Marksizm 2022’nin “Toplumsal cinsiyet ayrımı, nefret söylemi ve direniş alternatifleri ” başlıklı oturumunda Dila Ak, Evrim Kepenek, Atilla Dirim ve Levent Pişkin sunum yaptı.
Sunumlardan özetler şöyle:
Dila Ak:
Çocuklar doğmadan önce bile cinsiyetleri ile ilgili kararlar verilir. Kız çocuklarına pembe, erkek çocuklara mavi oyuncak ve elbiseler alınır. Kız çocuk üzerinde sürekli baskı kurulur, doğru otur, edepli ol denir. Erkek çocuklara ise pek karışılmaz. Bu tür davranışlar trans çocuklar üzerinde baskıya neden olur.
İş tanımlarında da cinsiyete dayalı tanımlar yapılır. Öğretmenlik kadına özgüdür, çünkü çocuklarına daha fazla zaman ayırabilir denir. TIR şoförlüğü, madencilik kadınlara göre değildir. Aynı işi yapan erkek ve kadınlara farklı ücret verilir.
Kadının sorumluluğu önce babaya sonra kocaya verilir. Kürtaj konusu hala büyük bir sorundur. Kadının kürtaj olmasına izin verilmez. İstenmeyen hamileliklerde sadece kadın suçlanır, babanın sorumluluğu göz ardı edilir. Çocuk bakımına devlet destek olmaz, bütün yükü kadın üstlenir.
Kadınların yaşadığı sorunlar asıl olarak sistem sorunudur. Kadınlar ve elbette trans kadınlar birlikte insanlığın yarısıdır. Kadınlar her yerde kendi hayatları üzerinde şiddetle, baskı ile eşitsizlikle karşılaşıyorlar. Bütün bunların asıl nedeni sistem. Bu eşitsizlikleri ortadan kaldırmaya yönelik adımlar atılmıyor. Erkekler de elbette bazı baskılarla karşılaşıyorlar. Ama bu baskılar sonucu kadınların başına öldürülmeler geliyor. Erkekler en azından öldürülmüyorlar.
Kadınlar canlarını kaybetme tehlikesine rağmen baskılara boyun eğmiyorlar. Örneğin Afganistan’da Taliban rejiminin baskılarına karşı en fazla kadınlar karşı çıkıyorlar.
Kadın hareketi çok güçlü, pek çok kazanım elde etti, ama bazı kazanımlarımız da elimizden alınıyor, mesela İstanbul Sözleşmesinden çıkıldı. Sözleşmeye karşı çıkanlar pek çok yalan söylüyorlar. Mesela nafaka konusu böyle, çok cüzi bir para verildiği halde, abartılıyor. Çocuğuna bakan kadına nafaka ödemesi baba için zorunlu, baba çocuk bakımından elini çekemez.
Kadının eğitim hakkı olsa, düzgün bir işte çalışabilse, gerekli parayı kazanabilse zaten erkekten para istemez. Bunu sağlaması gereken devlet, bu görevini yapmıyor.
Kadınlar olarak haklarımız için mücadele ettiğimiz sürece kazanacağız, geri alınan haklarımızı da kazanacağız. Kadın hareketi LGBTİ artı hareketi ile birlikte daha da güçlü hale geldi. Çünkü LGBTİ artılar da haklarını kazanmak istiyor. Birbirlerinden güç alarak, birbirlerine ilham vererek ilerliyorlar.
Evrim Kepenek:
Ülkede sürekli savaşlar, çatışmalar, krizler var. 12 Eylül 1980’den beri bunları yaşıyoruz. Buna karşı elbette mücadele de var. Özellikle kadın ve LGBTİ+ özgürlük mücadeleleri yükseliyor.
Eskiden feminist eşittir terörist denirdi. Feminist kavramına artık toplum alıştı. Erkek şiddeti ile öldürülen kadınların aileleri anlatıyor. Hepsi çok politik. Bu mücadeleyi mutlaka kazanmalıyız. Bu kriz ortamından kazanımla çıkmalıyız.
