Tolga Tüzün’ün Adalet Zemini toplantısında yaptığı sunuştan kısaltılarak alınmıştır:
İçinde yaşadığımız kapitalist sistem, suni bir “özgür özne” kavramı etrafında şekillenmiş, varolan çok şiddetli, çok ayrıksı çeşitli toplumsal kesimlerin üstünü örtmek, bunların içinde barındırdığı çatışmaların ve tartışmaların üzerini demokrasi denen sembolik bir değerler bütünü ile kapatmak üzerine kurulu. Bu sembolik değerler bütününün arkasında yatan şey, 15-16. yüzyıldan itibaren yükselmeye başlayan, sonradan burjuvazinin liberal hukukuna evrilecek olan bir yasalar bütünü çerçevesinde toplumun yeniden örgütlenmesidir.
Bu örgütlenme biçiminin içerisinde her yurttaşın eşit olduğunu söyleyen şey aslında bir mit. Fransız devriminden itibaren bütün demokrasi deneyimlerinde, aynı Atina’daki antik versiyonunda olduğu gibi sadece bir takım sosyal ve sınıfsal kesimlerin egemenliği gözetilir, onların hegemonyası altında işler yürütülür.
Demokrasi, Atina’da yönetici sınıf olarak erkeklerin, ABD’de 1793’ten itibaren beyaz, Avrupalı, burjuva, köle sahibi bir takım insanların kendi ideal dünyalarını ve kendi değerlerini topluma yansıtmak üzere kurdukları bir yönetim biçimi olmuştur.
Kapitalist liberal demokrasi için şöyle bir anlatı vardır: “Aslında liberal demokrasi gayet mükemmel bir yönetim biçimidir, kapitalizm gayet mükemmel bir ekonomik sistemdir, ama arada sırada küçük arızalar oluyor”. Bu arızalar dünya savaşlarına, nükleer bombalara, büyük ekonomik bunalımlara, faşizmlere, yerel savaşlara, insan hakları ihlallerine, işkencelere, ekolojik krizlere yol açmıştır. Ama yine de bütün bunlara küçük arızalar denir. Ama nedense bütün bu arızalar sistemin bütünlüğünü ve mükemmelliğini bozmuyorlar. Bu arızaları sürekli olarak takip eden ama aslında çok da fazla konuşulmayan azınlıkların, kadınların, eşcinsellerin hakları, gelir dağılımı eşitsizliği, kıtlık, vb. gibi minik “arızalar” da var.
Bu oldukça saçma bir durum. Bu arızaların bu şekilde ortaya çıkmasının altında yatan sebep, bu arızaların aslında arıza değil, sistemin kendisi olmasıdır. Kapitalist sistemin kendisi, krizler üzerinden yürüyen bir sistemdir.
Neoliberalizm
Neoliberalizm, 1970’lerden sonra egemen hale geldiğinde, bir şekilde devam etmekte olan krizlerin gelip geçici şeyler olduğu hissiyatını külliyen reddetti. Böylece artık toplumu sadece krizlerle yönetebileceği bir sisteme doğru dönüştürdü.
Sürekli kriz politikası sayesinde, liberal demokrasinin tam olarak üstünü örtemeyeceği bir durum oluştu. Hakiki demokratik taleplerle ortaya çıkan insanların da sayesinde, neoliberalizm, bu krizlerin sürekli olarak toplumu yönetme biçimi olduğu, bir şekilde toplumu sürekli kırmızı alarm durumunda bırakmak için gerekli bir şey olduğunu anladı ve bundan bir problem duymamaya başladı. Bu problem duymamaya başlamasının erken örneklerinden bazıları 1970’lerde İngiltere’deki Thatcher ve ABD’deki Reagan iktidarlarıdır.
