Adalet Yürüyüşü’nün laik nihilizmi seyrelttiği muhakkak... Bunu, yürüyüşten yayılan enerjiye ve yürüyüşün iktidar kanadında yarattığı rahatsızlığa bakarak anlamak mümkün. Fakat bence onu bir daha koyulaşmamak üzere seyreltip seyreltmediği sorusunun cevabı hâlâ belli değil.
Bazı okurlar bilecektir: Önemli bulduğum konularda kendi fikirlerimin takibini yapmaya, konuya dair her yeni olgusal gelişmede durumu yeniden özetleyip, o andan itibaren sürecin nasıl gelişebileceğini öngörmeye çalışıyorum...
Bu cümleden olmak üzere, Türkiye’de düzgün, kendine güvenen ve topluma alternatif olma güveni verebilen bir muhalefet yaratamamanın, dolayısıyla sürekli olarak yenilmenin laik sosyolojide yol açtığı nihilist ruh hali, benim 2007’deki Cumhuriyet mitinglerinden bu yana izlediğim ve işlediğim bir tema...
Sürecin bu aşamasında kendime sorduğum soru şöyle: Acaba, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı Adalet Yürüyüşü, zaman zaman hiç seyrelmeyecekmiş izlenimi veren bir koyulukla temayüz eden bu ruh halinde nasıl bir değişikliğe yol açmakta?
Biraz sonra aktaracağım kısa tarihinden de anlaşılabileceği gibi, laik nihilizmin koyuluğundaki her seyrelme geçici oluyor ve onu yeni bir umutsuzluk hali izliyor. Acaba Adalet Yürüyüşü’nün laik sosyolojide yarattığı umut öncekilerin tersine kalıcı olabilir mi? Ya da: Yürüyüşün kendisi, ilk seçimde sonuç doğurabilecek bir iktidar yürüyüşünün ilk adımı olabilir mi?
Laik nihilizmin seyrelme anlarını ele aldığım bütün yazılarda da ifade ettiğim gibi, bu sorulara bu aşamada ancak kaba, nüanslandırılmamış cevaplar verilebilir.
Benim bu aşamadaki “kaba ve nüanslandırılmamış” cevaplarımı yazının sonuna bırakıyorum. Oraya gelene kadarki bölümde, Türkiye’deki muhalif hareketin nihilizm boyutlarına varan umutsuzluğunun koyulaşma ve seyrelme anlarını eski yazılarımdan faydalanarak bir kez daha özetlemek istiyorum. Böylece, ne yapıldığı için Türkiye’de iktidara alternatif bir muhalefet yaratılamadığının ipuçlarını da bir kez daha gözden geçirmiş olacağız.
Önce “zinde güçler”den umut kesildi
AK Parti’nin 2002 seçimleriyle birlikte iktidara gelmesi Türkiye’nin seküler muhalif çevrelerinde belirgin bir ürküntü yaratsa da, nevzuhur iktidar sahiplerinin geldikleri gibi gidecekleri hususunda fazla bir tereddüt yoktu. Çünkü gerçek iktidar hâlâ “Cumhuriyet’in zinde güçleri”ndeydi ve onların “bu gidişe” izin vereceklerini düşünmek akla uygun görünmüyordu.
2002’den sonra ortaya çıkan bir dizi gelişme, “zinde güçler izin vermez” beklentisinin altının boş olmadığını, seçimle gelen iktidarın defterini dürmek için Türk Silahlı Kuvvetleri içinde bazı darbeci örgütlenmelerin hareket halinde olduğunu ortaya çıkardı.
Bunların akim kalmasının ardından, Türkiye’nin vesayetçi güçleri, kenarda durup seçimle gelen iktidarın hal’edilmesini bekleyen “sivil toplum”a çağrıda bulunarak bu işi birlikte yapmalarını önerdi.
Birincisi Nisan 2007’de gerçekleştirilen Cumhuriyet mitingleri, Türkiye’nin vesayetçi güçlerinin seküler “sivil toplum”la birlikte iktidara el koyma hamlesiydi. Ne var ki beklenen olmadı; ardından, AK Parti 2007’de yapılan seçimleri büyük bir çoğunlukla kazandı. Muhalif saflardaki, “darbe girişimleri başarısız kaldı, milyonlarca insanın katıldığı Cumhuriyet mitingleri yetmedi, seçimle de olmuyor”dan kaynaklanan umutsuz ruh halinin ete kemiğe bürünmüş ilk hali işte o 2007’de ortaya çıktı.
2009’da umut, 2010 ve 2011’de yeniden umutsuzluk
29 Mart 2009’daki yerel seçimler, 2002 ve 2007’deki ağır seçim yenilgilerinin ardından umut tazeleyen, “AK Parti’yi oylarımızla gönderebiliriz” duygusunu veren bir seçim oldu: AK Parti’ye yüzde 38 çıktı. Beklenenle (Tarhan Erdem yüzde 52 demişti) gerçekleşen arasındaki büyük fark, seküler muhalif çevrelerde ilk genel seçimde AK Parti’nin seçimle iktidardan uzaklaştırılabileceğine dair büyük bir umuda yol açtı.
Ne var ki, muhalif çevrelerdeki bu umutlu ruh hali sadece bir yıl sürdü. Yüzde 58’lik bir referandum (2010) ve yüzde 50’lik bir genel seçimden (2011) sonra umutlu hava tamamen dağıldı.
Gezi: Önce umut, ardından eskisinden de koyu bir umutsuzluk
Hepimiz kendi kişisel hayatlarımızdan biliriz: Umutsuz, karamsar bir ruh hali içindeyken ortaya çıkan beklenmedik olumlu gelişmeler bizi yeniden canlandırır. Fakat onu yeni olumsuz gelişmeler izlediğinde umutsuzluğumuz, karamsarlığımız daha da yoğunlaşmış olarak geri döner bize...
