Roni Margulies’in ‘Ailem ve Diğer Yahudiler’ adlı yeni kitabı Everest Yayınları’ndan çıktı. Margulies’in kendi yaşam öyküsünden motiflerle oluşturduğu edebi metinlerden oluşan kitap, Türkiye’nin yakın tarihinden de çarpıcı sahneler içeriyor.
Agos gazetesi, Margulies’le kitabından yola çıkarak Türkiye Yahudilerine ve antisemitizme uzanan bir söyleşi yaptı.
Anne tarafın Sefarad bir aile. Baba tarafın ise Aşkenaz. Bu Türkiye’de duyulan ama çok da bilinmeyen bir ayrım. Nedir farkları? Ayrıca Sefaradlar ve Aşkenazlar arasında Cemaat içi bir gerilimden söz etmeK mümkün mü?
Gerilim denemez ama bir farklılık var. Kültürel bir farklılık bu. Sefarad Yahudileri İspanya ve Portekiz’den Yahudilerdir. Aşkenaz Yahudileri ise genellikle Doğu Avrupa’dan gelen Yahudilerdir. Öncelikle dil farkı var. Sefarad Yahudileri İspanya’dan getirdikleri ve yüzyıllarda bu topraklarda yaşattıkları Ladino dilini konuşurlar. Türkiye’deki Aşkenazlar ise ya Rusça ya da Lehce konuşurlar. Aşkenazların dili Yiddiş’in Türkiye’deki Aşkenazlar tarafından konuşulduğunu pek görmedim. Mesela Aşkenaz olan baba tarafım Ruça konuşurdu. Büyükannem halen Polonya’ya bağlı olan ama onun doğduğu 1898’lerde Rusya’ya ait olan Grodno’da doğup büyümüş; liseyi ise St. Petersburg’da okumuş. Sefarad olan anneannem Hilda ise İzmir Tire’de Sefarad bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiş. Anne tarafım Ladino konuşurlardı. Kısacası bir tarafım Akdeniz kültüründen diğer tarafım ise Doğu Avrupa kültüründen geliyorlardı. Ortak yanları Türkiye’de ve Yahudi olarak yaşıyor olmaları.
Dinle araları nasıldı?
Yahudilerdi ama iki taraf da dindar değildi. İki tarafta da kadınlar inanırlardı ama dini pratikleri yoktu. Babamın babası agnostik olduğunu söylerdi. Durum böyle olunca benim açımdan hayat kolay oldu. Ben ne zaman ateist olduğumu bile hatırlamıyorum. Ailemin her iki tarafında da dini pratikler sadece gelenek olarak yapılırdı. Aşkenazların ve Sefaradaların mutfak kültürü doğal olarak farklıydı çünkü farklı coğrafyalardan geliyorlardı. Bayramlarda her iki taraf da biraraya gelince bu mutfak kültürününü farkları görülürdü. Sinagog’a düğün ve cenaze dışında gittiklerini pek görmedim. Aşkenazlar Sefaradları entelektüel anlamda biraz küçük görür. Bunun tarihsel nedenleri olsa gerek. Büyük ihtimalle Aşkenazlar Doğu Avrupa’dan gelenler eğitimli insanlardı. Osmanlı’nın son döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında Yahudiler yoksul ve eğitimsiz bir toplumdu. Mesela Doğu Avrupa’dan 1925’te gelen babamın babası Viyana Üniversitesi’nden yüksek mühendis olarak mezun olmuş. Annemin babası ise lise mezunu bir tüccardı. Biri diğerini entelektüel dengi olarak görmezdi ama bunu pek de belli etmezdi. Öte yandan Sefaradlar, Aşkenazları fazla soğuk insanlar olarak görürlerdi. Bu benim ailemde çok net gözlemlediğim bir şey ama çok da istisnaî olmasa gerek.
1940’larda dışişleri bakanlığı ve başbakanlık yapmış Şükrü Saraçoğlu ile ilgili bir aile hikâyeniz var. Onu anlatır mısın?