Kapitalizmin liberal döneminde (19. yüzyılın tamamı ve 20. yüzyılın uzun bir dönemi) bilmeye, dünyayı bilgi ve bilme yoluyla anlama çabası üzerine kurulu bir toplum modeli iken, neoliberal dönemde kanaatler üzerinden örgütlenen bir topluma dönüşmeye başladık. Herkesin kanaat lideri olması, herkesin her konuda her şeyi biliyormuş gibi konuşmasının altında yatan sebep, sadece bu insanların derin bir narsisizmden muzdarip olmaları değil. Toplum artık bilgiye gerek olmadan kanaatler üzerinden, herkesin her şey hakkında her şeyi üfürebileceği ve üfürdüğü şeyin de gerçekmiş gibi algılanabileceği bir modele doğru gidiyor. Trump bunun en güzel örneği. Maalesef tek örneği değil.
İçinde yaşadığımız dünyada, içinde bulunduğumuz kültürel etkileşim ağının içinde özellikle sosyal medyayla beraber çok da kolaylaşan bir hakikatin altının oyulması söz konusu. Çünkü hakikatin altı oyuldukça her şeyi sallamak, sonra bambaşka bir şeyi sallamak çok kolaylaştı. Trump’ın, Erdoğan’ın son yıllarda söylediklerine bakın. Birbiri ile 180 derece zıt politikaları gayet aynı ikna edicilikle söyleyebiliyor ve kabul ettirebiliyorlar. Mesela Macron seçime gelirken önerdiği şeylerden yavaş yavaş dönüyor.
Avrupa’da artan ırkçılık ve ırkçılara karşı direniş
Bir yandan antisemitizmin, bir yanda islamofobinin arttığı bir dönemdeyiz. Avrupa faşizmi toplumda giderek daha fazla taraftar bulmaya başlamış gibi. Ekim 2018 tarihi itibarı ile Avrupa’da aşırı sağın, ırkçıların ulusal parlamento seçimlerinde aldığı oy oranları dehşet verici.
İsveç’in Demokratları Partisi yüzde 18, Finlandiyalılar Partisi yüzde 18, Danimarka Halkın Partisi yüzde 21, Almanya için Alternatif Partisi yüzde 13, Hollanda Özgürlük Partisi yüzde 13, Fransa’da Ulusal Cephe yüzde 13 oy aldı.
Çekoslovakya’da aşırı sağcı Özgürlük ve Doğrudan Demokrasi Partisi var, kelimelerin altını boşaltmaya başladığınız, istediğiniz yere çekmeye başladığınız anda toplumda dayanışma hissiyatı uyandıran anlam ve değerler giderek ortadan kayboluyor, bu partinin ismi iyi bir örnek.
Avusturya Özgürlük Partisi yüzde 26, İsviçre Halkın Partisi yüzde 29, İtalya’da LİG partisi yüzde 17, Yunanistan’da Altın Şafak yüzde 7, Kıbrıs’ta ELAM yüzde 4 oy aldı.
Bu tabloya bakıp “bunlar artmış, nasıl oldu bu” diye şaşırmamak lazım. Irkçılık ve göçmen karşıtlığı ile mücadele edebilmek için, 2008 krizinin toplumun içerisinde ne tip hasarlara, ne tip önünü görememelere yol açtığının analizini yapmak ve bu analizler sonucu izlenecek doğru politikaları bulmak gerekiyor.
Acilen bunu yaparken bir de hayatın pratiği var. Avrupa’da aşırı sağ hareketler giderek kabarırken, bir yandan da sokakta çoğalan, ırkçılara karşı direnen yoğun bir hareketlilik var. İnsanlar sokağa çıkmaya başladığında yani anti-faşist hareket, ırkçılık karşıtı hareket sokağa çıktığında, ırkçılar sokaklara çıkamaz oluyor.
Bu direnişi devam ettirmek lazım, çünkü bu bizim tanıdığımız eski bir canavar. Yeni karşılaştığımız bir şey değil, arıza hiç değil. Bu hareketler şu anda 1930’lardaki ivmelerini kazanamıyorlarsa, bunun olmamasını sağlayan bir direniş var. Haliyle bu direnişi de pratik olarak nasıl güçlendirebiliriz, bunu tartışmalıyız. Ama bu işin arkasındaki felsefeyi ve daha siyasi kısmını da es geçmeden bu işi yapmalıyız, gündelik çözümlerle bir yere varamayız.
(Sosyalist İşçi)