde kurulan ilk barikatlar ve ulaşım sektöründeki grevle başlayan, ardından “müphem” bir genel greve, ve belki de başkent Quito’da son 40 yılda görülen en kalabalık protestolara dönüşecek bir mücadele… Moreno hükümeti kaçarak bir kıyı kenti olan Guayaquil’e taşındı. Gerçi birkaç gün sonra, kararnamenin yürürlükten kaldırılmasının (the repeal of the decree) petrol sübvansiyonlarının geri çekilmesine yol açabileceği korkusuyla grev iptal edildi. Bölge yerlileri ve işçilerin örgütleri de yeni bir kararname için pazarlık sürecine zorlandı.²⁸ Bir muhabirin aktardıklarına göre, CONAIE bu kararın, Guayaquil lideriğinde, belediye başkanı Jaime Nebot ile gelebilecek aşırı sağ bir hükümetin önünü açabileceğinden korkarak, Moreno’nun gitmesi yönünde çağrıda bulunmayı reddetti.²⁹

Şili’deki sol partiler 2019 ayaklanmalarını yönlendirme konusunda önemli bir rol oynayamadı. Michelle Bachelet başkanlığındaki dönemde sosyal demokratlar gözden düşürülmüş, ülkenin Komünist Partisi de Yeni Çoğunluk Koalisyonu’na (Nueva Mayoria) taraf olmuştu. Bu durum Şili’de yeni sol oluşumlara yer açtı ki bunlar da 2006-2011 arasında yaşanan öğrenci hareketinden doğacaktı. Kısmen Podemos modeli üzerinden geliştirilen Demokratik Devrim (Revolución Democrática) ve onun seçim koalisyonu Geniş Cephe’ye (Frente Amplio) yöneldiler. Fakat Şilili bir aktivistin açıkladığı üzere:

Geniş Cephe (gösterilerde) ortaya net bir mesaj koymakta zorlandı… “Halkın yanında” olduklarını söyleyemem. Gerçek bir temel inşa edemediler. Komünist Parti ise düşük gelirli yerleşim merkezleri ve sendikaların katılımını teşvik edebilecek son derece güçlü bir modele sahipti… Sanıyorum, genel itibariyle, sol bu protestoların yaşanmasına hazırlıklı değildi ve bir şekilde temsil etmek istedikleri halktan aslında ne kadar uzak olduklarını ispat ettiler. Şimdi de hepsi ellerinden gelenin en iyisini yapabilmek adına bekliyorlar… Kitlesel gösterilerden sonra, belediye meclisleri oluşturmak ya da var olanlara katılmak için birçok çağrı yapıldı. Bunlar aşağıdan sosyalizmin toplumsal birimleri. Çağrıların büyük bölümü bağımsızlardan geldi ama Komünist Parti de eminim ki kendi tabanını, bu meclislere katılmaları yönünde teşvik etmek için harekete geçirecektir.³°

Bu reformist güçlerin, hareketin siyasi duruşunu şekillendirmesine izin vermenin yanlış bir karar olduğu Kasım ayında anlaşıldı. Ülke, güçlü bir genel grevle sarsılırken, Demokratik Devrim liderlerinin ve Geniş Cephe’nin de dahil olduğu sol partiler Piñera ile, yeni bir anayasa taslağına yönelik plebisit karşılığında protestoların sonlandırılması pazarlığına girişiyordu. Ve anlaşma imzalandı (ki bu süreç de elbette tartışmasız bir şekilde tepeden yönetilecekti). Kazanımlar, kurucu meclis talebinin onaylanmasına ve Piñera’nın gitmesine rağmen, hareketin gücünden doğan beklentilerin çok altındaydı. Komünistler hükümetle aralarına mesafe koymayı istiyordu ve bu nedenle anlaşmayı imzalamadılar ama onaylayıp süreçlere katıldılar. 