Erkek şiddeti çok yaygın. Her ay en az 20 kadın erkekler tarafından öldürülüyor, elbette sayılar önemli değil, bir kadın bile öldürülmemeli. Şiddet sorunu yüzünden kadınların diğer sorunlarını konuşamıyoruz. Kadınların pek çok sorunu var, Ücret sorunu, kreş sorunu, temsil sorunu var.
Hükümet erkek şiddetine yönelik sürekli genelgeler yayınlıyor. Ama sonuç yok, hiçbir şey çözülmüyor, öldürülen kadın sayısı değişmiyor. İstanbul Sözleşmesinde var olan kuralları şimdi genelgeye yazıyorlar.
En çok aile kavramını öne çıkarıyorlar. Sistemin adını ne koyarsak koyalım “aileye dokunmayın, erkeklerin konforuna dokunmayın, boşanmayın” diyorlar. Nafaka hakkı ile ilgili Diyarbakır Barosunun bir tespiti var, en yüksek nafaka 300 lira. Mesele aslında nafaka değil, erkekler kadınların boşanmasına engel olmaya çalışıyorlar. Çünkü evdeki konforları bozuluyor.
Şimdi biz gazetecilere erkek şiddeti sayılarına, bilgilerine erişim kısıtlaması var. Erkekler sürekli kadınları CİMER’e şikâyet ediyorlar, dava açtırıyorlar. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Derneğini kapatmak istiyorlar.
Kadın hareketinin Kürt hareketi ile bir araya gelmesini engellemeye çalışıyorlar. Rosa Kadın Derneği üzerinde büyük baskı var. Hükümet, hareketlerin birleşmesini istemiyor.
Ben öncelikle bir kadın gazeteci olarak bu dönemde her eve, her yere ulaşmalıyım diye düşünüyorum. Çünkü medyada haberler sürekli maniple ediliyor.
EŞİK kadın hareketi çok işler başardı. Pek çok yasanın kaldırılmasını sağladı. Erken evlenme yasasını engelledi. İstanbul Sözleşmesini engelleyemedi, ama zaten sözleşme mahkemelerde tartışılmaya devam ediliyor. Muhalefet de sözleşmeyi tekrar yürürlüğe sokacağını söylüyor.
Levent Pişkin:
DSİP’e teşekkür etmek istiyorum. LGBTİ+ mücadelesini herkes göz ardı ederken DSİP her zaman bu konuyu gündemde tutmaya çalışıyor.
İkili cinsiyete uygun olmayan insanlar var, bu insanların varlığı biyolojik olarak gerçek, ama egemen düşünce bunu kabul etmiyor, insanlara ikili cinsiyeti dayatıyor.
Nefret suçundan bahsetmek istiyor. Öncelikle nefret söylemi ifade özgürlüğü değildir. Siz sözünüzle bir kesimi hedef gösteriyorsanız, onlara hakaret ediyorsanız bu düşünce özgürlüğü değildir. Mesela Soylu’nun LGBTİ+ hedef alan sözleri Twitter tarafında nefret söylemi olarak nitelendirildi ve kaldırıldı.
Bazı yalanlar var: LGBTİ+ ajandır, aile değerlerini aşındırıyorlar, kadın haklarına aykırılar, geleneksel kültürümüze aykırılar vb. Bu söylemlere bizler dışında kimse karşı çıkmıyor. Ne mahkemeler, ne savcılar işlem yapmıyor. Mesela bir Ermeni’ye soysuz demeyi, LGBTİ artılara hakaret etmeyi ifade özgürlüğü sayan mahkeme kararları var.
Bir de bazı LGB örgütleri var, transları dışlıyorlar. Burada hakların yok sayılması, saldırı söz konusu. Bu saldırı tüm özgürlüklere yönelik bir saldırı. Bu saldırılara karşı birlikte mücadele etmeliyiz. Biliyoruz ki, transfobi de, ırkçılık da, milliyetçilik de aynı kökten beslenen erkek düşünceleri. Birine karşı çıkıp diğerine karşı çıkmamak olmaz. Mesela göçmen düşmanlığı giderek yayılıyor ve içinde LGBTİ artıları gördükçe sinirleniyorum. Irkçılığa karşı iseniz, LGBTİ artı düşmanlığına karşı iseniz göçmen düşmanlığına da karşı olmak zorundasınız.