Büyükbabamı Berlin’de çalışmaya başladığı şirket 1925’te bir yıllığına İstanbul’a gönderiyor. Byüyükannemle evlenip birlikte geliyorlar. Belki de bir gün döneriz düşüncesi var ki 1948’e kadar Türk vatandaşlığına geçmiyorlar. Hem büyükbabamın hem de büyükannemin ailesinin tamamına yakını Polonya’da kalıyorlar. 2. Dünya Savaşı başlayıp da Naziler Polonya’yı işgal ettiğinde ailenin diğer fertlerinin Polonya’dan kaçması gerekiyor. Büyükbabam o dönemlerde Burla Biraderler’in Karaköy’deki ofisinde çalışıyor. Kendisi sanayide önemli işlevi olan makinaların ithalatıyla uğraştığı için devlet yetkilileriyle de tanışıyor. Dönemin dışişleri bakanı olan Şükrü Saraçoğlu’ndan randevu alıp görüşüyor. Polonya’da kalan aile fertlerine Türk pasaportu verilmesini istiyor. Saraçoğlu ise büyükbabamı uzun süre oyalıyor. Böylece büyükbabamın annesi ile kızkardeşi ve babaannemin de annesi babası ile kızkardeşi Polonya’da mahsur kalıyorlar. Ailenin tamamına yakını toplama kamplarında ölüyorlar. Saraçoğlu önce “tamam hallederiz” deyip, oyalamasa muhtemelen ölmeyeceklerdi. Ama buna şaşırmıyorum elbette. Saraçoğlu, daha sonra başbakanlığı döneminde 1942’de Varlık Vergisi’ni getirip, daha sonra da “Yaptığım en iyi işlerden biriydi” diyebilen birisi.
Varlık Vergisi senin aileni vurmuş mu?
Bu konuda hiçbir bilgim yok. Babamın babası 1942’de Türk vatandaşı olmadığı için etkilenmemiştir. Annemin babasından ise Varlık Vergisi alınmış olması gerekir ama bende böyle bir bilgi yok. Aşkale’ye gönderilmediğini biliyorum. 1941’deki ‘20 Kura Askerlik’ uygulamasında ise annemin babası askere alınıyor. Kendisi 1897 doğumlu. Yani 40’lı yaşlarında askere alınıp Isparta’ya gönderiliyor.
6-7 Eylül 1955’le ilgili ailenin bir anısı var mı?
Büyükannemle büyükbabam Harbiye’de Arif Paşa Hanı’nda oturuyorlar. Hanın kapıcısı, Han’ın girişinde durup, içeri girmeye çalışan güruhu engelliyor. Daha sonra aynı güruhla birlikte başka binaları yağmalamaya gidiyor.
Kitapta liseyi bitirdiğin yıllara kadar olanları yazmışsın. Üniversite yıllarını ve daha sonrasını yazmayı düşünüyor musun?
Aslında otobiyografi yazmıyorum. Edebiyat olarak yazmaya çalışıyorum ve bunu yaparken otobiyografik unsurları kullanıyorum. Şu sıralar yazmaya çalıştığım bir kitap var. Adı, ‘Ah O Gemide Ben Olsaydım’. Gitmek ve dönmek üzerine bir kitap bu. 18 yaşında İngiltere’ye gidip, 30 küsur yıl sonra Türkiye’ye geri dönmeme dair bir kitap… Gitmek bir arayışın simgesi, dönmek ise belki de bulamamış olup, geri dönüşün simgesi. Bunlar roman temaları, otobiyografi temaları değil.
Türkiye’deki Yahudi toplumu ve antisemitizm konusuna gelelim. Tüm veriler son dönemde Türkiye’de antisemitizmin yükseldiğini gösteriyor. Yahudi toplumu antisemitizm tehlikesiyle karşı karşıya diyebilir miyiz?
