Zor zamanların en faydalı mesaisi: Hatalar üzerinde düşünmek

02.10.2018 - 09:55
Alper Görmüş
Haberi paylaş

Çözüm Süreci’nin yarattığı umutların kalın bir sis perdesinin ardında neredeyse görünmez bir hale geldiği, benzeri bir tablonun yaratılmasının neredeyse imkânsız gibi göründüğü günlerdeyiz...

Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün (Democratic Progress Institute – DPI) geçtiğimiz hafta sonu Ankara’da düzenlediği “Zor Zamanlarda Türkiye’de Kapsayıcı Bir Diyaloğu Güçlendirmek” başlıklı toplantı, işte bu koşulların ürünü olan bir ruh halinin eşliğinde sürdürüldü.

Toplantıda, yıllar boyu süren çatışmalara yol açmış bir iç sorunu nihayet çözüm yoluna sokabilmiş iki ülkenin (Filipinler ve Güney Afrika) deneyimlerini, barış sürecine hükümet kanadından katılmış temsilcilerin ağzından dinledik.

Filipinler örneğini, Devlet Başkanı’nın Barış Sürecinden Sorumlu Eski Başdanışmanı Teresita Qiuntos Deles ile barış görüşmelerine “üçüncü göz” olarak katılan İnsani Diyalog Merkezi Avrasya Bölgesi Direktörü David Gorman anlattı.

Güney Afrika Hükümeti Eski Başmüzakerecisi Roelf Meyer ise, Güney Afrika’daki barış görüşmelerinin başlıca aşamalarını ayrıntılarıyla ele aldı.

Birleşmiş Milletler Eski Müsteşarı ve Birleşik Krallık Eski Türkiye Büyükelçisi Sir Kieran Prendergast ise başta İrlanda sorunu olmak üzere dünyadaki birçok çatışma çözümündeki arabuluculuk deneyimlerini bizlerle paylaştı. Onun sunumu, pozisyonu nedeniyle çok daha kapsayıcıydı ve biz izleyiciler o sayede dünyadaki önemli çatışma çözümü tecrübeleri hakkında çok faydalı bilgiler edindik.

Buradan bakarsan iyimserlik, şuradan bakarsan kötümserlik...

Toplantıda beni en çok, bütün konuşmacıların dile getirdikleri başarı-çöküş döngüsü etkiledi; buna göre, istisnasız bütün süreçler defalarca başarıya ulaşıp defalarca çöktükten sonra nihai çözüme ulaşılabiliyordu.

Bunun böyle olduğunu bilmiyor değildim tabii, fakat gün boyunca bir daha, bir daha kafamıza ‘çakılan’ bu bilgiyi bizim sürecimizin somut görünümüyle kıyasladığımda tuhaf bir duyguya kapıldım:

Bu bilgi, iyi yanıyla her şeyin bittiği ve bir daha da başlayamayacağı duygusunu veren şu andaki tablonun yanıltıcı olduğunu söylüyordu bize; öyle ya, çatışma çözümüyle uğraşan bütün ülkelerde ‘her şeyin bittiği’ anlar hem de defalarca idrak edilmiş, fakat ardından (bazen hemen sonra, bazen yıllar sonra) yeni bir süreç mutlaka başlamıştı.

Eldeki bilgiyi böyle yorumlayınca iyimser olmak işten bile değildi. Fakat bizim sürecimizde başarı-çöküş döngüsünü sadece bir kez yaşamış olduğumuzu akla getirince iş değişiyordu; o zaman da ortaya bunun ikincisinin, üçüncüsünün de yaşanacağı ve nihai çözümün belki ondan sonra mümkün olabileceği gibi bir tablo çıkıyordu ki, böyle bakınca da iyimserliğin dozundan bir miktar iskonto yapmak kaçınılmaz hale geliyordu.

Stratejik sabır

Toplantıya katılanların tamamının ruh halini olumsuz yönde etkilediği apaçık olan mevcut tabloyla ancak “stratejik sabır” sahipleri başa çıkabilir ki, biz galiba bunu da yeni yeni öğrenmeye başlıyoruz. (Stratejik sabır: Ortalığın kapkaranlık olduğu anlarda bile “olsun, bu da geçer” duygusunu her zaman canlı tutacak bir sabır türü...)