2013’teki Gezi isyanı, iktidarın özgüveninin de muhalefetin umutsuzluğunun da zirvede olduğu koşullarda ortaya çıktı ve 2009 seçimlerinde olduğu gibi önce büyük bir canlılığa, ardından da eskisinden de derin bir umutsuzluğa ve karamsarlığa yol açtı. Çünkü 2014’ün bahar aylarında yapılan yerel seçimler ve yaz aylarındaki cumhurbaşkanlığı seçimleri “bu defa tamam” beklentisini bir kez daha berhava edecek biçimde sonuçlanmıştı.
Fakat 2015 Haziran seçimleri, hiç beklenmedik bir biçimde 2009 seçimlerinin ve Gezi isyanının yarattığından da büyük bir umut yarattı; AK Parti, ilk kez tek başına hükümet kurabilecek milletvekili sayısına ulaşamamıştı çünkü.
Ne var ki 5 ay sonraki Kasım 2015 seçiminde AK Parti yeniden yüzde 50’ye ulaşınca, muhalefetin umutsuzluğu ve karamsarlığı da hiçbir dönemle karşılaştırılamayacak bir yoğunluğa ulaştı.
Laik nihilizmin yoğunluğunu etkileyecek son büyük gelişme, Türkiye’ye başkanlık modelini getirecek sistemin oylandığı referandum oldu (16 Nisan 2017). Referandumu AK Parti kıl payı kazandı. Bu sonuç, daha fazlasını uman iktidar partisinde moral bozukluğu, laik sosyolojide ise yeni bir umut yarattı.
Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü işte bu umutlu havanın üstüne geldi.
Kılıçdaroğlu’nun ruh halleri: Mayıs 2016 ve Haziran 2017
2016’nın bahar aylarında Kemal Kılıçdaroğlu çok garip bir ruh hali içine girmişti: Bugünkü kendine güvenden kaynaklanan sakinliğinden eser yoktu. Başta başkanlık sistemi olmak üzere bazı adımların “kan dökülmeden” atılamayacağını söylüyor, hapse girmekten, bedel ödemekten söz ediyordu.
O günlerde kaleme aldığım Kılıçdaroğlu’nun ruh hali başlıklı yazımda, Kılıçdaroğlu’nun “kan”lı, “bedel ödeme”li, “hapiste yatma”lı sert dilini, muhalif saflarda 2007’deki Cumhuriyet mitinglerinden itibaren başlayıp giderek büyüyen kötümser ruh halinin bir yansıması olarak değerlendirmiştim:
“Kanaatimce Kılıçdaroğlu, kendisinden kurtuluş reçetesi bekleyen milyonlarca insanın beklentilerini karşılayamayacağını anlamış olmaktan kaynaklanan huzursuz bir ruh hali içinde. Böyle bir ruh, belki ancak ‘bedel ödeyerek’ aradığı huzura kavuşabilir; o bedel, hiçbir işe yaramayacak olsa da, o bedelle sağlanacak huzur sahte bir huzur olsa da...”
Bence, kitlelere kişisel feda vaat eden fakat iktidar vaat etmeyen (edemeyen) bu sert fakat bir o kadar da kof muhalefet çizgisi, “galip sayılır bu yolda mağlup” diye yorumlanan referandum sonucuyla birlikte değişmeye başladı. Artık ana muhalefet partisi de, içinde yer aldığı laik muhalif kesim de ilk “başkan” seçiminde Erdoğan’ın yenilebileceğine inanmaya başlamıştı.
Kılıçdaroğlu’nun ruh hali işte bu atmosfer içinde değişmeye başladı. Artık iktidar vaat edemediği için huzuru kişisel feda duygusunda ve “bedel ödemek”te arayan adam gitmiş, yerini iktidara inanmaya başlamış ve bu uğurda bedel ödemeye hazır bir adam almıştı.
Adalet Yürüyüşü laik nihilizmin sonu mu?
Artık başta sorduğum ve cevabını sona bıraktığım sorulara gelebilirim...
Muhalefet partisi liderini bir yıl içinde nihilist duygulardan sıyırıp kazanmaya inanan biri haline getiren esas gelişme hiç kuşkusuz referandumda alınan sonuçtu. Referandum, AK Parti’nin umduğu gibi farklı bir biçimde sonuçlansaydı, muhtemelen Kılıçdaroğlu böyle bir yürüyüşü gerçekleştirecek manevi enerjiye sahip olamayacaktı. Ya da: Yürüyüş sadece güç sahibinden bir şey (adalet) talep etmekle yetinecek, bugünkü halinde olduğu gibi adalet talebinin yanı sıra gücü (iktidarı) ele geçirme perspektifinden yoksun olacaktı.
Adalet Yürüyüşü’nün laik nihilizmi seyrelttiği muhakkak... Bunu, yürüyüşten yayılan enerjiye ve yürüyüşün iktidar kanadında yarattığı rahatsızlığa bakarak anlamak mümkün. Fakat bence onu bir daha koyulaşmamak üzere seyreltip seyreltmediği sorusunun cevabı hâlâ belli değil. Türkiye’nin ilk “başkanlık” seçiminde çıkacak sonuca göre ya “demek ki öyleymiş” diyeceğiz, ya da “demek ki referandum sonucunun ve Adalet Yürüyüşü’nün laik nihilizmi seyreltme etkisi de tıpkı öncekiler gibi sınırlı ve geçiciymiş” hükmüne varacağız.
Alper Görmüş
(Serbestiyet)