Meltem Oral, büyük ayaklanma ve devrimlerin ardından gelen otoriterleşme çağından 1917 Ekim Devrimi'ne bakıyor ve buradan devrimci partilerin günümüzde neden gerekli olduğunu tartışıyor.
Birkaç yıl öncesinde yeryüzü Tunus’ta başlayıp tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasına yayılan Arap devrimleri ve eşzamanlı olarak pek çok ülkedeki meydan işgalleriyle sarsılıyordu. Onlarca yıllık diktatörlükler devrilmiş, dünya finans sektörünün kalbinin attığı Wall Street’e “biz yüzde 99’uz” sloganı kazınmıştı. Ancak ne yazık ki ne Arap devrimleri ne de meydan işgalleri işçi sınıfının lehine nihai bir zaferle neticelenebildi. Söz konusu hareketlerin duraksaması, ciddi bir geriye çekiliş ve karşı devrim sürecini de beraberinde getirdi.
Tanık olduğumuz bu kitlesel hareketlerin gerileyişine dair elbette her ülkenin kendi özgün koşulları, dünya konjonktürüne ilişkin farklı gelişmeler gibi bir dizi faktör etkili oldu. Hareketlerin işçi sınıfı ve ezilenlerin taleplerini derleyip toparlayan ve geleceğe dair projeksiyona sahip olan bir devrimci odağı barındırmaması bu etkenlerden birisi. Üstelik devrimci odak eksikliği veya başka bir ifadeyle liderlik sorunu sadece günümüzdeki değil, işçi sınıfının mücadele tarihindeki pek çok deneyimde yenilginin temel sebeplerinden birisi. 1968’deki küresel isyan dalgasından 1918’deki Alman devrimine birçok kez, yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği ve yönetilenlerin ise eskisi gibi yönetilmemek üzere kitlesel bir şekilde tarih sahnesine çıktığı dönemlerde devrimci parti tartışması farklı veçhelerde kendisini gösterdi. Kitlesel devrimci partilerin eksikliğinde hareketler ya hızla sönümlendi, boğuldu ya da reformist siyasi liderlikler tarafından çalındı.
Parti tek yetkili midir?
Devrimin başarıya ulaşmasında devrimci partinin rolü vurgusu çoğu zaman yanlış anlaşılıyor. Sanki her şeye kadir bir parti militanları grubunun işçiler adına, işçiler için bir devrim yapmasından bahsediliyormuş gibi algılanıyor. Oysa bir devrimin başarıya ulaşması için kitlesel devrimci partilerin oynayacağı rolle ikameciliğin bir alakası yok. Bir devrim işçi sınıfının kendi eylemiyle ve işçilerin özyönetim organlarının kendisini iktidar olarak örgütlemesiyle mümkün olabilir.
Sınıf mücadelesi tarihinde Ekim Devrimi, devrimci partinin işçi sınıfının devrimindeki rolü açısından ayrıcalıklı bir yer tutmaya devam ediyor. Tarihte yenilgiye uğrayan devrimlerden farklı olarak bir tek Ekim Devrimi, işçi sınıfının mevcut kurulu düzeni altüst ederek kendi özyönetim organlarıyla, kendisini iktidar olarak örgütlediği bir deneyimdi.
Dönemin Bolşevik Partisi’ni farklı kılan, Çarlık rejimini devirmeye muktedir sınıf hareketinin taleplerini programlaştıran, sınıfın güvenini kazanmış, bizzat sınıfın partisi olmasıydı. Partinin kitleselliğinin devrim esnasında o zamana kadarki zirve noktasına ulaşmış olması burada gizli.