David Gorman, ‘stratejik sabır’ın etkileyici bir örneğini, yine DPI’ın 2017 Mart’ında Ankara’da düzenlediği bir toplantıda anlatmıştı:

2008 Ağustos’unda Filipinler’de hükümet ile Moro İslami Kurtuluş Cephesi (MILF) arasında çatışmalara son verecek bir uzlaşma metni üzerinde anlaşmaya varılmış... Katılımcılar imza töreni için başkente uçarlarken iki valinin başvurusunu değerlendiren Yüksek Mahkeme anlaşmayı askıya aldığını duyurmuş. Daha o gün çatışmalar yeniden başlamış; binlerce insan öldürülmüş, 750 binden fazla insan yerinden edilmiş.

Fakat o gün bir şey daha olmuş: David Gorman ve ekibi karalar bağlamak yerine, öğleden sonra yeni bir ateşkes ve barış süreci için toplanıp çalışmaya başlamışlar. İşte size stratejik sabır!

En iyisi hatalardan öğrenmeye odaklanmak...

Galiba en doğrusu, “her şey bitti ve bir daha başlamayacak” duygusu veren bu zor zamanda ‘stratejik sabır’a sığınıp, ‘denedik ama neden olmadı acaba?’ sorusunu kendimize sormak ve hatalardan ders çıkarmak...

DPI’ın konuşmacılarının kendi deneyimlerinden yola çıkarak belirledikleri ‘hata’ listeleri, barışı samimiyetle isteyenler için esaslı bir kılavuz niteliğinde; tabii, bu hatalardan öğrenirken, bizim kendi sorunumuzun özgün niteliğini hiç  unutmamak koşuluyla...

Ben bu yazıda, toplantıda dile getirilen hataları ve dersleri ele alacağım. Bunu yaparken hangisini hangi konuşmacının dile getirdiğinin ayrıntısına girmeyeceğim. Yine, toplanıtda dile getirilen hata ve derslerin tamamının bir listesini vermek yerine, bizim kendi sorunumuz açısından daha önemli ve anlamlı görülen birkaç tanesinin üzerinde duracağım.   

‘Düşmanınızı insan olmaktan çıkarmayın!’

Konuşmacılara göre, barış sürecinin kesildiği, çatışmaların bir daha kesilmeyecekmişçesine yeniden başladığı koşullarda genellikle yapılan bir hata, bir süre önce oturup barışın imkânlarını konuştuğunuz insanları şeytanlaştırmak... Konuşmacılardan biri bu hatayı, ‘onları insan olmaktan çıkarmak’ diye ifade etti.

Nedeni açık: Çünkü böyle yaptığınız takdirde, koşullar yeniden olgunlaşıp da onlarla konuşmaya karar vediğinizde, bu girişiminizi kamuoyuna izah etmekte çok zorlanırsınız, onları ikna edemezsiniz.

Çözüm süreci çöktükten sonra hükümet kanadının bu açıdan hiç de iyi bir performans gösteremediği ve yeni bir süreç başladığında sırf bu nedenle epeyce zorlanacağı çok açık.

Bunu bir miktar izale edecek bir noktayı, Mart 2017’deki Ankara toplantısında bir konuşmacı şöyle dile getirmişti: “Güçlü bir hükümet, anlaşmaya çok daha hevesli güçsüz bir hükümetten iyidir.”

Konuşmacı, bu cümlesiyle güçlü hükümetlerin kamuoylarını ikna kapasitelerine gönderme yapıyordu... Erdoğan hükümeti, yeni bir süreç başladığında, Kürtlerin legal partilerini bile şeytanlaştırmış olmanın yol açacağı problemleri, kamuoyunu etkilemedeki büyük gücünü kullanarak kısmen giderebilir. Ne de olsa Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Reis o zaman öyle dediyse o doğrudur, şimdi bunu diyorsa bu doğrudur” diyen bir kamuoyu desteğine sahip.

‘Muhatabınızın yerine getiremeyeceği taleplerden kaçının’

Konuşmacılara göre, bir barış sürecini zehirlemek için muhatabın yerine getiremeyeceği, bir yandan da onu kamuoyunun bir kesiminin gözünde zor durumda bırakacak taleplerde bulunmaktan daha iyi bir yol yoktur. Böyle bir şey, ilaveten, talep sahibinin uzlaşma konusunda samimiyetsiz olduğunu gösterir ve muhatabın psikolojisi üzerinde derin olumsuz izler bırakır.

