Yanlış anlaşılmasın. “Plan”ın (İnsan Hakları Eylem Planı’nın) ıskaladığı tek toplumsal kesim kadınlar değil. Ama 8 Mart vesilesiyle en güncel örnek, kadınların eylemine iktidar tarafından gösterilen tepki.
Kuşkusuz sadece Türkiye’de değil, otoriter, sağ iktidarların bütünü kadınların eyleminden, haklarından, kadınların haklarını korumaya çalışan İstanbul Sözleşmesi’nden hazzetmiyor. Fakat, kadınlar da haklarına el uzatılmasından, otoriter iktidarlardan, İstanbul Sözleşmesi’ne dokunulmasından, kürtaj hakkının kısıtlanmasından, maço söylemlerden hazzetmiyor.
Kadın cinayetleri milyonlarca kadını öfkelendiriyor. Sadece cinayetler değil kuşkusuz. Kadınları katleden adamların gözaltına alınması, mahkemeye çıkması ve tutuklanması için de özel bir çaba gerekiyor. Örneğin Aleyna Çakır’ı öldüren Ümitcan Uygun, işlediği cinayetten sonra elini kolunu sallaya sallaya serbest gezdi, ta ki uyuşturucu kovuşturması nedeniyle tutuklana kadar. Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas Dairesi raporunda, Aleyna Çakır'da tespit edilen doku ve sperm örneğinin, Ümitcan Uygun'un DNA'sı ile uyumlu olduğu belirlendi. Bu adamın yakınlarının Aleyna Çakır’ın ailesini tehdit etmesi ise ayrı bir öfke kabarması nedeni!
Nefret söylemine sessiz kalan iktidar
Bir başka örnek de Musa Orhan. Siirt’te, Uzman Çavuş olan bu adamın cinsel saldırısına uğrayan İ.E 16 Temmuz 2020’de intihar girişiminde bulundu. Ardından tedavi gördüğü hastanede öldü. İntihara teşebbüs ederken arkasında bıraktığı mektupta Musa Orhan’ın kendisine günlerce tecavüz ettiği ortaya çıktı. Hem cinsel şiddet uygulayan hem de şiddet uyguladığı kadına, 'İstediğin yere şikâyet et, bana bir şey olmaz. Daha önce de çok yaptım, bir şey olmadı' diyen katil serbest bırakıldı.
2021 yılının ilk 65 gününde 67 kadın öldürülmüştü. Kadınlara karşı dozu giderek yükseltilen bir iç savaş yaşanıyor gibi.
İşte öfkelendiren bu kadınları.
Sadece bu da değil. Örneğin Yeni Akit adındaki günlük nefret suçlarını temellendirme bülteninin yazarlarından Ali Karahasanoğlu şunları yazabiliyor: "Bu ülkede alkol tüketiminin tümü ile engellenmesi bir yana, azaltılması için atılan adıma bile, bu Fatih Altaylı gibi tipler hemen itiraz etmiyorlar mı? Kadın cinayetlerinin nerede ise yarısı, 'alkol-bar-pavyon’ bağlantılıdır.”
Karşımızda apaçık bir yalan var. İşte böyle gazeteler, nefret söylemini derinleştirerek her gün suç işleyen yazarlar kadınları öfkelendiriyor. Bu türden nefret söylemleriyle iyice “şişirilen” erkekler, kadınları barda, evde, üst katlardan balkona atarak, bir AVM’nin ortasında ağır şiddet uygulayarak, 92 yaşındaki bir kadını önce tecavüz edip sonra öldürerek, trafikte, hastanede, okulda, bulabildikleri her fırsatta katlediyorlar.
Kadınlar, kadın dayanışması ağlarına ve kadınların mücadele ederek kazandığı haklara sahip çıkarak direniyorlar.
8 Mart eylemi ve “Plan”
Son beş altı yıldır, kadınların öfkesi sel olup akıyor İstanbul’da. Korku imparatorluğuna aldırmadan sokaklara çıkıp, yeri göğü radikal ve somut sloganlarla inletip sadece hareketin bayrağını taşımakla kalmıyor, mücadele etmek için tüm ezilenlere ilham veriyorlar.
İktidardan beklenen, mevcut anayasadaki ve özellikle “kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin yükümlülüklerini belirleyen” İstanbul Sözleşmesi’ndeki hakları koruması ve geliştirmesidir. Hatta, açık ki bu hakları yeterli görmediği için “İnsan Hakları Eylem Planı” gibi bir düzenlemeyi devreye sokmayı planlayan hükümetin, hızla kadınların haklarını geliştiren önlemleri pratik olarak alması gerekir.
Fakat, yaşananlar hem tam tersi bir gelişmeye tekabül ediyor hem de hükümet çevrelerinin “Plan”ı sahici bulmayanlara yönelik eleştirilerinin ne kadar kof olduğunu gösteriyor. İktidar sözcüleri, “Plan”ı kamuoyuna duyururken insanların mesai bitimlerinde, gece yarılarında evlerinden alınması devrinin geride kalacağını söylemişlerdi. Oysa İstanbul’da binlerce kadın ve LGBTİ+’ların katılımıyla düzenlenen 8 Mart eylemine katılan 13 kadın gece yarısı evlerinden göz altına alındılar. Sonrasında adli kontrol şartıyla serbest bırakılsalar da şu çok net görüldü: Polis baskısını keyfi bir şekilde uygulamanın ve yargı üzerindeki denetiminin konforlu alanını terk etmesi mümkün olmayan siyasal iktidar, kendi önerisi olan “İnsan hakları Eylem Planı”nın hayata geçmesinin önündeki en önemli engeldir. Bugün Türkiye’de insan haklarının önündeki en büyük engel, mevcut yasalarda insanların haklarını koruyan uygulamaları “beka kaygısı”na atıf yaparak üretilen çeşitli gerekçelerle teker teker yok eden hükümet sistemidir.
8 Mart’ta sokağa çıkan kadınlar, yürütmenin hemen hemen yasamanın kendisi haline geldiği bir rejimde insan haklarının gelişemeyeceğini gösterdiler.
Şenol Karakaş