Emeğin yeni güçleri

Bu hareketlerin dağılmasını önleyecek alternatif yaklaşım, işçi sınıfının kendini özgürleştirmesi temelinde şekillenebilecek bir stratejidir. Geride bırakılan on yıllar boyunca küresel iş bölümünün belirgin bir şekilde yeniden yapılandırıldığına şahit olduk ki bunlar, işçi hareketlerinin bastırılmasıyla, sınıf iktidarının geleneksel kalelerinin yıkılmasıyla, itici güçlerin işçilerin kendileri yoluyla baskılanmasıyla gerçekleşti. Ama bu değiştirilemeyecek bir durum değil. Sınıf, toplumun belli kesimlerine belli beceriler ve çıkarlar veren toplumsal bir ilişkidir. İşçiler, sermaye üzerindeki kolektif güçlerini üretimdeki aslî rollerinden alırken, maruz kaldıkları sömürü de kapitalist hakimiyete karşı çıkmakta çıkar birliği yaratır. Bu toplumsal ilişki, işçileri kolektif mücadeleye zorlama eğilimindedir ve bu mücadele vasıtasıyla ortaya çıkacak güçlerin, kendi mevcut durumlarını değiştirebilecek kudrete sahip olduklarının farkına varmasını sağlar.³¹

İşçi sınıfının kolektif bir güç olarak (sokaktaki harekete bireysel işçi katılımından farklı olarak) sürmekte olan mücadelelerin merkezinde yer aldığı söylenemez Örneğin, Hong Kong’daki demokrasi mücadelesinin Çin topraklarındaki işçilerin ekonomik mücadelesiyle bağlanması için ihtiyaç duyulan stratejinin yokluğu, aktivistlerin devlet güçleri karşısında, kentlerde gerilla savaşlarına girişmesiyle sonuçlandı. Daha beteri, bununla karşı karşıyayken bir de kendi içlerinden bir azınlığın, kendilerini kurtaracağı ümidiyle İngiliz ve Amerikan emperyalizmine yönelmesiydi. Aktivistler işçilerin grev başlatması için çağrıda bulunduklarında, işçi sınıfını ikna edecek güçten yoksun olduklarını gördüler. Hong Konglu bir aktivistin ifadesiyle: “İnsanlar işçilere grev başlatmaları için çağrıda bulunuyor ama yanıt alamıyorlar. Çünkü işçileri hızla hazırlanabilen ‘noodle’ gibi görüyorlar. Tek yapman gereken siparişi vermek, garson da siparişini servis etmek için hazırda bekliyor zaten.”³²

İşçilerin mücadelesi devreye girdiğinde, zaten kıpırdanmakta olan sınıfsal güç kendini göstermeye başlar. Resmi olmayan işlerde çalışanlar bile bu güce dahil. Bolivya gibi ülkelerde küçük tüccarlardan ibaret bir sistemde çalışan ücretli işçiler bile kırsal bölgeler ve ufak imalat atolyelerini kapsayan güçlü bir ilişki ağına sahipler. Sürdürülebilir müşterek bir hareketi kesintiye uğratan kayda değer engellerle karşı karşıya olsalar da –bu işçilerin birbirlerinden çok farklı niteliklere sahip doğaları, icra edilen işlerin küçük ölçekli oluşu ve genellikle istikrarsız olan yaşam koşulları- azımsanmayacak derecede önemli bir rol oynadılar. Bolivya isyanlarının merkezi niteliğindeki El Alto’daki 2003 ve 2005 ayaklanmalarında örgütlenmek için yoğun bir iletişim ağını harekete geçirdiler. Bu ağ; yerel mahalli meclisler, işçi örgütlerinden oluşan geniş kapsamlı ittifaklar ve bölgesel işçi birliklerinden oluşuyordu. Öyle ki sendikalar harekete geçti ve böylece resmi sektör işçilerinin de katılımı sağlandı. Sonuçta çok daha geniş ölçekli bir mücadele gücüne eriştiler.³³ Sahip oldukları yerli mirası da El Alto işçilerini bir araya getiren faktörler arasındaydı. Ayrıca kalay madencilerinin bir kısmı da Marksizm ve devrimsel sendikacılık geleneğinden geliyordu.³⁴ Bu olağanüstü seferberlikle gelişen devrimci bilinç ile Morales’in MAS’ının ılımlı pozisyonu arasında gerginliklerin başgöstermiş olmasının gayet doğaldı.³⁵

