Friedrich Engels, Marx’ın ve dünya işçi sınıfının yeri doldurulamaz bir yoldaşıydı.
Burjuva ideologlarınca Marx’ın “gölgesinde ve etkisinde kalmakla” eleştirilse de her zaman mütevazı bir tavır takınıyordu. Aşağıdaki satırlar onun bu yönünü ortaya koymaktadır:
“Marx daha yüksekte durur ve daha ileriyi görürdü. Ve her şeyi hepimizden daha geniş bir perspektifle ve daha çabuk kavrardı. Marx bir dâhiydi. Biz ötekilerse en çoğundan yetenekliydik. O olmasaydı teori bugün olduğu kadar ilerlemiş olamazdı. Bu nedenle teori haklı olarak onun adını taşır.” Alman İdeolojisi
Engels’in komünizm fikriyle tanışması Marx’la olan dostluklarından önceye dayanıyordu. Yirmili yaşlarında Almanya’da “Genç Hegelciler”in arasındaydı. Yazının konusu olan eseri yazmak için gözlem yapma şansının doğacağı İngiltere’ye giderken Köln’de “Rheinische Zeitung” bürosunda Marx’la tanışmıştı. Babasının onu başarılı bir işadamı olarak yetişmek için İngiltere’ye göndermesine karşın Engels’in zihninde İngiliz işçi sınıfına yakın olmak ve müşahedeler yapabilme fikri olduğu için bunu kabul ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Öyle de olmuş olacak ki yaklaşık iki yıl burada kalan Engels “İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu” eserini 1845’te bu bilgiler ışığında Leipzig’te tamamladı.
Kitabın konusu her ne kadar özgün bulunmasa da Engels’i bu alanda yazanlardan ayıran önemli bir yönü vardı: sanayinin ve proletaryanın gelişimini yalnızca sektörel düzeyde ele almıyor, analizini bütünlüklü bir biçimde geçmişten o güne kadar olan bir bağlama oturtarak Marksist yöntemin ilk nüvelerini ortaya koyuyordu. Eseri bugün de değerli kılan şey budur. Engels, işçi sınıfının bütününü ele alarak yazdığı bu kitapla Marksist literatüre önemli bir katkıda bulunmuştur.
Kitabın muhtevasına baktığımızda ise “Sanayi Devrimi” üzerine kısa bir analizin ardından bunun beraberinde getirdiği dönüşümleri incelediğini görüyoruz. Başlayan sanayileşme sürecinin küçük üreticileri, küçük burjuvaziyi ve köylülüğü mevcut ilişkilerinden kopararak onları gelişmekte olan proletaryanın parçası haline getirdiğini ortaya koyan Engels, bu durumun bir sınıf mücadelesine yol açtığını söyler. Lenin de Marx-Engels-Marksizm adlı eserinde bu tahlile istinaden şu ifadeleri kullanır: “Proletaryanın yalnızca acı çeken bir sınıf olmadığını; aslında proletaryayı dayanılmaz bir biçimde ileri iten ve nihai kurtuluşu için savaşmaya zorlayan şeyin içinde bulunduğu utanç verici ekonomik durum olduğunu söyleyen ilk kişi Engels'tir.“
Kapitalizmin gelişimiyle şehirleşme arasındaki bağlantıyı ortaya koyan Engels küçük sanayi kasabalarında kurulan üretim birimlerinin burada doğurduğu ucuz iş gücü potansiyeli nedeniyle diğer sanayiciler tarafından da tercih edilmesiyle bu bölgelerin de genişleyerek yeni kentler haline geldiğini savunur. İşçilerin ortalama ücretleri de şehirlerdeki vahşi sömürünün ve rekabetin belirlediği belirli bir geçimlik düzeyinin üzerinde seyreder. Vasıflı sanayi işçilerinin ücretleri daha yüksek olsa da geçim giderleri de aynı doğrultuda artar.
Fakat işçiler arasındaki rekabetin bir sonucu olarak Marx’ın yedek sanayi ordusu olarak tanımladığı “artık nüfus” ortaya çıkar. Bunun ortaya çıkışındaki neden ise teknolojik ilerlemenin getirdiği ürünlerdeki ucuzlamanın ardından işçilerin işsiz kalması, ardından talepte yaşanan artış sonucu yeni sanayilerin gelişerek iş gücüne ihtiyaç duymasıyla işsiz kalan kişilerin tekrar piyasaya dâhil eder. Yine artık nüfus refah ve kriz arasındaki çevrimden dolayı var olmaktadır.
Kapitalizmin ne tür bir işçi sınıfı ürettiği meselesine de eğilen Engels, sosyal bilimlere olgun bir analiz sunar. Engels’e göre kapitalizm, ortaya çıkan yeni proletaryayı burjuvazi eliyle insani değerlerden uzak bir yapı olarak kurar. Bu da işçilerin din, ahlak, burjuva egoizmi vb. mevcut egemen sınıf ideolojisinden ayrık durmasına yol açar. İçinde bulundukları sanayileşme ve şehirleşme de işçilerin bir arada durmasını zorunlu kılan diğer faktörler olarak işçilerin bir sınıf olarak güçlerinin farkına varmasına imkân tanır. İşçiler insanlık onurunu burjuvaziye karşı verdikleri sınıf mücadelesi sayesinde bulabilirler. Bu mücadele de başlangıçta bireysel zarar verme eğilimlerinin olduğu süreçlerden geçer ve sendikal faaliyetler ile grev gibi yöntemlere uzanır. Dayanışma ve sınıf bilinci buradan çıkarılması gereken derslerin başında yer alır.
Ele aldığımız bu kitap tabii olarak tüm yönleriyle eksiksiz bir eser olmasa da barındırdığı sorunlar yazıldığı dönemde henüz yeterli iktisadi değerlendirmelerin yapılmasının pek mümkün olmamasından kaynaklanıyor. Örneğin; Engels araştırmalarını İngiltere’de ekonomik durgunluğun en ağır olduğu 1841-42 yıllarında yapmıştı ve mevcut krizin sistemin sonu olduğunu öngörmekteydi. Engels’in analizi tümüyle yanlış değildi. 1848 devrimleri bu öngörü üzerine patlak verdi ve -o zaman anlaşılması pek mümkün olmayan- eşitsiz gelişim yasasının bir sonucu olarak Avrupa’da yaşanan krizin İngiltere’de birkaç yıl önce yaşanmış olması sonucu yeniden canlanma dönemine giren İngiliz kapitalizmi kendini ayakta tutmanın yöntemlerini bulmuştu.
Friedrich Engels 1895 yılında yaşamını yitirinceye kadar komünizm mücadelesinden vazgeçmedi. İşçi sınıfının hikâyesini ona anlatan Engels, yılmaz bir devrimci olarak sürdürdüğü hayatına sığdırdığı birçok eserle sınıfın mücadelesine katkıda bulundu. Yoldaşı Marx ile birlikte, bizlere miras bıraktıkları proletaryanın kurtuluşu fikrini bugün de aynı mücadele inancı ve azmiyle zafere götürecek iradeyi sadece ve sadece “İşçi sınıfının kendi eseri” olarak görenler kapitalizmin mezar taşına Paris Komünü’nün Kızıl Bayrağı’nı dikecekler.
Umut Mahir Özen