Uluslararası sosyalist geleneğin önde gelen isimlerinin kısa yaşam öyküleri, Portreler serisinde.
Nina Simone, 1933 yılında ABD’nin Kuzey Carolina eyaletindeki bir kasabada yoksul bir siyah ailenin sekiz çocuğundan biri olarak doğdu. Çocuğa Eunice Kathleen Waymon ismi verildi. 3-4 yaşlarındayken hayatına piyano girdi. Kısa sürede piyanodaki yeteneği ortaya çıktı ve kilisede çalmaya başladı. 12 yaşına geldiğinde ilk piyano resitali için sahneye çıktı. Kızlarını dinlemek için ön sıralara oturan annesi ve babası, siyah oldukları için arka sıralara oturmaya zorlanmıştı..
Yoksullukla boğuşurken lise öğrenimine devam etmesi mümkün görünmüyordu ancak müzik hocası onun için bir fon oluşturmayı başardı ve bu sayede Simone liseyi bitirdi. 1950 yılında New York’taki önemli konservatuarlardan Julliard School’da bir yaz boyunca eğitim aldı ve Curtis Müzik Enstitüsü’ne hazırlandı ancak enstitü başvurusunu kabul etmedi. Simone, müzik eğitimine çeşitli özel derslerle devam etti ancak bu dersleri alabilmek için paraya ihtiyacı vardı. Böylece klasik müzik piyanisti olmak için eğitim alan Nina Simone, New Jersey’deki Atlantic City’de bir barda sahneye çıkmaya başladı. Barın sahibi için Simone’un piyano çalması yeterli değildi, aynı zamanda şarkı da söylemesini istiyordu ve şarkı söylemesi karşılığında haftalık 90 dolar daha fazla para vereceğini söylüyordu. Simone şarkı söylemeye böyle başladı ve blues, jazz, klasik müziği birbiriyle harmanladığı bir performansla sahneye Nina Simone olarak çıktı. 1950’li yıllarda Nina Simone hızlı bir yükseliş yaşadı. Arka arkaya plakları basıldı. 1961 yılında eski bir polis memuru olan Andrew Stroud ile evlendi. Stroud, Simone’un menajerliğini üstlendi, kafasında büyük pazarlama stratejileri vardı ancak siyahların hak talepleri yükseliyordu ve Simone’un asıl derdi bu hareketle ilişkilenmekti.
1963’te dört siyah çocuğun Alabama’da ırkçı Ku Klux Klan örgütünün bombalamasında ölmesi sonrasında, “Missisipi Goddam” (Kahrolası Missisipi) şarkısını yazdı. Burada tüm topluma haykırıyordu, “Olanları hepiniz biliyorsunuz, hemen yanımda yaşamak zorunda değilsin, bana sadece eşitliğimi verin”. Siyahların, 1965 yılında oy hakları için başlattıkları ünlü Selma Yürüyüşü’nde Simone bu şarkıyı 40 bin kişinin önünde söyleyecekti. Bir röportajında şöyle diyordu: “Ben hep bir politikacı oldum, sivil haklar hareketi beni protestolarının şarkıcısı seçtiği günden beri…”. Yazdığı “To Be Young, Gifted and Black” (Genç, Yetenekli ve Siyah Olmak) şarkısı sivil haklar hareketinin marşına dönüşmüştü bile. Simone, giderek radikalleşiyor ve en militan yöntemleri savunuyor, Kara Panterler’i destekliyordu. “Müzisyen olmasaydım, muhtemelen şimdiye ölmüş olurdum” diyordu. Bu radikallik, aynı zamanda eşi olan menajerinin kafasındaki ticari projeyle taban tabana zıttı. Stroud, Simone’a fiziksel ve psikolojik olarak da şiddet uyguluyordu. Simone, 1974’te Stroud’u ve ABD’yi terk etti. ABD’yi terk etmesinin temel nedenini ırkçılık olarak gösteriyordu. ABD’den sonra Barbados, Liberya, İsviçre, İngiltere ve Hollanda gibi pek çok ülkede yaşadı ve sahne aldı. Sonunda Fransa’nın güneyine yerleşti. Bir ara ABD’ye dönmüşse de Vietnam Savaşı’nı protesto etmek için ödemediği vergiler nedeniyle hakkında yakalama kararı çıkarıldığı için ülkeyi yeniden terk etti. Simone, hayatının büyük bölümünde bipolar bozukluk hastalığıyla mücadele etti. Hayatı büyük zorluklarla geçen Simone, ırkçılığa karşı mücadelesine hep devam etti, kendi deyişiyle hiçbir zaman halkına yardım ederken ki kadar iyi hissetmiyordu. 1993’te son albümünü yayımlayan Simone, 2003’te 70 yaşında aramızdan ayrıldı. Müziği ve mücadelesi arkasından gelen kuşaklara ilham vermeye devam ediyor.
Can Irmak Özinanır
(Sosyalist İşçi)