Ekstraktivizmin yükselişi de bazı işçileri tazelenmiş bir güçle harekete geçiren faktörlerden biriydi. Hem maden işleme endüstrisine hem de lojistik faaliyetlere ihtiyaç duyulan sektör, küresel piyasalarda bu ikisinin birbirine bağlanmasını sağlıyor. Şili’de Piñera’ya karşı dayanışma yönünde harekete geçenlerin başında liman işçileri geliyordu. Sendika üyeleri de keza Escondida’da bulunan dünyanın en büyük özel bakır madeninin faaliyetini durdurup, devlet madenleri ağını devre dışı bıraktılar. Ekvator’daysa başrolde ulaştırma sektöründeki grev bulunuyordu.  

Genellikle devlet sektöründe çalışan bu işçilerin yanı sıra, “profesyoneller” olarak bilinen ve sayıları artsa da uzmanlıklarından doğan ayrıcalıklarını neoliberal dönemde yitirmeye başlamış olanları da mevcut. Örgütlenmenin öğrenilmesi, özellikle de şu sıra dünya geneline yayılmakta olan bu ayaklanmalarda merkezi bir rol oynuyor. Beverly Silver 2003’te gerçekleştirdiği araştırmada şu sonuca varır: “Tarihsel açıdan, öğretmenler sendikası grevlerinin coğrafi yayılımı, tekstil ve otomobil endüstrilerinde görülenden çok daha etkiliydi”³⁶ İşçilerin elindeki bu güç, sermaye üzerinde her zaman aynı derecede ve hep doğrudan bir etkiye sahip olmasa da, mücadelenin koordine edilip sürdürülebilmesi açısından muazzam bir katkı sağlıyor. Şili’de öğretmenler ve sağlık sektörü çalışanları iş bırakma eylemi yaptı. Lübnan’da kamu çalışanları grev çağrısı yapanların başında geliyordu, sağlık sektörü çalışanları da birkaç hafta sonra kendilerini gösterdiler. Cezayir’de eğitim ve sağlık çalışanları son yıllarda bir hayli ataktaydı. Sudan’daki meslek odalarından yukarıda zaten bahsetmiştim. Bolivya’daysa 2003 ve 2005’te öğretmenlerin, hem kentleri hem de kırsal bölgeleri kapsayan grevi son derece önemli bir rol oynadı.³⁷

Fakat sanayi işçilerini de dışarıda bırakmayalım. Küresel Güney’in bazı bölgelerinde bir sanayisizleşme süreci yaşanmış olsa da hakim eğilim zıt yöndeydi. Dünya genelindeki sanayi işgücünün az gelişmiş bölgelerdeki yoğunluğu 1950’de %34 seviyesindeyken, 2010’da %79’a yükseldi.³ Mısır’da Nasırcıların yaşadığı bölgede, dev fabrikalardan geriye kalan harabeler ve yeni üretim tesisleri birbiri içine geçmiş durumda; otomobil montaj tesisleri, çelik üretimi ve daha küçük ölçekli tıbbi ilaç üretim tesisleri ya da mühendislik firmaları… Ve bunlar muazzam bir ürün çeşitliliğinin görülebileceği, genellikle 10 işçiden fazlasını barındırmayan küçük imalatçılarla yan yana.³⁹ Benzer bir durum Cezayir’de de mevcut. Gerileme eğiliminde olan imalat merkezlerinin işçileri, sayılarının azlığına rağmen stratejik açıdan önem arz eden hidro karbon işçileri ve kayıt dışı işçilerle bir aradalar.⁴º