Parti inşası bir süreç sorunudur
Ekim Devrimi’nden evvel, 1905 devrimi sırasında ‘başka türlü bir toplumun’ embriyosu sayılabilecek sovyetler ortaya çıktı. İşçilerin işyeri temelli öz örgütlenmesi olan bu yapı, mücadele döneminde kitlelerin duyduğu yeni örgütler ihtiyacının bir yansımasıydı. Rusya’daki işçi sınıfı tek bir fabrikada kurulan grev komitesinin devrimci bir momentte yeterli olmadığını daha önceki deneyimlerinden acı bir şekilde öğrenmişti. Bu deneyimle oluşan, tüm işyerlerine yayılmış komitelerden gelen delegelerin toplantılarıyla birlikte sovyet doğmuş oldu. 1917’de de devrimin temel aktörü kendi öz örgütü sovyetlerde bir araya gelmiş, bu organda kolektif tartışan ve karar alan, kendi temsilcilerini kolektif olarak belirleyen işçilerdi. Ancak devrimin başarıya ulaşması için, işçilerin işyeri temelli örgütleri olan sovyetlerin varlığı yeterli değildi. Devrimci Marksist John Molyneux’nün Marksizm ve Parti kitabında tartıştığı gibi; Şubat’ta kitlesel eylemleriyle işçiler Çarlık rejimini devirmişti ancak “örgüt ve politik liderlik yoksunluğu yüzünden iradelerini dayatamadılar.” Çarı deviren işçiler liberal burjuvaziyi alaşağı edip kendi öz yönetimini inşa etmeyi başaramadı. Bu durum ancak hareket içerisinde büyüyen Bolşeviklerin giderek kitle partisine dönüşmesiyle, sovyetlerde örgütlü işçilerin çoğunluğunun Bolşevik olmasıyla gerçekleşti. Bolşeviklere bu teveccühü sağlayan, devrimin işçilerden köylülere farklı aktörlerini birleştirebilen talepleri formüle etmesi ve kitlelerin ruh halini açık, somut bir politik program haline getirmesiydi. Bu sayede “embriyo halindeki işçi devleti iktidarı potansiyellerini sonuna kadar kullanabildi.” Bolşevik partisi en iyi aydınlardan veya en kavgacı militanlardan oluştuğu için değil “Ekmek, toprak, barış” sloganından “Tüm iktidar sovyetlere” sloganına dek doğru zamanda doğru politik çizgiyi savunduğu için devrimi yapan kitlelerin partisi olabildi.
Devrimin çalınmasını engellemek için
Rusya’daki deneyimden kısa bir süre sonra tarih sahnesine çıkan Almanya işçi sınıfının örgütlü olduğu reformist partiden bağımsız kitlesel devrimci bir odağı inşa edememiş olması, tarihin en trajik yenilgilerinden birine yol açtığı gibi Ekim Devrimi ile açılan yeni bir çağın bambaşka bir seyre yönelmesine de neden oldu.
Devrim anında hareketin reformistler tarafından çalınmasına, parlamenter bir temsiliyete indirgenmesine, işçilerin ‘eve yollanıp’ kendisini sınıfın temsilcisi ilan edenlerin mücadelenin üstüne konmasına veya egemen sınıfın kolluk güçleri tarafından ezilmesine müsaade etmeyecek bir devrimci odak, işçi sınıfının devrimci partisi ancak devrimden önce inşa edilebilir. Kapitalizmi devirmek için işçi sınıfının merkezi rolünü kavrayan ve sınıf mücadelesi tarihinin hafızasını taşıyan, geçmişin yenilgi ve zaferlerinin derslerini çıkartabilen bir parti ancak devrim anına hazırlıklı olabilir.
Dünyanın birçok ülkesinde otoriter bir siyasi iklimin hâkim olduğu şu günler, aynı zamanda işçi sınıfının tarihin sahnesine çıkması için de büyük potansiyeller barındırıyor. Başka bir dünyayı mümkün kılmak için bu potansiyelin başarıya ulaşmasına ihtiyacımız var. İşte bu yüzden işçi sınıfının içinde örgütlü kitlesel devrimci partiyi örgütlemek zorundayız.
Meltem Oral
(Sosyalist İşçi)