Toplu mücadele ve özgürleşme dışında alternatifimiz yok. LGBTİ+ artı hareketi 90’lardan beri çok kısıtlı bir ittifaka sahip, bu alanlarımızı genişletmeye çalışıyoruz. Antimilitarist gruplarla birlikte mücadele etmeye çalışıyoruz. LGBTİ artı olmak, tek başına muhalif olmak demek değildir. Önemli olan toplumsal mücadeleye katılmaktır.
Tamamen hak kazanımına odaklanmış mücadele zamanla sönümlenir, norm üretme alanı haline gelir. Asıl olan toplumu dönüştürme, toplumsal özgürlüğü kazanma hedefine yönelmektir.
Nafaka meselesi sadece hukuk meselesi değil. Nafakayı, erkeklerin serveti elinde tutma meselesi ile birlikte ele almak gerekir. Toplum özgürleştikçe hukuki alan da değişir.
Yoksulların ortak mücadelesini örme sorumluluğumuz var, bu evrensel bir sorumluluk. Ancak hep beraber değiştirebiliriz. Eskiden sosyal forumlar vardı, şimdi belki başka şekillerde bir araya gelmenin yollarını bulacağız.
Atilla Dirim:
Ankara’da Gökkuşağı Aileleri Derneği adına bir toplantıya katıldım. 200 civarında insan vardı, anlattıklarımı büyük bir heyecanla dinlediler, ben daha da çok heyecanlandım, moral kazandım. Çünkü insanların nasıl değişebildiğini LGBTİ artı konusunda ne kadar öğrenmeye meraklı olduklarını gördüm.
Ben 35 yıl önce devrimciliğe başladığımda LGBTİ artı diye bir konumuz yoktu. Hatta bu konuyu emperyalizmin suni gündemi olarak görüyorduk, muhtemelen ortalama homofobik biriydim. Elbette zamanla değiştim.
DSİP’te eylemlere gitmeye başladık. Trans cinayetleri politiktir sloganları atmaya başladık. LGBTİ artıların her gün her saat ne kadar zor bir mücadele verdiklerini, çocuğum bana trans olduğunu açıkladıktan sonra anladım.
Marks’ın, Engels’in homofobik söylemleri olduğunu mesela mektuplarından biliyoruz. Marksistlerin de bir kısmı bu söylemleri devam ettirdiler. Ama zamanla dünyadaki sol gruplar LGBTİ artılara daha sıcak bakmaya başladılar.
İlk olarak Ekim devrimi ile LGBTİ hakları verildi. Sonrasında Stalin bu hakları geri aldı. Ancak 1960ların sonunda LGBTİ artıların hakları kabul edilmeye başlandı. 90’lı yıllarda DSİP dışında LGBTİ artı haklarını savunan örgüt yoktu.
Şimdi bile bu emperyalizmin bir oyunudur diyenler var. Bir Marksist’in LGBTİ mücadelesinde yer alması, desteklemesi şart. Bazı Marksistler LGBTİ mücadelesini kimlik mücadelesi diyerek küçümsüyor. Bu tip insanlar Kürtlerin özgürlük mücadelesin de küçümsüyor. Bu insanlara, her türlü kimlik mücadelesinin aynı zamanda bir sınıf mücadelesi olduğunu anlatmak lazım.
İşçi sınıfı içindeki farklı kimlikleri aynı mücadeleye katmak istiyorsak bütün kimlik mücadelelerine sahip çıkmalıyız. LGBTİ mücadelesi kazanmadan, Kürt halkının mücadelesi kazanmadan işçi mücadelesi kazanamaz. LGBTİ mücadelesi içinde yer almalıyız.