Sosyal devrim stratejileri

İşçiler, ellerinde muazzam bir gücün bulunduğunu kanıtladılar. Fakat mücadelelerin ufkunda siyasi bir devrim vardı. Bu devrim mücadeleleri, bir grup siyasi liderin diğer bir grupla değiştirilmesini amaçlıyor; işçilerin aşağıdan mücadelesiyle yaratılan, onların liderliğiyle başlatılabilecek toplumsal bir devrimi değil. ABDli Marksist Hal Draper’ın bir keresinde belirttiği üzere; kapitalizmin kurallarıyla gerçekleştirilen siyasi devrimlerin “toplumsal devrim öğelerini zayıflatma eğilimi olur.”⁴¹ 20. yüzyılın isyan dalgalarında, işçilerin kapitalizme alternatif bir sistem sunabilmesi için gerekenler henüz gelişme aşamasındaydı, günümüz ayaklanmalarındaysa o yöne doğru spontan bir eğilim olduğunu görüyoruz.⁴² Bu, Asef Bayat’ın, 79 İran Devrimi’ni 2011’deki Arap Baharı ile karşılaştırdığı etkileyici çalışmasında varmış olduğu sonuca benziyor. İkincisi için şöyle söylemişti:

Liderler hareketi seferber etme taktikleri konusunda zengin becerilere sahipti, fakat dönüşüm vizyonu ve stratejileri konusunda zayıftılar … Karşı çıktıkları ve isyan ettikleri örgütlenme ve yönetim biçimlerinden farklı biçimler hayal etmeyi beceremiyorlardı. Ekonomiyi, devirmek istedikleri siyasi düzenin kendisinden ayrı bir kavrammış gibi ele aldılar. Ve devlet güçlerinin nasıl çalıştığı ya da ne şekilde dönüştürülebileceği gibi konulara yeterince eğilmediler.⁴³

İşin aslı, devrimci sosyalist örgütler çok daha kapsamlı dönüşümler geliştirebilir ama Mısır’da böylesi bir örgütlenme yoktu; sadece daha küçük çaplı bir girişim mevcuttu. Aslında bölgedeki ayaklanmalar işçi mücadelelerinin yükselişiyle başlamıştı. Sendika üyesi işçiler dikkate değer bir yapılanma ağı ve beraberinde bağımsız bir sendika örgütlenmesi kurdular. Bayat’ın, İslamcı ya da seküler olmalarından bağımsız olarak muhalif siyasi erklerin sınıf siyasetine yönelmek yerine neoliberal hassasiyeti benimsedikleri iddiası doğru görünüyor.⁴⁴ Bu bağlamda, insanlar ayaklandıklarında çoğu zaman başlangıçta politikayı (eski siyasi oluşumların çok sınırlı toplumsal değişim görüşleri de dahil olmak üzere) tümüyle reddeder. Komünizmin, Stalinizmle ve ihanetlerle dolu tarihi yüzünden lekelenerek itibar kaybına uğramış olması da bu durumu pekiştirdi.⁴⁵ Sonuç olarak “büyük bir vizyon ve özgürleştirici idealler”in “bölük pörçük tasarılar” ve “doğaçlama” ile yer değiştirdiği, devrim için ne gerekiyorsa yapmak yerine reformlara yönelen hareketlerin yaratıcı ve dönüştürücü yönleri kutsanıyor.⁴ Bu da, mücadeleler çıkmaza girer ya da enerjisini yitirirse, çeşitli reformist politikaların siyasi arenayı tekelleştirmesine olanak tanıyor. Bu durum Arap dünyasına özgü değil. Politik güçler değişiklik gösterse de sonuç değişmiyor.