Son yıllarda, çatışmalarda ölmüş PKK’lıların cenaze törenlerine akraba ya da tanıdık sıfatıyla katılan HDP milletvekillerine yönelik “terörist cenazelerine katılmayın” taleplerini bu çerçevede değerlendirebiliriz...

Tersinden bir örnek olarak da, bazı bölgeleri ‘özerk’ hale getirmeye çalışmak ve devletin oraların yönetimlerini o güçlere bırakmasını talep etmeyi gösterebiliriz.

Bunların ikisi de, kanlı çatışmalara uzlaşarak son vermeyi amaçlayan tarafların tavrı olamaz.

Silahlar ne zaman gömülür?

Katılımcılardan biri, Türkiye’deki barış sürecini sone erdiren unsurlardan biri olan ‘silahların gömülmesi’ meselesini soru haline getirip konuşmacılara sordu: Hükümet, bir çözüm metninin imzalanmasını PKK’nın silahları gömüp yurtdışına çıkması koşuluna bağlamıştı. Bu doğru muydu?

Konuşmacıların tamamı, bütün örneklerde silahların ancak barış anlaşmasından sonra teslim edildiğini ya da gömüldüğünü, o kadar kan dökülmesine neden olmuş güvensizlik ortadan kalkmadan silahların teslimini istemenin bir mantığının olmadığını söylediler.

Konuşmacılara göre, en sık yapılan ve ders çıkartılması en zor gelen hatalardan biriydi bu.

Toplantıda dile getirilmedi ama mesele daha iyi anlaşılsın diye hatırlatayım: Bu hataya Kuzey İrlanda sorununda John Major hükümeti de düşmüştü; bunun bir hata olduğunu anlayan Tony Blair hükümeti daha sonra bu dayatmadan vazgeçmişti. Görüşmeler ilerleyince, bir aşamada Birlikçiler (İngiltere ile birleşme yanlısı ve IRA karşıtı Kuzey İrlandalılar) sembolik bir talepte bulundular ve sadece bir silahın ya da merminin ‘teslimini’ istediler.

‘Defolup gitsinler’ bir çözüm olabilir mi?

Konuşmacılardan biri, devlete karşı silahlı ayaklanmaya kalkışmış kişilerin dile getirdikleri sorun çözüm yoluna girse de, o kişilerin durumunun ayrıca çözülüp ele alınması gerektiğini söyledi. Çünkü nihayet onlar ‘aziz’ değildi ve onların kişisel talepleri de vardı.

Toplantıda bu mesele başlık halinde kaldı, ayrıntılandırılmadı. O nedenle, İrlanda Cumhuriyeti Eski Dışişleri Bakanı Dermont Ahern’in, DPI’ın 2017 Ankara toplantısında bu konudaki sözlerini burada hatırlatmak istiyorum.

O toplantıda aramızdan biri şöyle sormuştu:

“Barış sürecine inancın büyük bir toplumsal destek bulduğu, iyimserliğin zirvede olduğu bir anda biz şunu fark ettik: Hükümet, belki bu sürecin sonunda Kürtleri siyasal ve kültürel anlamda tatmin edecek bir dizi reformu yürürlüğe koysa da, o siyasi ve kültürel talepleri silahla ‘taşımış’ olan kişilerle ilgili tasarrufu nedeniyle süreç nihai noktasına varmadan tıkanabilirdi. Çünkü iyimserliğin zirvede olduğu o anda bile bu meseleyle ilgili olarak hükümetten gelen en yumuşak tavır, onların üçüncü bir ülkeye gönderileceklerine dair beyanlardı. Başbakan yardımcılarından biri ise bu ‘sorun’u dile getiren gazetecilere ‘Defolup gitsinler, nereye gidirlerse gitsinler’ deyip çıkmıştı işin içinden...”

Bu sorunun muhatabı Dermot Ahern, böyle bir tavırla Kuzey İrlanda’da karşılaşılsaydı 1998’deki Hayırlı Cuma anlaşmasının gerçekleşemeyeceğini, ‘Defolsunlar’ gibi bir tavrın gerçekçi bir tavır sayılamayacağını söyledi.

Biliyorum; şimdi bütün bunlar suya yazılmış gibi duruyor, hiçbirinin karşılığı yokmuş gibi görünüyor.

Bana da öyle gelebilirdi, fakat gelmiyor, çünkü bir gün bunların karşılık bulacağı yeni bir dönemin mutlaka başlayacağına inanıyorum.

Alper Görmüş

[email protected]

(Serbestiyet)

Bültene kayıt ol