Öncelikle şunu belirteyim: Yahudi Cemaatinin önde gelenleri antisemitizm konusunda bir ezber yaşıyorlar. Ben ise antisemitizm üstünde düşünüyorum. Bu konuyla ilgili iki ilkem var. Benim Yahudi Cemaati’ni eleştiren hiçbir yazım yoktur. Ben hep şunu anlatırım: Cemaat sessiz ve içine kapalı bir cemaattir. Bunu da anlayışla karşılamak gerekir. Kafasını her kaldırdığında devletten kafasına darbe yiyen insanlar sonuçta kafasını kaldırmamayı tercih ederler. Bu da son derece doğal ve insanî bir durumdur. Burada suçlu olan sessiz kalan değil, onun korkutup sessiz kalmasına yol açan devlettir. Bunu sürekli yazmışımdır. Hiçbir zaman “Yahudi Cemaati niçin konuşmuyor? Niçin sessiz kalıyor?” gibi bir yaklaşımım olmadı.
İkincisi ise benim özellikle Taraf gazetesinde yazdığım dört yıl boyunca yazdıklarım, Yahudi Cemaati’nin önde gelenlerinin antisemitizmle mücadele anlamında bugüne kadar yaptıklarıyla en azından eşittir. Antisemitizm yokmuş gibi davranmak, sessiz kalmak, “Yaşasın Türkler bizi ne güzel misafir ediyorlar” demek antisemitizmle mücadele etmek değildir. Ben ise antisemitizmle mücadele etmek gerektiğini düşünüyorum. Taraf’ın farklı kesimlerden oluşan bir okuyucu kitlesi vardı. Müslümanlar, Kürtler vs… Bu çoğul okuyucu kitlesine neyin antisemitizm olup olmadığını ve antisemitizmin ırkçılık olduğunu anlatmaya çalıştım. Eleştiri oklarımı suskun ve sessiz kalan Yahudi Cemaati’ne değil, antisemitizme yönelttim. Öte yandan genel olarak Cemaat ve Cemaat’in ileri gelenleri beni sevmez. Bunun bir tek nedeni var: Benim İsrail’i eleştiriyor olmam. Başka bir nedeni de yok. Cemaat’in önde gelenleri açısından İsrail kutsaldır. İsrail’i eleştirmek tabudur. Dünya Yahudi nüfusunun İsrail dışında yaşayan kesimlerinin büyük çoğunluğu İsrail’i şu veya bu ölçüde eleştirir. Dünyadaki Yahudilerin yine önemli bir kesimi ise neredeyse İsrail’in her yaptığını eleştirir. Ama Türkiye’dekiler için İsrail bir tabudur.
Ben bu Cemaati koruduğumu düşünüyorum. Bir tek kişi ne kadar koruyabilirse… Antisemitizmin olağanüstü ölçüde yaygın olduğu bir ülkede, kalkıp antisemitizmle açık açık mücadele etmek, yazmak, bunu gündeme getirmek, “Sen antisemitistsin, ırkıçısın” demek bence önemlidir. Bunu Cemaat’in ileri gelenleri perde arkasından yapmaya çalışıyor, ben açık açık yapıyorum.
Bu ‘perde arkasından’ ifadesini açar mısın?
Meslela gidiyorlar Cumhurbaşkanı ile görüşüyorlar. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı döneminde Gül’le görüşüp, antisemitizmin yasal bir suç olması gerektiğini söylemişler. Bunu çok takdir ettim ama bu benim bildiğim ilk defa oldu oldu. Çok daha sık yapılması gerekiyor. Bunu devlet yetkilileriyle görüşüp, kamuya yansıtmadan halletmeye çalışıyorlar. Yanlış olan bu. Bunun açıkça yapılması gerekir. Antisemitizm vakalarının kamuoyuna teşhir edilmesi gerekir. Bu teşhirin bir eğitim yanı da vardır. Bu ülkede pek çok insan antisemitizm yaparken, bunun bilincinde bile değil. “Bütün Yahudiler zengindir” ya da “Yahudiler dünyayı ele geçiriyor” derken bunun ırkçılık olduğunun bilincinde bile değil. Demek ki bunları teşhir edip ırkçılık olduğunu ve neden ırkçılık olduğunu anlatmak gerekiyor.
Röportaj: Ferda Balancar
Fotoğraf: Berge Arabian