Hal böyleyken, kapitalizme karşı işçi mücadelesine odaklanmaya muktedir, işçi sınıfı tabanlı bir devrimci sosyalist örgütlenme olmadan, toplumsal bir devrimin başarıya ulaşması da mümkün görünmüyor. Anlaşılan o ki; devrimci sosyalist politikaların net ifadeleri, işçilerin toplumsal değişimi getirebilecek daha geniş kapsamlı bir mücadele için örgütlenmesi adına önemli bir rol oynamakta. Buradaki hedef sadece neoliberal saldırganlığa dur demek ya da sevilmeyen siyasetçileri yerinden etmek değil; kapitalizmin bizzat kendisinden doğan bu yapıların tümüne meydan okumak.

Çeviri: Tuna Emren


Notlar

1 Alex Callinicos, Camilla Royle ve Anne Alexander’a görüşleri için teşekkürler.

2 Choonara, 2013.

3 ILOSTAT ve UN DESA verileri.

4 Davis, 2006, s23 ve 26.

5 Gini katsayısı (eşitsizliği ölçer) ulaşım giderlerindeki eşitsizliğe uygulanabilir. Şili’de aile giderleri Gini endeksi zaten çok yüksek: 0.456, fakat söz konusu ulaşım olunca 0.671’e dayanıyor. Ekvatorda ise 0.382 ve 0.706. —Gandelman, Serebrisky ve Suárez-Alemán, 2019, tablo A4.

6 Hardoon, Fuentes-Nieva ve Ayele, 2016, s2, 13.

7 Webber, 2019.

8 Assouad, 2017, s8, 11.

9 See Choonara, 2018.

10 Webber, 2015, s161-162.

11 Bond, 2017.

12 Harman, 2000, s34-38; Saad-Filho, 2004.

13 Orantısız güç korkutucu seviyede. 177’den fazla kişi, biber gazı kapsülleriyle ya da plastik mermilerle hedeflendikleri için gözlerini kaybetti. 19 kişi yaşamını kaybetti, 1200 kişi yaralandı, şu ana dek 18 kişinin cinsel şiddete ya da tecavüze uğramış olduğu raporlandı, 92 kişiye işkence edildi ve binlercesi tutuklandı —Bodine, 2019.

14 Webber and Hylton, 2019.

15 Dünya Bankası verileri.

16 UJC, Carlos Valverde Barbery tarafından kuruldu. Kendisinin, sürülen Gestapo işkencecisi  Klaus Barbie ile bağlantı halinde olduğu biliniyor. Barbie, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Bolivya’ya kaçtı—Fabricant, 2009.

17 Webber ve Hylton, 2019.

18 Gonzalez, 2019, s69.

19 Webber, 2011, s177-229.

20 Arauz ve diğerleri, 2019, s13.

21 Kayda değer bir örneği, TIPNIS olarak bilinen bölgedeki otoyollardır. Ekolojik açıdan kırılgan olan bu bölgede yerel topluluklar yaşamakta. —Webber, 2012.

22 Garganas, 2015.

23 Marfleet, 2016, s117-153

24 Botta, 2019.

25 Alexander, 2019.

26 Gonzalez, 2019, s92-106.

27 Webber, 2019.

28 Peralta, 2019.

29 Lang, 2019.

30 Beccar, 2019.

31 Choonara, 2017.

32 Yu ve diğerleri, 2019.

33 Webber, 2011, s185-186 ve 203.

34 Webber, 2011, s193.

35 Webber, 2011, s254.

36 Silver, 2003, s115.

37 Webber, 2011, s240, 244 ve 258.

38 Selwyn, 2017, s16.

39 Alexander ve Bassiouny, 2014, s71-72.

40 Del Panta, 2017.

41 Draper, 1978, s17-21.

42 Barker, 1987, s230-233.

43 Bayat, 2017, s18.

44 Bayat, 2017, s25.

45 Marfleet, 2016, s96-114.

46 Bayat, 2017, s154.

Kaynakça

Bültene kayıt ol